TAKDİM

İnsan ebediyete yürüyen bir yolcu. Bu yolculuğun kısa duraklarından birisidir yalnızca dünyadaki yaşamı. Fakat insan ebediyete ait atkıları burada dokur. Fahr-i Kâinat o enfes ifadeleriyle dünyayı bir tarlaya benzetir. Ebediyetin tarlası… İnsan ötelere ait her şeyini buraya eker, buraya diker. İlk gözyaşlarını buraya akıtır. Alın terini, yaşama cehd ve gayretini, hayalinin ve tasavvurunun bütün uzantılarını buraya döker. Maddî ve mânevî şahsiyetini burada oluşturur. Bir bakıma insan, duygu, düşünce, inanç ve tasavvurlarıyla içinde tıkır tıkır işleyen bir saat gibidir. Her şeyiyle yolcudur âdeta. Yürüyen bir merdiven gibi, söz ve eylemlerini ektiği tarlası da hareket halindedir. Böylesine hareketli bir düzenek içinde olan insanın en fazla ihtiyaç duyduğu şey de yol azığı ve yol haritası olsa gerektir.

İslâm irfanında nefis daima bir ata benzetilir. İnsanı ebediyete taşıyacak olan odur çünkü. Pek çok insan nefsinden emin olmak için onu öldüresiye tahrip etmek ve yormak ister. Oysa “nefsi öldürmek” tabiri İslâm irfanına yabancı bir şeydir. İslâm’da esas olan onu öldürmek ve tahrip etmek değil, terbiye ve tezkiye etmektir. Azgınlık tıpkı serkeş atta olduğu gibi insan nefsinin temel vasıflarından birisidir. İyi bir jokey olamazsanız atınızla her zaman başınız belâda demektir. Öyleyse insanın ebediyete yürüyüşünü bir atın ritmik koşusuna benzetebiliriz. Bu uzun maratonun sırrı, nefes düzeni ile ayak hareketi arasındaki ritimde gizlidir. Bu ritmi kaybettiğiniz ya da bozduğunuz an, sizin yolunuz ve maratonunuz da yarım kalmış demektir. İslâm irfanında nefsin aşırı yorulması ve tahrip edilmesi, tıpkı acemi jokeyin atın karın boşluğuna düzensiz ayak vuruşuyla, onun nefes ve koşu ritmini altüst etmesine teşbih edilmiştir. İyi bir at, üzerine binen insanın huyunu daha ilk hareketinden tanıyabilir. İlk hareket atınız ile aranızdaki ilişkinin niteliğini belirler. Bunu iyi bilen usta bir jokey ata biner binmez, gemlere hafif bir dokunuşla ata mesaj gönderir âdeta. Bu hareket aslında bundan sonra birbirinin hukukuna ve yol ilkelerine hassasiyetle riayet edileceğini de ima ve ifade eder. Bu yüzden eskiler “At sahibine göre kişner.” demişlerdir. Enfes bir benzetme!.. İnsan huysuz bir atla nasıl bir ömür düzenli yol alabilir ki!.

Demek ki yalnızca iyi bir seyis olmak yetmiyor, iyi bir jokey de olmalı insan. Huysuz at, azdırılmış bir nefistir. Pimi çekilmiş bomba gibi bir şey… Patlamış bir yanardağ ya da taşmış bir okyanusa da benzetebiliriz. Nefis okyanusunuz bir kez taştıysa, artık tüm hâsseleriniz, akıl, kalb, ruh ve vicdan mekanizmalarınız su altındadır demektir. Tarlanız sular altında kaldıysa onda ahirete ait bir şeyler bitiremez ve üretemezsiniz.

Bu yolculuğu daha pek çok şeye benzetebiliriz. Neye teşbih edersek edelim, sonuç değişmeyecektir. Çünkü her yolculuk için gerekli olan şeyler aynıdır: Yol mülâhazaları… İnsan hayatı âdeta mülâhazalar üzerine kuruludur. Onları doğru kurgulamadığı zaman, enerjisini boşa harcamış gibi her seferinde başa döner. İç mülâhazaları insanın nefsiyle ve Rabbiyle olan ilişkisini de tezahür ettiren temel insanî hâsiyetlerdendir. Bu yüzden insan bazen yalnızca mülâhazalarıyla tartılır Allah’ın indinde. Söz ve eyleminin niteliğini onlar belirler. Bazen ince mülâhazalar nefsin minderleri gibidir ve onun minderinde onunla güreşebilecek pek az pehlivan çıkmıştır. Pek çok insan güreşi bu “mülâhazalar zemininde” kaybeder. Çünkü burası temkin ve teyakkuz zeminidir. İnsan pek çok kez günah işler. Bazen gafletinin, bazen de cehaletinin kurbanı olur. Bütün bu aldanmışlıkların arkasında, temkin ve teyakkuz eksikliği vardır.

Hâsılı insan hangi açıdan bakarsak bakalım, yeryüzündeki var oluş amacına yönelen bir yolcudur. Bu yüzden de daima bir yol ve yön pusulasına ihtiyaç duyar. İnsan hayatı dehşet verici iniş ve yokuşlarla doludur. Ve insan aklen, ruhen ve kalben herhangi bir kırılmaya ve dökülmeye maruz kalmadan bu yokuşları aşmak zorundadır.

İşte “Yol Mülâhazaları” insanın ebedî yolculuğunda bu yolun açmazlarına, kritik yönlerine, güven verici ya da yolculuk emniyetini tehdit eden unsurlarına yönelik enfes tespitleri ve tahlilleri içermektedir. İnsan denen meçhul varlığın ruhî, psikolojik ve iç dokusuna derinlemesine nüfuz eden gözlem, müşahede ve keşifleri içermektedir. Haddizatında her yolculuk, öncesinde az-çok bir keşif gerektirir. İslâm irfan tarihi, insanın derûnuna seyahat yapmış tecrübeli dimağlardan oluşan altın bir silsileye sahiptir. Öyle ki hangisini okursak, insan denen meçhul ve muhteşem varlığın bir yönünü keşfederiz. Bu eşsiz irfanî kavramlar ve şahsiyetler bize, insanın derûnuna ait zengin mânevî ve psikolojik enstrümanlar sunar.

“Yol Mülâhazaları”, M. F. Gülen Hocaefendi’nin o zengin ve derin insan ve nefis tahlillerinden derlenmiş bir demetten ibarettir. Allah’a yürekten inanmış ve İslâm’a gönül vermiş samimî bir davetçi olarak o, ebedî yolculuğa ait his, duyuş ve tefekkür tecrübelerini okurla paylaşmaktadır burada. Okuyucu her bahsi kendi ruh ve vicdan aynasına tutarak, yani bir anlamda kendine yönelik okursa, inşâallah bu zengin irfan tecrübesinden azami derecede istifade edeceğine cân-ı gönülden inanıyoruz. Sanıyoruz ki, inanmış her ebediyet yolcusunun bu fikrî ve mânevî tecrübeye ihtiyacı vardır. Buradaki mülâhazalar eskilerin deyimiyle hem bir “akl-ı meâş” hem de bir “akl-ı meâd” defteridir bir anlamda. Yani okur, insanın dünyasına ait aklânî tavrı ile ahiret ve ebediyetine ait irfanî tavrını birleştiren bir tefekkür zemininde bulacaktır kendisini.

Nil Yayınları

-+=
Scroll to Top