Takdim
Büyük Türkiye’nin Geleceğine Bir Katkı
“Biz, bizden evvelkilerin ekip biçtikleriyiz;
Ziyade derinliği olan eserleri, bunlarla elektriklenerek aksiyona geçen hamiyetler ve bunların ortaya koydukları sayısız maarif müesseseleriyle memleketimizin irfan ve fikir hayatında müstesna bir yer tutan muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Çekirdekten Çınara adlı bu son eseri,1 bir takdim yazısı hazırlamak üzere bana intikal ettirilince kitabı önce baştan sona bir kere okudum.
Gördüm ki bu iş o kadar kolay değil. Çünkü, terbiye gibi müfredatı fazla zengin olan bir sâhanın pek çok meselesine âyet ve hadisler çerçevesinde öz olarak yer verilmiş ve birçok mesajlar dercedilmiş. Muhtevanın tamamına okuyucunun dikkatini çekmek mümkün değil, bazılarını tercihin de zorlukları var, çünkü hepsi önemli. Buna rağmen, eserde, ilk sayfalardan son sayfalara kadar şuurla, sistemle tekrar edilen birkaç hususla, dikkatlere arz edilmesinde gerek duyduğumuz bazı noktaları, –müellifinin üslûbuna uygun olarak– tekrarlı ve vurgulu şekilde nazara vermeyi uygun gördüm.
İlk belirtmek istediğim husus, nice zenginlik ve inceliklerle dantelleştirilmiş böylesi sıra dışı bir kitaba “Çekirdekten Çınara” isminin, pek mütevazı kalmış olmasıdır. Bu sebeple, dış kapağa yansımayacak bile olsa, kanaatimi, okuyucularla paylaşmak üzere, sözün başında, –kitabı daha okurken, gayr-i ihtiyari aklıma geliveren– “Büyük Türkiye’nin Geleceğine Bir Katkı veya Çocuk Terbiyesi” ismini daha uygun bulduğumu belirtmek istiyorum. Kitaba; biraz da, yurdumuzda istikbale matuf, tamamıyla milletimizin yararı adına uzun vadeli projelere göre adım atan, aksiyon ortaya koyan, bir kişinin eseri olarak bakarsak teklif edilen ismin uygunluğu anlaşılır.
Bu çerçevede, eseri, en az Türkiye çapında yeni bir aksiyonun, yeni bir başlangıcın startı olarak görmek mübalağalı olmaz. Nitekim müellifin müteakip ifadeleri arasında şu cümlelere de rastlayacağız: “Aile cemiyetin en önemli rüknüdür. Bu rüknün sağlamlığı millet ve devletin de sağlamlığı demektir. Öyleyse milletin ve devletin bu temel rüknü kat’iyen projesiz ve plansız bırakılmamalıdır.”
Tekrarla vurgulamak isterim: Bu eser, ismine bakılarak piyasada onlarcasına rastlayacağımız, çoğu kere terbiye vak’asını yeterince kavrayamamış kişiler tarafından, batılı yazarlardan anlaşılmadan aparılmış, –nice pasajlarında bizim dünyamıza, Türkiye’nin içtimaî şartlarına uyum sağlamayan– çocuk terbiyesi kitaplarıyla karıştırılmamalıdır.
Sözün başında isme takılmamızın esas mühim sebebi eserin muhtevasıdır:
Okuyucunun anlayacağı, alacağı, –pratiğe aktarılmasının şahsî gücü ve imkânı dahilinde bulunduğuna ikna olacağı– çok mesaj var.
Ve hemen belirteyim: Eserde, terbiye meselesi, anlaşılması gereken çap ve vüs’atte ve kendi şartlarımıza uygun muhtevada vaz’edilmiştir. Okununca görüleceği üzere, terbiyenin gayesi ferd ve aile planında iyi ve mükemmel kişilere ulaşmakla sınırlı değildir. Asıl gaye, Hocaefendi’nin orijinal ifadesiyle: “Büyük Türkiye’nin geleceğine bir katkı –ki bu her vatandaşın mefkûresi olmalıdır– ideal fert ve ideal ailelerin mevcudiyetine vâbestedir.” Bu telâkkinin sevkiyle, kitapta öncelikle “evlenme” ve “aile” bahislerine yer verilmiş, terbiye ile ilgili bahisler müteakiben ele alınmıştır.
Sistematik
Eserin sistematiği de dikkat çekici. Terbiye hâdisesi, belli yaşa gelmiş çocukların eğitilmesi gibi hayatın bütününden kopuk münferit bir vak’a olarak algılanmaz. Bilakis, âyet ve hadislerde yer verildiği üzere, anne olarak seçilecek kadında aranacak evsaftan başlatılıp ölünceye kadar safha safha devam eden uzun bir vetire olarak telâkki edilir. Ve bu anlayışın gereği olarak;
Giriş’te okuyucuyu, terbiye meselesinin ehemmiyeti, vüs’ati gibi hususlarda ikna etmek üzere, umumi meselelere yer verilir. Sözgelimi “Ahlâk anlayışımız” diye başlayan bu kısımda “Milletlerin Yıkılışı”, “Yüksek Ahlâk”, “Dünya Hayatının Ziynetleri”, “A’lâ-yı İlliyyin-i İnsaniyet” vs. şeklinde biri diğerinden uzak gibi görünen başlıklar altında mü’min kişiyi ikna edici âyet ve hadis ağırlıklı delillerle terbiyenin ehemmiyeti üzerine birbirini tamamlayıcı bilgiler sunulur.
Sonra terbiye vetiresinin safhaları ve meseleleri içerisinde yer alan “Evlilik”, “Aile”, “Terbiyede hassasiyet”, “Çocuğun dinî eğitimi”, “Nasıl anlatmalı?”, “Terbiyenin buudları”, “Kur’ânî ve Kur’ân dışı terbiyenin mukayesesi” gibi birbirinden ehemmiyetli ve bir o kadar da ilgi çekici yedi konu işlenir.
Muhteva ile ilgili bu kısa açıklamadan sonra, çalışmada ehemmiyet arz eden bir iki hususa dikkat çekmek istiyorum.
Ailenin Önemi
Muhterem Gülen’e göre, terbiye denilince akla ilk gelen şey ailedir. Çünkü “Aile, talim ve terbiyede en birinci ocak, en birinci mektep, en birinci okuldur.” “Terbiye, yuvadan başlamalı ki kalıcı olsun. Yuva terbiye esasları üzerine kurulmamışsa, cemiyetin terbiyeli olması da düşünülemez.” Hele Büyük Türkiye’yi kuracak nesil söz konusu ise, her aile bu terbiyeyi vermeye lâyık olamaz. Çünkü “İdeal nesiller için her şeyden önce ideal bir yuvaya ihtiyaç var.” “Aile cemiyetin en önemli rüknüdür. Bu rüknün sağlamlığı, millet ve devletin de sağlamlığı demektir.”
Böylesine üzerine titrenen ailenin merkezinde kadın yer almaktadır. Bu sebeple:
Aile reisinin ilk sorumluluğu “müslimât, mü’minât, kânitât, sâdikât, sâbirât, hâşiât, mütesaddıkât, sâimât, hâfizât, zâkirât”tan ve “sâlihât”tan bir hayat arkadaşı seçmektir. İdeal ailede anne-baba, birer terbiye ustası olmalıdırlar. Çocuğun terbiyesinde gerekli olan sorumluluk duygusuna, bilgilere sahip olmalıdırlar: “Anne baba olmak isteyen herkes belli bir seviyede psikoloji, pedagoji ya da en azından Kur’ân’ın bu mevzudaki mücmel prensiplerini bilmeli… insan, mutlaka iyi nesiller yetiştirmenin yollarını öğrenmelidir.”
Bu, aslında yetkililere de bir mesajdır. Devletimiz bazı Avrupa memleketlerinde olduğu üzere, bekarlara, anne ve babalıkla ilgili (terbiye, sağlık, ev ekonomisi gibi) bilgilerin verildiği bir kısım kurslardan geçmeyi, evlenme ruhsatı için şart koşan kanuni düzenlemeler yapabilir. Devletten bunu beklemekle birlikte, gerçekleşinceye kadar, fertlerin kendi kendilerini yetiştirmesi gerekir. Kitapta yer alan bu tavsiyelerin gittikçe artan bir kesafetle yankı bulacağına inanıyoruz.
Çocuk Miktarı
Ailenin öncelikle gayesi neslin devamı; yani çocuk elde etmek ise de kitapta: “Mühim olan derinliktir, ağırlıklı, çaplı olmaktır.” denilerek kaliteli nesil, iyi terbiye verilebilen nesil terviç edilir: “Müslümanlar adet çokluğundan ziyade her şeyi Allah’la münasebete, keyfiyete, iç derinliğe bağlamalıdır.” denir. Yani asrın her şeyi rakamlara dökme çıkmazına düşmeden, herkese, ideal seviyede terbiye verebileceği miktarda çocuk yapması tavsiye edilmiş oluyor.
Terbiyeden Önce Tefekkür
Esere ikna edici bir yön kazandıran husus, okuyucuya hep tefekkürü, muhakemeyi, niçin, neden, sebep aramayı teklif etmesidir. “Terbiyeden önce düşünmek! Neyi iyi, neyi kötü görüyoruz… Çocuklarımızın nasıl yetiştirilmesini düşünüyoruz?… Gece geç vakitlere kadar şurada burada vakit geçirmesine nasıl bakıyoruz… Hangi saatte eve gelirse gelsin kapımızı açacak ve sinemize basacak mıyız?”
Böyle bir tefekkür, kişi için nefis muhasebesidir, bir bakıma terbiye terbiye diyen, çocuğun, eğitimi için nice fedakârlıkları göze alan bizler bu soruları hiç sorduk mu? Çocuklarımıza vermek istediğimiz mukaddes değerler var mı, varsa bunlar nelerdir? Bunları hiç sormadıysak veya sorulunca düşünmeden verilecek cevabımız hazır değilse, kendimizde bir eksiklik yok mudur?. Bu laçkalığın uyarısı çarpıcı:
“Tabiat boşluğu sevmez. Sizin boş bıraktığınız gönlü başkaları doldurur ve siz, hiç farkına varmadan mürted anne veya babası olabilirsiniz.”
Din Eğitimi
Çocuk terbiyesinde din eğitimi öncelikli bir yere sahiptir, geniş yer verilir. Ayrıca bunun metod ve muhtevası üzerinde de ısrarla durulur.
Kur’ân öğretilmeli, ama bu, “sadece ibare ve lâfızlarıyla oyalanma değil.. aksiyon öncelikli, pratik eksenli Kur’ân talebeliği” şeklinde olmalı. Çocuk korku ile tehdit ile ezbere değil, içten gelen arzu ile öğrenmeye sevk edilmeli. Kur’ân öğretimi, hep yapıldığı gibi, kuru bir ezberden ibaret olmamalı, mutlaka ilâhî maksatlar öğretilmeli, çocukta “Kur’ân’ı öğrenme merakı uyandırılmalıdır.” “Ben, ruhsuz Kur’ân okumanın, insanımızı duygusuz hâle getirdiği kanaatindeyim.” denir.
Bu sadedde, öğreticinin formasyon ve metoduna da dikkat çekilir. Sözgelimi “Yirmi beş yaşındaki bir gence on beş yaşı çocuğuna verilmesi gereken dinî bilgi”nin mahzurları hatırlatılırken “her camide çocuklara zebani gibi görünen bazı haşin yaşlılar”a temas edilerek bu işte, vetire kadar eğitimcinin de önemi vurgulanır.
Din eğitimi bahsinde verilen en mühim mesaj, Allah’ı tanıtmada, mekteplerde okutulan bütün ilimlerden, hususen fen ilimlerinden istifade edilmesi noktasındaki ısrarı ve ikna edici açıklamalarıdır. Çocuk hikâyelerinde bile Allah zikrinin geçmesinden rahatsızlıklarını televizyon ekranlarına getirecek kadar mukaddesat muhalefetinin gemi azıya aldığı bir dönemde, çocuk eğitimi üzerine eline kalem alacaklara fevkalâde stratejik ve fevkalâde hayatî bir hedef gösterilmiş olmaktadır. Hamiyet sahiplerinin bu mesajın gereğine göre hareket edeceklerinden emin olabiliriz.
Büyüklerin Formasyonu
Eserin ismiyle ahenktar olmamakla birlikte gayesiyle muvafık olan bir yönü, çocuk değil, büyüklerin, yani terbiyecilerin, yani anne ve babaların formasyonu üzerinde ağırlıklı olarak durmasıdır. Kitap şayet “Anne Babaların Terbiyesi” adını taşısaydı muhtevaya daha uygun düşerdi. Ancak böylesi bir isim nasıl algılanırdı? En azından kendini yeterli bilenler –ki çoğu insanımız böyledir– veya bu hususu hiç düşünmemiş olanlar, tepki ile karşılayabilirlerdi ve eserin tesiri sınırlı kalabilirdi. Ama öyle yapılmamış, büyük bir ustalıkla, çocuğa verilmesi gereken idealler konusunda ikna edilen anne ve babalara, o ideallerin aktarılmasının öncelikli şartının “örneklik” olduğu işlenmiş, baştan sona hemen her bahiste, “terbiyevî sorumluluk” ile “terbiyede başarının terbiyecinin örnek olmasına bağlı olduğu” temaları üzerinde ısrarla durulmuştur. Bir başka ifade ile Kur’ân ve hadisten kaydedilen nasslar aydınlığında İslâmî bir aile nasıl kurulur, İslâmî ailede anne ve babanın birbirleriyle, çocuklarıyla münasebetleri nasıl olmalıdır, ailede dinî hayat nasıl sürdürülmelidir, gibi hususlar öz olarak işlenir.
Evet aynen katılıyoruz: Büyüklere öğretim, nazarî olabilse de “küçüklere öğretim” fiilen göstermekle, öğreteceğimiz her hususu şahsî hayatımızda yaşayarak onlara göstermekle mümkündür. Nitekim, bütün terbiyecilerce bilindiği üzere, çocuğun hayatında taklit esastır ve taklitçilik onlarda, büyüklere nispetle kat kat fazladır, iyi-kötü her şeyi çevreden görerek, taklit ederek hayatlarıyla bütünleştirip meleke hâline getirirler.
İşte bu sebeple, ele alınan bütün bahislerde, ibadetten beşerî münasebetlere, ahlâkî erdemlere… Allah’a yakarışa varıncaya kadar –çocuğa verilmek istenen ve dinin de emrettiği– bütün güzelliklerin, ilâhî emirlerin, anne ve babalar tarafından fiilen işlenerek yetiştirilen nesle örnek olunması, lisan-ı kâlden önce lisan-ı hâlle ders verilmesi gereği işlenir, tekrar edilir, tarihten misaller verilir.
Söylediklerini yaşayışına aksettiremeyen, gözünden bir damla yaş gelmeyen birisinin Allah’a: “Seni andıkça gözyaşlarım ceyhun olur.” demesine benzetilir ve bunun “Allah’a karşı bir yalan, bir mürailik” olduğu söylenir.
Muhterem Gülen Hocaefendi, bütün dünyanın takdirini kazanan başarılarındaki sırrı da keşfetmemize yardımcı olan şu ifadeye de yer verir: “Evet sözler, insanın iç âlemine, ledünniyatına, davranışlarına tercüman olursa duyduğumuz, düşündüğümüz, intikalini kararlaştırdığımız şeyler, rahatlıkla muhatabımızda mâkes bulur. Aksine…”
Bu sadedde hatırlatılması gereken bir uyarı da: “Müspetlerde örnek olunduğu gibi menfilerde, yasaklarda da hassas olunmasıdır.”
Murâkabe
Eserde anne ve babaya terettüp eden çocuğa yönelik en mühim terbiyevî eylemlerden biri olarak murâkabe üzerinde durulur. Ailenin, çocuğu başıboş bırakmayıp, yakın takibe alması, çocuğu, verilmesi gereken idealleri alacak şekilde yönlendirmesi tavsiye edilir. Sadece “çocuğun okuduğu kitapları tanımak, arkadaşlarını tanımak, hatta bunları önceden tayin etmek, belirtmek yeterli değildir. Defter, kalem alacağı yer, terzi, berber, din telkini yapmalı, Allah’ı telkin etmeli, televizyon kullanımı dahi kontrollü olmalıdır.”
Dahası, anne-baba, çocuğun yanındaki muhaverelerine bile dikkat etmeli, bu muhavereler çocuğu ilgilendiren, ona vermek istediğimiz esaslar çerçevesinde olmalı, Allah merkezli olmalıdır.
Bir kısım çevrelerin, insanın en çok yönlendirilmeye muhtaç olduğu bir safhayla ve zamanımız gibi başıboşlara köşe başı tuzakların kurulduğu bir ortamda sistemli olarak, her Allah’ın günü “çocuklara, gençlere müdahale edilmemesi”, “karışılmaması”, “onların serbest bırakılması” gibi propagandaların yapıldığı ve bunun tesiriyle anne babaların ne yapacağını şaşırdığı bir hengamda, Hocaefendi gibi ilmiyle, ihlâsıyla güvenilir bir zatın bu uyarısı, çölde yolunu yitirene bir pusula ve âb-ı hayat hükmüne geçecektir.
Büyük Türkiye idealine uygun nesil yetiştirme aşkına sahip olan nice samimî muhiblerin, bu ideal için önce kendi yaşayışlarını değiştirme gayretine gireceklerine ve bunun tatlı semerelerinin kısa zamanda millî hayatımızda görüleceğine, hissedileceğine şahsen inanıyorum.
Kaynaklar
Eserde yer verilen fikirlere ve tavsiyelere güven veren husus, her bölümde ele alınan ana fikrin âyet ve hadislere dayandırılmış olmasıdır. Ulemanın ittifakına binaen bu nevi eserlerde bilhassa Kütüb-i Sitte’den muktebes hadislerin sıhhat durumunu belirtmeye ciddî bir gerek olmamasına rağmen zayıf olanlar muttarıdan belirtilmiş, bir dipnotta özrü de kaydedilmiştir.
Kaynaklar arasında bazı Şiî büyüklerinin hususen İmam Cafer’in yer alması ve onlara sıkça atıf yapılması çalışmanın bir başka değişik yönünü teşkil etmektedir. Bu tutum, sadece o büyüklerden de istifadeyi sağlamıyor, aynı zamanda Safevi Şiiliğinin getirdiği taassupla birbirinden kopan Şiî ve Sünnî dünya arasında köprü kuruyor, muhabbet ve kardeşlik kapılarını aralıyor. Bediüzzaman’ın başlatmış olduğu bu tavra Müslümanların sistematik şekilde birbirlerinden koparıldığı zamanımızda gerçekten ihtiyaç var.
Tam Güven Veren Tavsiyeler
Eserin sıradan terbiye kitaplarından farklı olan ve burada belirtilmesi gereken bir hususiyeti, ileri sürülen fikirler, tavsiye edilen düsturlar ve gösterilen hedef veya öngörülen pratiklerde kesin ifadelere yer verilmiş olmasıdır.
İfadeler kesindir, çünkü kaynakları âyet veya hadistir. Muhterem Gülen, bir yerde bu hususu açıklama ihtiyacı duyarak: “Değer hükümleri ve yargılarında çok katı ve tereddütsüz cümleler kullanıyorsak, bu konuya Kur’ân ve Sünnet perspektifinden bakabildiğimiz inancı ve en azından o istikametteki kavi zannımıza bağlıdır.” der.
Bu, bizce mühim bir husustur. Çünkü, mü’min kişi için güvenilecek, itimat edilecek düstur ve istikametlerin kaynağı kudsî olmalıdır; yani Kur’ân’dan veya hadisten gelmiş olmalıdır. Hocaefendi’yi sevenlerin, itimat edenlerin yurdumuzdaki çokluğu ve bunların ekseriyetle tuttuğunu koparacak gençler olmaları ve hatta şuur ve entelektüel seviyeleri göz önüne alındıkta, “Büyük Türkiye” idealine uygun nesil yetiştirmede daha kesif, daha sistemli yeni bir dönemin başlayacağını, eserin neşrinin, üçüncü bin yılın başına rastlamasının manidar bir tevafuk, bir fe’l-i hayr olduğunu söylemek münasip olur. Şahsen, 80 öncesi yıllarda sınırlı bir dinleyici kitlesine vaaz suretinde sunulan fikirlerin yeni bir bin yılın başında kitaplaştırılmasında şöyle bir mesaj hissediyorum:
– Ey Büyük Türkiye Leyla’sının Mecnunları! İdealinizi en az Mecnun kadar sevin. Ancak bu Leyla’ya kavuşmanın yolu başkadır, mecnunluğu bırakın, derlenip toparlanın! En azından yakın geçmişte yaşanan tecrübelerden ibret ve istifade ile akl-ı selime, ilmin irşadına dönelim. Geçmişte bazı müesseselere ve siyasete fazla güvenip atalete düştük, afaka aldanarak derûnu ihmal ettik. Şimdi sorumluluğumuzu müdrik olarak, çocuklarımızın dinî terbiye vesair formasyonu ile bizzat daha yakından ilgilenelim, her evi bir mektep hâline getirelim.
Ben bu mesajın büyük kitlece alınacağına, en azından hamiyetli muhiblerin faaliyetlerinde dahilî ağırlıklı yeni bir dönemin başlayacağına inanıyorum.
Başarı mı?
Bundan şüphe etmiyorum.
Bütün dünyaya Anadolu’nun sesini, bin yıllık tarihinde i’lâ-yı kelimetullah’a alem yaptığı hilal-yıldız bayrağını taşıyan kahramanlar için hac yolunda ölecek karınca teşbihini muvafık bile bulmuyorum. Yapılanlar, yapılacakların delilidir.
Büyük Türkiye’nin geleceğine katkıda ifadesini bulan “i’lâ-yı kelimetullah” ideali’nin asri Ferhat’ları, Şirin’in Ferhad’ından maşuklarına lâyık nispette çok daha güçlüdürler. Evet, bunlar, bütün enerjileri hâsıl eden ve dizginleyen şeyi: irade enerjisi’ni keşfetmiş bahadırlardır.
Kim bilir belki de, Hocaefendi’nin diğer bütün aksiyonlarını bin türlü iğfal ve iftira kampanyaları ile boşa çıkarmaya çalışan zihniyet, İslâm’ı anlamamada direnerek, bu kampanyalara bir yenisini daha ekleyecek..! Kitabın insaf ve hassasiyetle okunacağını umarım. Şüphesiz böyle olduğu takdirde, geleceğimizi kuran dinamiklerden birisi olacağı muhakkaktır.
Üsküdar, 7 Ocak 2000
Prof. Dr. İbrahim CANAN
1 Eser ilk defa Feza Gazetecilik A.Ş. tarafından 2000 yılında “Çocuk Terbiyesi” adıyla basılmıştır. Aslında bu eser, Hocaefendi’nin 1980 öncesi vaizlik döneminde, çocuk terbiyesi üzerine cami kürsülerinden yaptığı konuşmaların, ses kasetlerinden yazıya aktarılıp tashihten geçirilmiş şeklidir.