TAKDİM

İnsanlık, en huzurlu zamanlarını ilâhî mesajları en net ve en berrak şekilde aldığı, yani peygamberlerle müşerref olduğu dönemlerde yaşamıştır. Diğer zamanlarda ise bu nurlu dönemlerin saçtığı ışıklardan istifade edebildiği ölçüde aydınlanmıştır. Hiç şüphesiz burada İlâhî Mesaj’ı olduğu gibi aksettiren peygamberler çok büyük önem kazanmaktadırlar. Bu seçkin ruhlar, keyfiyetini tam idrak edemediğimiz ‘vahiy’ yoluyla aldıkları ilâhî buyrukları insanlara eksiksiz ulaştırmış ve hayatın her safhasında söz ve davranışlarıyla örnek ve önder olmuşlardır. ‘Câmiiyet’i öylesine temsil etmişlerdir ki, vicdanı bozulmamış her bir insan aradığını onlarda bulabilmiş ve tatmin olmuştur.

İlâhî hikmet, bu nurlu peygamberler halkasını Efendimiz’le sona erdirmiştir ve artık bundan öte insanlık, peygamber vârisi rehberlerle yol bulacak ve ilâhî mesajları onların perspektifinden özümseyecektir. İlâhî Mesaj, onlarla misyonlarının niteliği ve kapsamı ölçüsünde farklı tonlarda arz-ı endam etmiş ve toplumların rengini ve boyasını çalmıştır. Bu ilâhî boyanın renginin parlaklığı da, hiç şüphesiz bir yandan peygamber vârisi rehberlerin Peygamber’e ittiba ve O’na veraset misyonundaki hassasiyetleri, diğer yandan, tâbilerin o boya ile boyanabilme kapasitesiyle doğru orantılı olmuştur.

Günümüze gelince, değişim ve dönüşümlerin hızlandığı, tekârüb-ü zaman ve mekânın yaşandığı bir dönemde bulunuyoruz. Günümüz insanı, maddenin dar çeperleri arasında insan ruhunun preslendiği ve İlâhî Mesaj’ı tam olarak almasına mani bataklıklarda boğulduğu bir dönemi yaşıyor.

İşte böylesi dönemlerde peygamber soluklularına olan ihtiyacımız, ekmek ve su ihtiyacımızdan çok daha fazladır. Zira ekmek ve su bedenimizi besleyebilir ama, hem dünyamızı hem de ahiretimizi kurtarma meselesine gelince o, ancak bu seçkinlerin mesajlarıyla mümkün olabilecektir. Kitaplarda yazılı bulduğumuz Kur’ân ve Sünnet’i, yaşayan ve yaşamada ölçü hüviyetiyle birer projektör halinde yolumuza tutan ve hayatımıza hayat yapar tarzda takdim eden bu rehberler, bir taraftan Kur’ân’a ve Sünnet’e içinde bulundukları zaman ve mekânın içinden bakarken, diğer taraftan, bunların evrenselliğine hayatlarıyla imza atmaktadırlar.

Biraz açacak olursak; bütün insanlar, Kur’ân ve Sünnet’e doğrudan müracaat etme imkânını elde edemezler; etseler de, onları inanç, düşünce ve davranış planında hayatlarına hayat yapacak, hayatlarının her ânını onlarla aydınlatacak bir seviyede onları anlayamazlar. Dolayısıyla, insanlar içinde her zaman onları ellerinden tutup Kur’ân ve Sünnet’in semasına çıkaran rehberler olagelmiştir ve bundan böyle de olacaktır. Bunlar, kimi zaman öncelikle bir mânâ mürşidi, kimi zaman her şeyden evvel bir ilim adamı, kimi zaman da âdil ve muktedir bir devlet adamı olarak ortaya çıkmıştır. Ortak vasıfları ise, Kur’ân ve Sünnet’in ruhunu çok iyi kavramış olmalarıdır. Bunlar, kendi dönemlerinde ihmal edilen meseleler veya inhiraflar karşısında tavırlarını ortaya koymuş ve tecdit vazifelerini yerine getirmişlerdir.

İnsanlık, ilmî gelişmelere teknolojiyi de katarak 20. yüzyıla girerken, içine düştüğü mahmurlukla İslâm mirasını geriye itti ve onunla arasına kalın bir set çekti. İslâm dünyası ve tabiî ki Türkiye olarak biz de bundan nasibimizi aldık ve neticede mâneviyata kapalı nesiller yetişti. Ancak himmet ehli zatlarca tüttürülen ocaklar sayesinde nesiller, Kur’ân’ı ve Sünnet’i gittikçe yeni baştan keşfetmeye ve öğrenmeye başladı. Bu vetirede Kur’an ve Sünnet’le, İslâm mirasıyla ilk tanışma, ilk ihsaslar çok önemliydi. Bu noktada da önümüzde önemli rehberleri gördük. Şüphesiz bu rehberlerin iç dünyalarının enginliği, İslâm’ın ruhunu kavramaları ve ilmî derinlikleriyle beraber basiret ve firasetleri, yönlendirdikleri insanlar üzerinde etkisini gösterecek ve şekillenme de bu istikamette olacaktı ve oldu da.

Bugün artık büyük çoğunluğu itibarıyla insanımız, inandığı değerlerden endişe etmiyor ama, evrensel olan Kur’ân ve Sünnet’i ve bunların ruhunu, günümüzün gözüne gösterecek, ruhlarına duyuracak, akıllarına takdim edecek rehberlere ihtiyacımız her zaman devam ediyor. Modern akım, anlayış ve yaklaşımların hayatın her safhasına el atması karşısında insanımız, kendi değerlerinin hayatın her safhasına bakışını anlamak ve karşılaştığı bütün problemlere çözümler ve alternatifler getirdiğini görmek istiyor. İşte günümüzde bu arayışa belki de en etkili, en kapsamlı ve en ikna edici cevap verenlerin başında M. Fethullah Gülen Hocaefendi gelmektedir. Varlığa bir kere daha ve İslâm’ın perspektifinden ama zaman ve şartlar açısından yepyeni bir bakış açısıyla bakmak, belki de bizim gerçek rönesansımız olacaktır diyen Hocaefendi’nin hayalleri hep bu rönesansla süslenmiş ve hatta o buna “gaye-i hayal” demiştir.

İşte elinizdeki bu eser, kitaplarda yaşayan ama birkaç asır önce insanların zihinlerinde sönmeye yüz tutmuş bulunan muhteşem İslâm kültürünü günümüz dünyasına taşıması ve geleceğin rönesansına zemin oluşturması adına çok büyük bir önem ifade etmektedir. Hocaefendi, kitabın sayfaları arasında son asırlarında Osmanlıların artık gerçekleştirmekten uzaklaştığı bu rönesans için şunları söyler:

“… Belki ilk kabilevî fütuhat döneminde bu olmamıştı ve olamayabilirdi de; ancak devlet, devlet olarak sistemleşip oturaklaşınca bir ilim düşüncesi ve bir rönesans gerçekleştirilebilirdi.”

“… Biz niyetlerimizin sadık kullarıyız. Bir insanın, birkaç neslin, birkaç asrın tahakkuk ettirmeye ömrünün yetmeyeceği koskocaman bir gaye-i hayalin peşindeyiz. Ama akıllı isek, şimdiden buna sahip çıkar, niyetimize göre onun mükâfatını alabiliriz. Çünkü mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır.”

O, bir başka yerde de şu ifadelere yer verir:

“İlim, hızla küreselleşen, –hadisin ifadesiyle– tekârüb-ü zaman ve tekârüb-ü mekâna, yani zaman ve mekândaki mesafelerin kısalmasına kayan bir dünyada çok önemli bir yer işgal edecektir. İşte bu noktada önemli olan, bizim böyle bir dünyaya hazır olup olmayışımızdır. Gerçi bugün hem Türkiye hem de dünyanın değişik ülkelerinde birçok ilim adamımız var; ama kanaat-i âcizanemce bu topyekün bir Asya’yı da beraber kucaklayacak olan büyük bir dünyanın kurulması için yeterli değildir. Bunun için bugün Türkiye’de, yeni bir düşünce, yeni bir anlayış ve yeni bir hayat felsefesiyle yeni eğitim müesseselerine ihtiyaç var. Yeni nesiller, ta kreşlerden ele alınarak ortaokul, liselere, oradan da milletleri adına kendilerini ispat edecekleri değişik anşlarda uzmanlaşmalara kadar hayatın her ünitesinde bir seferberlik ilan etme mecburiyetindeler. Gelecekte her şey gücünü ilimden alacağına göre, böyle bir geleceğin ilim üzerinde örgülenmesi, ancak bu şekilde bir gayretle mümkün olabilecektir.”

M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Prizma adıyla çıkan kitaplarına mahrutî olarak baktığımızda, bağrında medeniyetler yetiştiren bir dinin müntesiplerinin hâlihazırdaki durumu karşısında kıvranan ruhların beklentilerine cevap verebilecek bir muhtevayı görürüz. Modern çağ karşısında maddeten ve mânen yenik düşmüş, değerlerinden endişeye kapılmış ruhlar için kendi değerleri üzerinde dimdik ayakta duran ve devrin bütün problemlerine mukavemet edebilecek iradeyi gösteren bir ruhun ilhamlarıdır bunlar.

Elinizdeki kitap, Prizma ismiyle çıkan serinin üçüncü kitabı. Serinin daha önceki kitapları gibi Prizma-3 de Hocaefendi’nin değişik zaman ve zeminlerde sorulan sorulara verdiği irticalî cevaplardan hazırlandı.

Prizma-3’te okuyacağınız yazılar, engin ve hazmedilmiş bir Kur’ân ve Sünnet kültürünün, dinî, sosyal ve kültürel meseleler üzerinde yaptığı gezintinin notlarıdır. Dinî literatürün ağırlıklı olarak göze çarptığı yazılarda, nefsin akıl almaz oyunlarından hümanizmaya, oradan tebliğ, Hz. Mesih ve misyonu, hoşgörü ve diyaloga, oradan da amellerin fizikî tezahürlerine kadar çok farklı konularda farklı ve orijinal yaklaşımlar bulmak mümkündür.

Öncekiler gibi Prizma-3 de, beş bölümden oluşmaktadır: Perspektif, Düşünce Boyutu, Din Ekseni Etrafında, Büyüteç ve Aktüel.

“Aktüel” bölümünde yer alan hoşgörü ve diyalog yazıları, M. Fethullah Gülen’in Konuşma ve Yazılarında Hoşgörü ve Diyalog İklimi adıyla yayımlanan eserinde de yer almaktadır. Ama buraya alınanlar, “Aktüel” bölümünü ilgilendiren konuların kapsamında olmuştur. Hoşgörü ve diyalogun elifbası diyebileceğimiz çok önemli bilgileri ve esasları bu bölümde bulabilmekteyiz. “Din Ekseni Etrafında” bölümünde yer alan ‘Bazı Tasavvufî Esaslardan Kesitler’ başlığını taşıyan yazıda mucize, keramet ve istidraç gibi anahtar kavramlar açıklığa kavuşturulmakta ve tasavvuf yolunda karşılaşılan handikaplara dikkat çekilmektedir ki, bu mesele, her zaman olduğu gibi günümüzde de öneminden bir şey kaybetmemiştir. Yine aynı bölümde Allah’a (celle celâluhu) ulaşmanın âdâb ve erkânına ait temel hususlar ve Allah’ın varlığının canlı misallerinden örnekler sunulmaktadır.

Eser, serinin önceki iki kitabında olduğu gibi, varlığa ait pek çok meseleyi de prizma süzgecinden geçirerek bizlere takdim etmektedir. Herhâlde bize düşen de, onu anlamak için derinliklerinde seyahate çıkmak olsa gerektir.

Son olarak, kitabın hazırlanmasında emeği geçenlere teşekkürlerimizi sunuyor ve Hocamızın ilim irfan dünyasından bunun gibi nice eserler bekliyoruz.

23 Ekim 1998

Selçuk Camcı

-+=
Scroll to Top