SİSTEM KÖRLÜĞÜ
Belli bir sistem ve düzenin içinde vazife yapan kimselerde zamanla sistem körlüğü oluşmaktadır. Buna bir yönüyle kanıksama veya ülfet ve ünsiyete yenik düşme de diyebiliriz. Yapılan işlerin sürekli aynı formatlarla, rutin bir şekilde tekrar etmesi sebebiyle monoton hâle gelmesi kaçınılmazdır. Bu rutin karşısında belirli periyotlarla sistem gözden geçirilerek yenilenmeye tâbi tutulmaz, eksik ve gedikleri tamire çalışılmazsa zamanla bir körlük hâsıl olur. Bu da yeni arayışların önüne geçer ve insanları duygu ve düşünce açısından köreltir.
Gerekli tedbirler alınamadığı ve yenilenme vesileleri bulunamadığı takdirde gerek uhrevî gerekse dünyevî olsun, işleyen bütün sistemler insanlarda körlük oluşturabilir. Her şeyin formalitelere hapsolması, sürekli aynı kalıp ve şablonlar içinde iş yapılması insanlara duygu ve düşünce felci yaşatabilir. Bu da zamanla işleyen çarkların bozulmasına yol açabilir. Sistem körlüğü önlenmediği takdirde kurulan muhteşem sistemler, devletler, yapılar zamanla zayıflayıp çökebilir.
Sağlam ve saat gibi ahenkli işleyen bir sistemin kurulması elbette verimlilik adına çok önemlidir. Fakat sürekli bir yenilenme felsefesi geliştirilemezse bu, zamanla yeni bir şey ortaya konulmasının ve daha mükemmele yürünmesinin önünde bir engel teşkil eder. Her şeyin yerli yerinde olduğunu gören insanlar arayış içinde olmazlar. Kendi önlerine kendi elleriyle aşılmaz duvarlar örmüş olurlar. Çevrelerindeki eksik ve kusurları fark edemezler. Zamana ayak uyduramazlar. Bu da zamanla içinde bulundukları yapının köhneleşmesini netice verir.
Devlet düzeninden sosyal hayata, teknolojik dünyadan sosyal yardım kuruluşlarına kadar büyük küçük, bir düzenin hâkim olduğu her yerde/alanda sistem körlüğü yaşanabilir. Bu tür sistemler, kurulduktan sonra ani’l-merkez gücün ve mevcut imkânların meydana getirdiği hareket ve hızla bir yere kadar giderler. İnsanlar, sistemin kendi kendine işlediğini düşünüp çok fazla kuvve-i müfekkirelerini (düşünme güçlerini) zorlamaz, kurulu düzenin rahatını çıkarmaya bakarlarsa bu gidiş çok uzun sürmez. Bir süre sonra arızalar baş gösterir ve yıkım kaçınılmaz olur.
Kurulu bir müessese veya sistemde iş gören insanların ne zaman ne yapacakları az çok bellidir. Onlar kolay kolay teamüllerin ve alışkanlıkların dışına çıkamazlar. Sürekli aynı işlerin tekrar edilmesi de bir süre sonra hem bıkkınlığa sebep olur hem de körlük oluşturur. Ayrıca böyle bir ortamda insanların kabiliyet ve donanımlarından yeterince istifade edilemez. Bundan kurtulmak için sesin, soluğun, hareket tarzının, üslubun yenilenmesi gerekir. Bir yerde ciddi bir boşluk oluşturmadan, insanların zaman zaman yer değiştirmesi, yeni yerlere gitmeleri, yeni vazifeler almaları sistem körlüğünü önleyebilir. Onlar gittikleri yerlere tecrübelerini götürecekleri gibi, onların yerine gelenler de yeni bir rüzgâr meydana getirebilir, eskilerin hiç girmediği ya da başarılı olamadığı alanlarda başarı sağlayabilirler. Yeter ki sistem yeni gelenlerin kabiliyetlerini ortaya koymalarına fırsat versin ve onların kabiliyetlerini de köreltmesin.
İnsanlar kendi irade ve tercihleriyle bunu gerçekleştiremezlerse Allah bazen cebr-i lütfîler (insanın irade ve ihtiyarı olmadan Cenab-ı Hakk’ın ona ihsan buyurduğu ve çoğu zaman zahirî yüzü itibariyle sevimsiz görülen lütuflar) ile onları böyle bir körlük yaşamaktan kurtarır. İnsanların kurdukları sistemleri alt üst ederek onları öyle bir cendere içine alır ki, bir kere daha her şeyi gözden geçirme, kendi değerlerine ve ruh dünyalarına uygun olarak yeni şeyler ortaya koyma lüzumu duyarlar. İçinde yaşadıkları sihirli dünyadan çıkmaları, onların gözünü açar. Değiştirilmesi ve yenilenmesi gereken meseleleri daha iyi görürler. Dolayısıyla da formatlarla oynar, tam bir tecdit ruhuyla yeni sistemler kurarlar.
Bir düzen içerisinde çalışan insanlar zamanın şartlarına ayak uydurabiliyor, sistemlerini revize ederek kendilerini yenileyebiliyorlarsa uzun süre hayatiyetlerini devam ettirebilirler. Tekke ve zaviyelerin uzun asırlar boyunca ayakta kalabilmelerinin sebebi budur. Onlar, farklılık ve yeniliklerle sürekli insanlar üzerinde etkili olmayı, heyecan uyarmayı bilmiş ve kanıksamaya karşı âdeta savaş ilan etmişlerdi. Bunun gibi ülfet ve ünsiyet perdesini dağıtacak vesileler bulabilen, bir taraftan özünü muhafaza ederken diğer yandan sürekli yenilik peşinde olan bir yapı, hayatiyetini uzun süre devam ettirir.
Ne var ki bu, sanıldığı kadar kolay değildir. Çünkü sistemin ahenkli bir şekilde işliyor zannedilmesi; bazen o sistemi yeniden gözden geçirme, ona gerektiğinde müdahale etme, değişmesi gereken yerlerini değiştirme, partallaşmış taraflarını yenileme düşüncesini öldürür; mantık ve muhakemeyi âtıl bırakır. Sistemde dünya kadar mantıksızlık olsa da görülmez. Her şey ezbere gider. Belli şeyler tekrar edilir durur. Bu yüzden, ezber bozacak insanların bulunması çok önemlidir. Ezberciliğin kapanından sıyrılabilmiş, her şeyi bir kere daha bir kere daha gözden geçirebilen insanlara ihtiyaç vardır. Mesela devlet idarelerinde, siyasi sistemlerde, parti teşkilatlarında vs. çoğu iş ezbere dayalı gider. Bu işleri idare edenlerin çoğu hafıza hamalıdır. Bu yüzden ekseriyetle partiler ve devlet adamları kolay kolay dünya siyaseti adına yeni şeyler üretemez, istikbal vaadeden diplomasiler geliştiremez ve sivil inisiyatifleri idare edemezler. Zira ezberlerin bozulmasına, muhkemata bağlı kalmak şartıyla sürekli yeni arayışlara ve yenilik peşinde olunmasına ihtiyaç vardır.
Aslında hazır, sağlam, tutarlı bir sistemin varlığı çok önemlidir. Olması gereken, onun çok iyi değerlendirilmesi, sürekli tahlil ve terkiplerle (analiz ve sentezlerle) yeni şeylerin üretilmesidir. İnsan çok iyi bildiği konularda bile “Acaba?” demeyi, en doğru bildiği hususları bile sorgulamayı ihmal etmemeli. Yerinde, yerçekimi gibi kadimden bu yana kabul edilen tabiat kanunlarını bile yeniden gözden geçirebilmeli. Zira beşerin tespitlerinde her zaman eksikler ve hatalar bulunabilir. Bunları kesin doğru olarak kabul eder ve zihnî birer sabite hâline getirirsek kendi elimizi, kolumuzu kendi kendimize bağlamış, zihnimizi felç etmiş ve yeniliklere açılmanın önemli bir unsuru olan hür düşüncenin önüne set çekmiş oluruz. İnsan, muhkem vahiy hükümlerinin dışında hiçbir şeyin hür düşüncenin önünde engel oluşturmasına müsaade etmemeli ve her zaman yeni fikirlere, yeni buluşlara, yeni gelişmelere açık yaşamalıdır.
Burada şu hususları da hatırlatma lüzumu duyuyorum: Değişim ve yenilenme, fıtrî ve tabiî bir şekilde gerçekleşmelidir. Bu konuda ihtiyaçlar belirleyici olmalıdır. Nelerin değişip nelerin yerinde bırakılacağı çok iyi tespit edilmelidir. İlle de yeni bir şeyler yapacağım diye tekellüflere, lüks ve fantezilere girilmemelidir. İspat-ı nefs adına başkalarının yaptıkları güzel şeyler tahrip edilmemeli, aykırılıklara gidilmemelidir. Alternatif projeler geliştirmeden mevcutlar yıkılmamalı, sırf baş kaldırma saikiyle hiç gereği yokken işleyen sistemlere karşı konulmamalıdır. Aksi takdirde sistem körlüğüne düşmeyelim derken daha büyük çarpıklıklara, kargaşalara yol açılmış olur.