Sunuş

İnsanoğlu, değişim içerisinde. Sosyal bilimciler, hiç olmazsa pek çoğu, 21. yüzyıla doğru Sanayi Ötesi Toplumu idrak ettiğimizi vurguluyorlar. Bu medeniyet devri, kimliklerde-kişiliklerde çalkantılara yol açıyor. Akılları, ruhları birlikte karmaşıklaştıran süreçler ileride belki durulacak. Ama, her gün, her vesile ile sorguluyoruz: Neyiz, nereye gidiyoruz, ne yapmalıyız?

Kişi, çağın iklimi oluşurken, çevresine, komşusuna, kendisine doğru yeni bir serüven başlatıyor. Pozitivist paradigma enigmaya dönüşmüş. İflas ederken, insanoğlu yaradılışından onca yıl sonra kendini keşfe çıkıyor.

İletişim Devrimi, Bilgi Çağı’nın kapısını aralarken ömrünü tamamlamış maddecilik bizzat pozitif bilimlerin aleyhinde verdiği ifadelerle ölümünü ilan ediyor. “Artık madde (bile) enerjileşmiş ve ruhların gezdiği buudlarda dolaşmaya başlamıştır.” Bilgi teorisi yeniden yapılanıyor.

Tarihin bu “kaderdenk” noktasında kişiyi kimlik ve kişilik buhranlarına düşmeksizin, ona global sorumluluğunu hatırlatacak, onu hayata döndürecek “Işık Süvarileri”ne ihtiyaç her zamankinden fazla… İşte, Fethullah Gülen Hocaefendi, sosyal bilimlerle ilâhî bilimleri sentezleyen, Batı ile Doğu tefekkür sistemlerini buluşturan, ahiretle dünyayı dengeleyen, kalb ve kafayı izdivaç ettiren birikimi ile düşünce ufkumuzda, sadece şu elinizde tuttuğunuz kitaptaki çizgilerle kalmış olsaydı bile huzur dünyanızı yeniden inşa ediyor olacaktı. Okudukça post-modern bir dünya realitesinden kopmadan bir sahabi gibi yaşamanın formülünü buluyorsunuz… Geçmişle gelecek arasında âhenk köprülerinden geçerek, kulluğu tanıyarak, mutlak özgürlüğe ulaşmanın stratejisini gözlemleyerek…

Sürat Çağı’nda, gayesini tanımayan bir hızın, iletişim dinamiklerindeki muhtevasına dikkat çekiyor Hocaefendi. İnsanoğlunun, genlerinin “mühendisliğine” kalkıştığı bir ortamda hayatın giderek süflîleşmesinden ne kadar ızdırap duyduğu belli. “Olumsuzluklar, çarpıklıklar, millî ve milletler arası menfaatlerin kaba kuvvetle çözülmesi” derken yenilenme” diyerek nihilizmin dayatılması, global bir “köy” hâline düşmüş yerkürenin anarşizme sürüklenmesi herkesin ortak ızdırabı olmalı… Ancak, Müslümanların trajedisi daha büyük. Çünkü, çağ, “Yeni Dünya Düzeni” adı altında Haçlı medeniyetinin son saldırısıyla inananlar için “tarihin sonu” olarak kapanmakta… Kendilerine tercih fırsatı tanınmayan Müslüman kitleler, dayatılan bir Medeniyetler Çatışması’’nda ya “vuruşarak çekilecekler” ya da “yeise teslim olup kozalarına büzüşecekler.” Her iki halde de hayattan kopuş, âdeta kaçışın vazgeçilmez hafifliği olmakta…

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bu dönüm noktasında özgünlüğü, gelenekten damıtarak getirdiği ışıkta… “Yeis” diyor “Her türlü kemâlâtı engelleyen bir mânia, iradeyi felç eden bir maraz ve insanı boğan bir bataklıktır.” Öyleyse Hocaefendi, o engin ufkuyla yerkürenin mânevî ikliminin değiştiğini, Yeni Dünya Düzenbazlarının aslında 19.-20. yüzyıllarda Müslümanları mağdur kılan Sanayi Toplumu, ya da emperyalist modernitenin aşılmasına çalışan bilgi çağı insanına karşı, onun özlediği yeni medeniyetin oluşmasına karşı bir tutucu direniş olduğunu okuyor. Müslümanın kendisi için hazırlanan “ancien regime” tezgâhtarlarının tuzağına düşmemeleri gerektiğini haykırarak; Allah’ın hilkatten muradı doğrultusunda filizlenecek bir 21. yüzyılın inşasında İslâm Âlemi’ne en kısa zamanda bir “İman Şantiyesi” kurmalarını öneriyor. “Değişen Dünya’nın Dinamikleri” derken kastettiği, budur!…

“Huysuz ruhlara rağmen”, dünyanın huzur ve barışa kavuşabilmesi için “ayrılık, farklılık handikaplarına” karşı hoşgörü tabyasına sığınmamızı salık veriyor.

“Medeniyetler Diyaloğu”nu sadece uluslar arası boyutlarıyla değil, o çeşitliliği istismar ile millî ölçekte ülkemizi birbirine düşürmek yolundaki “ihraçlara” karşı da dâhilî bir panzehir olarak görüyor. “Gönül İnsanı”na âlemşümul sorumluluğunu hatırlatan bu feryat, mahallîlikten evrenselliğe sıçrayan bir reçete gibi nasıl da hemen berraklaşıveriyor, akıl/vicdan atlasında! “Anarşiste karşı pes etmememizi” öğütlüyor. “İnsanımız, inanç ve ümit üflenerek, ilim ve mârifet pompalanarak, düşünce ve muhakeme kazandırılarak mutlaka bir ruhî rehabilitasyondan geçirilmelidir.” derken, sadece Müslümanlara değil, tüm inananlara hitap ediyor. Çünkü Hocaefendi’ye göre inanmak sevmek demektir. “İnanmak, hakikati olduğu gibi tanıma, sevmek ise bu bilginin hayata geçirilmesi demektir.” “İşte, bilgi çağında ilmin; ama kaynağını bulmuş bilimin nasıl bir ‘Sosyal Entegrasyon’ metodolojisi ürettiği bu satırlarla ortaya çıkıyor. ‘Bilimselliği’, pozitivizmin çıkarcılığına terk etmeden, onu ideolojilere kurban edenlere karşı yaklaşımındaki farkı vurguluyor: ‘İlmî düşüncenin ruhu ve esası sayılan şahsiyet ve karakter, ancak hakikat aşkına dayanırsa istikbal vaad eder.” derken; modernitenin kimlik sorununu, krizlere illet etmiş yaklaşımını bertaraf edercesine çözümün kimlikte değil, kişilikte; “öteki”ni aşağılamakla kendini yüceltmekte, “ben”i putlaştırmakta değil; içe-öze yolculukta bulunduğunu beyan ediyor. Değişimin bağnazlık, ihtiras ve fanatizmden insanî değerlere doğru istikamet üzere olmasını kaydediyor. Çağın en büyük inkılabı da bu ölçüyle ifadesini buluyor.

Bu çerçevede mânevî mirasımız, onun gönül gözüyle, “ukbaya açılan menfezlerdir.” Süleymaniye’ye bakış açısında ilimde ve irfanda zirveye vurmuş bir medeniyetin zarafet olgunluğunu okursunuz satırlarında… Sanıyorum ki, Süleymaniye’yi hiç öyle okumamışsınızdır, mevcut literatürde.

Hocaefendi’nin birikimi sadece muhtevasında değil, sunuşunda da doruklarda gezinir. Şiirselliği nesirde âdeta raksettiren bir anlatım, kelime seçimindeki kuyumcu titizliğinde de görülür.

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “büyüklüğü”, “İnsanlığın İftihar Tablosu”na vefasının nasıl tevazu ile nakşedilmesinde olduğu kadar, O’nu (c.c) tanımayan, O’na kullukta kusurlu olanlara dahi duasını esirgememekteki âlicenâplıkta gizlidir.

“Yeşeren Düşünceler”in bu derlenişinden ben şahsen, nasibim ölçüsünde, hikmetlerle örülü bir nurlu yol buldum.

Nicelerine yararlı olması dileğiyle…

Prof. Dr. Mim Kemal Öke

-+=
Scroll to Top