Söz

İlk yaradılış, yokluğun bağrına atılan iki harf ve bir heceden ibaret olan “Kün!”1 sözüyle başlamıştır. Tekten çoğa, vahdetten sonsuza uzayıp giden yollar sözle açığa çıkmış ve kelimelerle aydınlanmıştır.

Kalem ilk yaratıldığında neyi yazacağını bilememiş ve hayrette kalmıştı. Neden sonra kulağına “söz”ün sırrı fısıldanınca, o feryat etmeye, mürekkep de ağlamaya başladı. Ve o gün-bugündür, kalem söze ulaşınca hep çığlık koparır, mürekkep de yaş döker…

Söz olmasaydı, bizler, ezele ait hiçbir şeyi duyamaz ve Yüce Yaratıcı’nın, gönlümüzü, gözümüzü dolduracak esrarını anlayamazdık… Söz, gönüllerde yankılanmadan önce, insanın hayvandan, hayvanın da taştan, topraktan farkı yoktu. Söz sayesinde kâinat bir meşher, Hak’tan gelen kitaplar da birer dellâl kesildi. Söz, zebercet kakmalı bir taç gibi yeryüzü halifesinin başına konunca, varlığın mânâsı ayan oldu ve biz de bütün bütün ondan ibaret hâle geldik…

Yeri-göğü bir araya getirip birbirine bağlayan, dünyayı ukba ile bütünleştiren sözdür. Her ne kadar onun güzelliği ve yüceliği kendiliğinden görülmese de her şey ona muhtaç, her gizli güzelliğin kaynağı da odur.

O, burçları deviren öyle bir sancak ve kaleler fetheden öyle bir bayraktır ki; onun vesâyasına girmeyen cihangirler bir köyü bile fethedememişlerdir. Fatih kumandanlar onun girdikleri yerlere girememiş, sultanlar onun ulaştığı ihtişama ulaşamamış ve hiçbir fâni onun kadar uzun ömürlü olamamıştır. Gelenler gitmiş; gidenler unutulup hafızalardan silinmiş; ama o, hep taptaze ve olduğu gibi kalmıştır.

Söz erleri semavî bülbüllerdir. Onların dilleri, dostların sinelerinin inşirahı, düşmanların da korkulu rüyalarıdır. Bunların dillerinden dökülen söz süngüleri, muhariplerin kılıçlarından daha keskin, mızraklarından daha ürperticidir. Hekimler, kılıç yaralarını, ok yaralarını tedavi edebilmişlerdir; ama, söz yaralarını tedavi ettikleri görülmemiştir. Sözün en müessir ve en içlisini peygamberler, sonra da derecesine göre ilhama açık saf gönüller söylemişlerdir. Söylemiş ve yerinde karanlığın bağrına yağdırdıkları söz oklarıyla zulmetleri delik-deşik etmiş; yerinde sinelere saldıkları beyan kıvılcımlarıyla ruhlarda yangınlar meydana getirmiş ve yerinde de rahmet damlaları şeklindeki kelimeleri dört bir yana saçarak her yeri Cennetlere çevirmişlerdir.

Hele ilham üveyiklerinin kanatlandığı vakit, dudaklarından saçılan incileri toplamak için melekler bile onlara koşmuş ve onların dizlerine kapanmışlardır.

Söz erleri güneş gibidirler; kendilerine rağmen durmadan çevrelerini aydınlatırlar.. derya gibidirler; dünyanın en zengin hazinelerini hem de hiç hissettirmeden sinelerinde taşır ve bir mum gibi etraflarına ışık verir; fakat, başları önlerinde mahcup ve iki büklüm yaşarlar. Halk içinde mütevazilerden daha mütevazi, Hak’la beraber olunca da fevkalâde uyanıktırlar. Çevrelerine yığın yığın cevherler dağıtır dururlar da bunun farkında bile olmazlar. Olmazlar; zira, iç dünyalarında her an daha kıymetli pırlantalar peşindedirler. Buldukları o zebercetten nükteleri açıklarken, sesleri kıyamet sûru gibi çınlar; sihirleri insi-cinni büyüler; meyhanedekiler de mescittekiler de her yandan onların cevherlerine koşar.

Bugün o, Hârut ve Mârut’un büyülerini bile bozan söz sihirbazları var mıdır, yok mudur bilemeyeceğim.. Bildiğim bir şey varsa o da, sözün elden ayağa düşmüş olmasıdır. Günümüzde, söz sarrafı gibi görünenlerin çoğu ilhamsız, ötelere kapalı ve Allah’tan kopuk kimseler… Bu itibarla da, beyan sanatı büyük ölçüde başıboşların elinde.. ilham perisinin kanatları kırık ve ilhama muhtaç gönüllerde de taklit cadıları çadır kurmuş.. bütün bunlardan dolayı dilencilere dendiği gibi “inayet ola!” demekten başka elimizden bir şey gelmiyor.

1 Kün: Arapçadaki “Kâf” ve “Nun” kastedilmektedir.

-+=
Scroll to Top