SILA-İ RAHİM VE ÖMRÜN UZATILMASI

Soru: Hadis-i şeriflerde sıla-i rahimin ömrü uzatacağı beyan ediliyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

“Nesebinizden sıla-i rahim yapacaklarınızı öğrenin. Zira sıla-i rahim akrabalarda sevgi, malda bolluk, ömürde uzamadır.” Buhârî ve Tirmizî’nin rivayet ettiği bu ve bunu destekler mahiyette başka hadislerde, sıla-i rahimin ömrü uzattığı beyan edilmektedir.

Ömrün uzaması ile ilgili olarak Seyyidina Hz. Âdem ve Hz. Davud arasındaki ömür teâtisi (alışverişi) gösterilebilir. Kader levhalarında ömrünü az bulduğu Hz. Davud’a, kendi ömründen 40 sene veren Hz. Âdem, Hz. Davud’un 80 yıl yaşamasına vesile olmuştur. Kur’ân’da bulunmayan bu mesele, Kur’ân’dan sonra mühim iki kaynak olan Buhârî ve Müslim’de anlatılıyor.

Bunun dışında öteden beri ehlullah arasında ömrün birbirine verilmesi meselesi de mütearef bir konudur. Kanatimce bu mesele ancak, verenin ve alanın ruhî dokularının uyuşması, aynı frekansı paylaşmaları ve Allah’ın bu fiilî ve kavlî duaya meşîetiyle cevap vermesiyle gerçekleşebilir.

Her isteyenin veremeyeceği gibi, her isteyenin de alamayacağı bu alışverişte netice itibarıyla “illet-i tâmme”nin gerçekleşmesi ve Cenâb-ı Hakk’ın o mevzuda iradesinin taallukuna bağlıdır. İhtimal sıla-i rahim yapılınca o illet tahakkuk ediyor ve Allah ömrü uzatıyor.

Ömür uzamasının bir başka tevili de şöyle olabilir; Cenâb-ı Hak insanın yaptığı şeyleri bereketlendirip, nemalandırarak o insanın hayatını uzun bir ömür yaşamışçasına bereketlendirebilir. Şayet ömrün uzaması esprisi, insanın ahiret hesabına yönelik kazancıyla değerlendiriliyorsa, bu durumda insan ahiret adına çok kazanmış demektir. Meselâ, bunlardan birisi Kadir Gecesi’dir ki, bin aya bedel olduğu ifade ediliyor. Eğer insan o gecede, o ilâhî teveccühü yakalarsa, sanki seksen sene yaşamış gibi olur. Bu, o insanın ömrü uzasaydı ve seksen sene de yaşasaydı işte o kadar sevap kazanacaktı demektir. Sadakanın, hasenatın, sıla-i rahimin ömür uzatması da bu şekilde olabilir.

Ömrün uzatılması meselesinin niçin sıla-i rahime tahsis edildiği hakkında şunlar söylenebilir: Günümüzde en çok gadre uğrayan İslâmî prensiplerden biri de hiç şüphesiz yakın akrabanın unutulmasıdır. Evet, derecesine göre yakınların yer yer ziyaret edilmesi; onlarla aramızda vuslatın sağlanması; başta anne-baba, anne-babanın evlâtları, sonra kardeşler, nene, dede; anne menzilinde dayı-teyze, baba menzilinde amca-hala gibi yakınların, anne-babaya karşı bile saygının çok ciddî sarsıldığı bir dönemde görülüp gözetilmesi mevzuu çok önem arz etmektedir.

Hz. Hatice Validemiz çok akıllı bir kadındır ve o sanki bir peygambere zevce olmak için yaratılmıştır. Efendimizle ilk vahyin heyecanını paylaştığı dönemde bu büyük kadın, Peygamberimiz’in, Cebrail’den (aleyhisselâm) ilk âyetleri aldıktan sonra “Kendimdem korkuyorum!” demesine mukabil; Hayır ebediyen Allah seni zâyi etmeyecektir. Şüphesiz sen sıla-i rahim yapıyor, ihtiyacı olanın elinden tutuyor, yoksula bakıyorsun…” der.

Hz. Hatice Validemiz’in bunu demesi, Varaka b. Nevfel’in de bu istikamette bir mütalâada bulunmasından anlaşılıyor ki, sıla-i rahim, o toplumda zor yapılan ve talip olunan bir şey. Hz. Ebû Bekir, Efendimiz’e yapılanlar karşısında O’na sahip çıkarken, “Senin gibi, fakirin, yoksulun elinden tutan, sıla-i rahim yapan birine bu yapılmaz!” diyor. Ve yine komşulukla korumaya almak istediğinde, Kureyş’e karşı sıla-i rahimi referans olarak veriyor. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki sıla-i rahim o dönemde de herkes için gaye-i hayal ve çok önemli bir şey…

Bir diğer yanıyla tarihte, pederşâhî, cedşâhî, ceddü’l-cedşâhî aile şekillerini görmek mümkün. Eskiden bizim toplumumuz da öyleydi. Bir baba-anne veya dedenin etrafında dünya kadar gelin ve evlât bulunurdu. Hâlâ bazı yerlerde de bu vardır. Bunlar aslında toplum molekülünün düşük çapta hücreleri gibi şeylerdir ki, ne kadar sağlam, sıhhatli, birbiriyle irtibat içinde olurlarsa o kadar sıhhatli bir toplum meydana gelir.

Türk toplumunda genel toplum değerleri çok tarumar olmuştur. Bu ülke âdeta toplumun değerleri açısından Âkif’in: “Harab eller, kimsesiz çöller, başsız ümmetler, emek mahrumu günler, fikr-i ferdâ bilmez akşamlar…” ifadelerinde kendini bulmuştur. Fakat Türk toplumunun aile yapısı bu üst üste gelen handikapları aşmamıza yardım etmiştir. O dönemde mektep bozulmuş, din tezyif edilmiş, muallim Allah’ın yerine konmuş; sokak bozulmuş, gazete ve mecmua dine hücum eder olmuş.. evet, bütün bunlara rağmen bu toplum hâlâ ayakta ise zannediyorum o da işte bu sağlam aile yapısındandır.

Böyle acımasızca tahrip edilen bir cemiyetin tamirinde sıla-i rahimin rolünün çok büyük olduğuna inanıyorum ben. Dolayısıyla toplumu oluşturan hücreler, o hücreye esas teşkil eden atomlar, birbirlerine alabildiğine yakın olmalı. Herkes en dar daireden en geniş daireye kadar yakınlarını ziyaret edip ihtiyaçlarını gidermeli, dertlerini dinlemeli ve karabetin hakkını vermelidir.

-+=
Scroll to Top