Takdim

Öteden beri “kader meselesi” ayakların kaydığı bir zemin telakki edildiği için İslâm büyükleri, âyet ve hadislerle icmalen en temel ölçüyü tespit etmişler fakat halkın, anlayamayacakları ayrıntılarda tereddüde düşüp boğulmalarını önlemek gayesiyle de derin ve teferruatlı yönleri ulu orta mevzuubahis etmemişlerdir. Böyle yapmakla da bilhassa avam halkı bilmedikleri vadilerde kaybolma tehlikesinden korumuşlardır.

Fakat zamanla dünya çapında gelişen materyalist anlayış, bazı rejimlerin esası hâline gelip, bütün dünyadaki eğitim sistemlerinin de temelini oluşturunca, tehlike çanları bizde de çalmaya başlamıştı. Çünkü ürettiği şüphe ve tereddütlerle tenkit gücünü geliştiren materyalizm, artık İslâm ülkelerindeki eğitim yuvalarında da bir moda gibi yayılma istidadı göstermişti. Müslümanların, ele alırken hassasiyet gösterdikleri kader meselesinin, bilhassa üzerinde duran materyalistler, bu noktayı, hücum edecek yumuşak bir karın saymışlar ve var güçleriyle yüklenmişlerdir.

Dinî eğitimden tecrit edilen yeni nesiller teksif edilen bu hücumlar karşısında zayıf ve korumasız kaldıkları için, –tabir mazur görülsün– sersemleştiler. Pek çokları, inkâr girdabına kapılmaktan kurtulamadılar. Bu konuda bizim düşünürlerimiz de hazırlıksızlığın şokunu yaşıyordu. Asırlar önce yapılmış olan yığınaklar ise bugünün tarz-ı telakkisine göre değildi. Çünkü inanca karşı tavır alan bir kısım insanlar, evvelâ bir şahs-ı mânevî hâlinde beynelmilel çalışıyordu. İkinci olarak sadece yıkmayı hedefliyordu. Hâlbuki tamir zordu. Üçüncü olarak sarî bir hastalık gibi üniversite ve liselerde inkâr modası başını almış gidiyordu. Güç dengesi olarak da onlar ağır basıyordu… Kahvelere kadar yayılan bu korkunç gelişme, vicdan ehli herkesi dehşete düşürüyordu.

İşte böyle bir zamanda M. Fethullah Gülen Hocaefendi, cami kürsülerinden kahvehanelere, bilhassa üniversite muhitlerine kadar geniş bir alanda sohbetlerini, soru-cevap şeklinde sürdürmeye başladı. Bu hizmetlerin pek çoğuna bizim kuşak bizzat şahitti. Her yerde her seviyeden insan, kafasına takılan veya birileri tarafından üflenen soruları çekinmeden kendisine soruyor ve cevabını alıyordu. Bilhassa kader üzerine en muğlak ve mudill sorulara verilen açık ve parlak cevaplar, kalb ve kafaları her türlü fikrî teşviş ve teşevvüşten halas ediyordu. Biz geliş ve gidişlerdeki farklılığı yani karşılaşma öncesi kayıtsızlık hatta zaman zaman şımarıklığın, neticede saygı ve hayranlığa döndüğünü bizzat görüyorduk.

Verilen cevaplar, yapılan sohbetler teyp kasetlerinde tespit ediliyor, tekrar tekrar dinleniyor, sonra çözülüp kâğıda aktarılıyordu. Pek çok genç bunlardan elde ettikleri donelere dayanarak yine kendi arkadaş çevrelerinin inkâr bataklığından kurtuluşuna vesile oluyorlardı.

Çünkü söylenenler bir kuru mantığın ifadeleri değildi. Bilakis bunlar, teslimiyeti kırılıp saygısı berhava olmuş bedbaht bir neslin, inkâr girdabında boğuluşunu seyreden yaşlı gözlerin ve hüzün dolu bir kalbin dualarının meyveleriydi. Onun için niceleri, bu sımsıcak sözlerle kendine geliyor, alması gereken yeri alıyor ve şaşkınlık içinde kalmış arkadaşları için “Ben de onların elinden nasıl tutabilirim?” diye düşünmeye başlıyorlardı. Evet, soru sorma nezaketini bile bilmeyen gençlerin hâlini gördükçe derin bir ızdırapla kıvranan ve Kur’ân-ı Kerim’in her derde deva olan atmosferinde çare arayan bir vicdanın ihtizazlarına ilâhî mesaj, feyizleriyle cevap yağdırıyor ve vâridât bir hekim-i hâzık dikkat ve ihtimamıyla ifadelere dökülüyordu. Allah’ın izniyle bunların gönül dünyalarındaki yankıları da güzel oluyordu.

Kader konusu, tarif ve tanıtılma şekliyle çok genişçe ele alınıyor hatta Marks’ın bile tasdike mecbur olduğu noktalar muhataplara gösteriliyordu. Geniş mânâsı ile atom ve kâinat nizamından çekirdek ve tohuma, hatta spermlere varıncaya kadar, kader gerçeğinin cereyan sahası gözler önüne seriliyordu. Jean’ın haklılığı tespit edildikten sonra “Kompüterlerin keşfiyle de anlaşılmıştır ki, kâinatta yaradılan her varlık yaratılışı ile birlikte programlanmıştır.” hükmü veriliyordu.

Bütün bunların yanında aslında kader sırrının insanın vicdanında adım adım çözülme bahtiyarlığının meselenin en mühim noktasını teşkil ettiği de ihtar ediliyordu. Bu yüzden işin başındaki mübtedi ile, iman, ihlâs ve ubûdiyetteki derinliği ile ilerleyip intihaya ulaşmış kişilerin kader mevzuunu anlama ve kavrama farklarına da dikkat çekiliyordu. İlm-i simanın inceliklerine vâkıf olma ve ruhun mahiyet ve fonksiyonlarına muttali olmakla keşfedilen bazı sırların yine kadere düğümlendikleri de ifade ediliyordu. Öbür taraftan nisbî ve izafî bir varlığa sahip olan çelimsiz iradenin de hakkı veriliyordu. İnsanın mesuliyetini kabulle birlikte gurur hakkı olmama mevzuunda vicdanın ele alınışındaki ölçüden, Elest bezminde dudağı “Bela” şerbetiyle ıslanmasına kadar yine vicdanın şahitliğinin gerçekliği basiret ehline tefhime çalışılıyor, sorulan bazı sorulara verilen cevapların enfesliği de ayrı bir güzellik arz ediyordu.

Şu anda derli toplu bir kitap olarak istifademize sunulan bu eserin ilk üç bölümü Muhterem Hocaefendi’nin “Kader” adı altında yapmış olduğu seri vaazları ihtiva etmektedir. Bu vaazlar, önce dökümü yapılmış, sonra yazı diline çevrilerek, Hocamızın tashihine sunulmuş, tashih sonrası da âyet ve hadis tahriçleri yapılmıştır. Kitabın dördüncü bölümü ise yine Hocaefendi’nin kader hakkında kendisine muhtelif vesilelerle sorulan sorulara verdiği cevaplardır. Kitabın sonuna okuyucuların istifadesi adına karma indeks ilave edilmiştir.

Evet, “Kitap ve Sünnet Perspektifinde Kader kitabı aynı zamanda bir müracaat kaynağımızdır. Günümüzde o sistemli hücumlar durmuş gibi görünüyor ama; nefis ve şeytanımızdan gelen ve iç dünyamızı zaman zaman karmakarışık hâle sokan bazı ilkaat için bu şifabahş cevaplara şiddetle ihtiyaç hâsıl oluyor. Aslında bütünüyle bu eser sadece bazı soruların cevaplarından ibaret de değil. Evet, bu hakikatler kalb, kafa ve vicdan itminanımız için sık sık başvuracağımız nur hüzmeleridir.

Ama esas hizmet, daha doğrusu cihanşümul hizmet bundan sonra başlayacaktır. Çünkü bunlardan hiç haberi olmayan başta Batı ve Amerika olmak üzere bütün dünya, ekmek-su gibi bu çeşit şifabahş eserlere muhtaçtır. Onun için inşâallah çok kısa bir zamanda başta İngilizce olmak üzere, diğer dünya dillerine tercüme edilecektir.

Bu vesile ile Hocamıza teşekkür eder, bu hayırlı hizmete emeği geçen bahtiyarları da tebrik ederiz. Cenâb-ı Hak, Hocaefendi’yi hizmetlerinin itmamına muvaffak kılsın ve hayırlı ömürlerle muammer eylesin.

Safvet SENİH

-+=
Scroll to Top