Takdim
“Sosyal bilimler” hem bilim hem de kavram olarak son yüzyılda en çok tartışılan konulardan biridir. Kimi Batılı yazarlar, sosyal bilimlerin geçen yüzyılın sonunda hızla yükselen tabiat bilimlerinden çok etkilendiği ve mahiyetinden çok şeyler kaybettiği için böyle bir tanımlamanın yanlış olacağı kanaatini beslemişler, hatta bu düşüncelerini açık açık ifade etmişlerdir. Onlara göre sosyal bilimler ideolojilerden sıyrılmış, olgulara yönelmiştir. O hâlde olgularla ilgilenen bu bilimlere “moral ve politik bilimler” demek daha uygundur.
Batı dünyasında devam edegelen “sosyal bilimler” kavramı üzerindeki tartışmalar, değerlendirmeler bir tarafa, bizatihi o bilimlerin özü, mahiyeti üzerinde yapılan değerlendirmeler ve o değerlendirmeler üzerine müesses olan uygulamalar bize göre çok daha önemlidir. Başta din olmak üzere tarih, hukuk, politika, antropoloji, siyaset, sosyoloji, psikoloji vs. gibi ilim dallarını bünyesinde barındıran sosyal bilimler, bazılarına göre “bilimsel”likten, “değer yargılarından” ve insanlığın ufkunu açabilecek, onları mutlu sona kavuşturabilecek “büyük öğreti”lerden olabildiğine uzaktır.
Şimdilerde, bu tür tartışmaların Türkiye’de olmadığını söylemek mümkün değildir. Hatta tartışma bir yana, böylesi değer yargılarıyla uygulamalar içine giren devlet erkânı, fen bilimlerine verdiği değer ölçüsünde sosyal ilimlere değer vermemiştir. Meselâ; bilimsel bir araştırma kurumu olan TÜBİTAK, kendine ilgi alanı olarak, tamamiyle fizik, kimya, matematik, biyoloji gibi ilim dallarını seçmiş ve yaptığı araştırmalar, açtığı proje veya bilim yarışmaları, çıkarttığı dergi, verdiği burslar ve destekleme kursları hep fen bilimleri sahasında olmuştur. Hatta bir dönem TÜBİTAK’ın bünyesinde sosyal bilimler bölümü açalım gayretleri, bazıları tarafından engellenmiştir. Bu anlayışın nedenleri üzerinde duracak değiliz. Belki de şu anda çeşitli üniversitelerde bulunan sosyal bilim dalları, bu anlamda kendilerinden bekleneni verememiş ve fen bilimleri sahasından olduğu kadar sosyal bilimler alanında ciddi araştırmalar yapılamamış ve tezler hazırlanamamıştır. Yani bir ölçüde onlar kendilerini –nisbetler perspektifinde olsun– isbat edememişlerdir. Bu açıdan, devlet erkânı bu ilimlere yaklaşımda haklı olabilir.
Fakat bir gerçek var ki, buna hiç kimsenin gözünü kapaması mümkün değildir. O da bütün dünyada sosyal bilimlerin hemen her sahada büyük bir ilerleme kaydetmesidir. Artık sanayi devrimi sonundaki fen bilimlerine duyulan alâka, şimdilerde hemen bütün dünyada sosyal bilimlere karşı duyulmaktadır. Hükümetler bu konudaki projeleri desteklemek için bütçelerinden hatırı sayılır fonlar ayırmakta, araştırma enstitüleri kurmakta; yıllık olağan veya olağanüstü büyük organizelerle bu sahaya kendilerini adamış ilim adamlarını bir araya getirmekte ve onların fikir alışverişi yapmalarını sağlamaktadır.
İşte bu aşamada Türkiye’de yapılması gereken çok şey vardır. Türkiye’de yetkili devlet organları, büyük teoriler üretebilecek, adil bir toplum anlayışını pratikte olmasa da teorik alanda plan, proje ve tezleriyle ortaya koyabilecek, sosyal bilimlerle tabiat bilimlerinin, aslında bir bütünün parçaları olduğu gerçeğini ilmî olarak açığa çıkartacak insanları yetiştirmek için, çeşitli düzenlemelerde bulunmalı ve bu düzenlemelere maddî-mânevî her türlü desteği mutlaka vermelidir. Aksi hâlde –birkaç örnekle açıklamaya çalıştığımız gibi– geleceğe yönelik projeler üretemediğimiz takdirde, Batı dünyası şablonculuğundan kurtulmamız mümkün olmayacaktır. Zaten değişik alanlarda bağımlılığımızın had safhaya ulaştığı herkesin malumudur. Buna bir de geleceğin dünyasını şekillendirecek ve tatbikat imkânı bulacak düşünceler de eklenirse âlem-i İslâm belki de bir daha belini doğrultamayacak şekilde yeni bir esarete sürüklenecektir.
Hocamıza, muhtelif zamanlarda tevcih edilen sorulara irticalî olarak verdiği cevapların yer aldığı “Prizma” adlı bu kitabı böyle alternatif bir düşüncenin harmanı olarak kabul edebilirsiniz.
Prizma: Perspektif, Düşünce Boyutu, Din Ekseni Etrafında, Büyüteç ve Aktüel olmak üzere beş ayrı bölümden oluşmaktadır.
Perspektif: Tıpkı sahabe-i kiram gibi, bütün insanlara, mutlak insanlığa, dolayısıyla rahata, huzura, Cennet’e, Cemalullah’a giden yolu göstermeye tâlip hak yolcularına, dolu dolu mesajların verildiği bölüm… Burada kâh Allah’a ve Resûlullah’a (sallallâhu aleyhi ve sellem) hizmet adına hazırlanan imkânlara dikkat çekilmekte, dinin temel dinamiklerinden olan aksiyon ve hamle ele alınmakta, kâh insanlara, hatta onlar arasında düşmanca tavırlar içinde bulunanlara yaklaşımımız için ölçüler verilmekte ve insanlığa hizmet yolundaki dengeler nazara verilerek aklî ve mantıkî boşluklara girilmemesi üzerinde durulmaktadır.
İşte bir-iki pasaj:
“Bir mü’minin tavrı çok önemlidir.. Zira o, Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) rahle-i tedrisinde edep dersi almış insandır. Mü’minin edep, nezaket ve nezahet dairesi dışına çıkması mümkün değildir ve de söz konusu olmamalıdır. Çünkü onun ortaya koyduğu ve sergilediği her davranış doğrudan doğruya İslâm’a mâl edileceğinden mü’min, İslâmî anlayış ve edeple şekillenmiş tavrını, en imansız düşünce ve en amansız hâdiseler karşısında dahi değiştirmeden, bir Müslümana yakışır şekilde ayarlamak zorundadır.”
“Sebepler planında mazhar olduğumuz nimetlerin bize gelip ulaşmasına vesile olan ızdırap, dua, aksiyon gibi özellikleri, onları muhafazanın yanında daha da ileri götürmeliyiz ki, üzerimizdeki Hakk’ın lütuf ve ihsanları artarak devam etsin.”
Bir başka mülâhaza:
“Başımıza gelen gaileleri göğüslerken, ‘Bunlar niye başımıza geldi, neyimiz vardı?’ gibi ifadeler kullanmak bir nankörlük ve Rabb’e karşı bir saygısızlıktır. Bundan dolayıdır ki, içimize bu tür düşünceler gelince, hemen ona istiğfar ile karşılık vermeli ve ‘Moğolistan niye öyle oldu? Özbekistan niye böyle oldu?..’ dememeliyiz. Aksine bütün bu olup bitenlerde suçu kendimizde aramalıyız… Evet, nazarlarımızı projektörler gibi iç âlemimize çevirip, durmadan gönül dünyamızı taramalıyız. Zaten Kur’ân da: عَلَيْكُمْ أَنْفُسَكُمْ ‘Siz kendinize bakın!’ demiyor mu?1 Öyleyse niçin ‘Allah suretlerinize bakmaz, fakat kalblerinize bakar.’2 düsturuyla iç kontrolümüzü yapmıyoruz, yapamıyoruz ve gönüllerimize neler giriyor, neler çıkıyor, araştırmıyoruz?
Oysaki bunlar yapılmayınca, elde edilen başarılarda Allah’ın inayeti unutulur, nefsanîlik yaşanır ve insan aldanır; aldanır zira bunlar şeytanın sağdan yanaşarak fısıldadığı vesveselerdir. Şimdi bir de Allah Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kâbe’ye (fatih olarak) girerken bakınız; mübarek alnı, binitinin eyerinin ka’şına değecek şekilde idi ve âdeta iki büklümdü.3
O hâlde yaptığımız her şeyde O’nun rızasını aramalıyız. Ne acıdır ki, çoğunlukla bir iş yaparken gülerek ve eğlenerek, hatta mâl-i hülyalar içinde yapıyor ve çok defa kazanma ufkunda kaybediyoruz.
Evet, O’nun rızası her şeye bedel ve yeter.. öyleyse her işimizde O’nun hoşnutluğu esas olmalı, hedef olmalı ve bütün davranışlarımız, düşüncelerimiz O’na endekslenmelidir.”
Din Ekseni Etrafında: Bu bölümde yer alan cevaplar öteden beri çoklarının kafasını karıştıran, yorumlardaki farklılıktan dolayı anlama ve kavrama zorluğu çektiği çeşitli konulara açıklık getirmektedir. Meselâ, “Cevşen nedir, ne değildir?.. Tecdid ne demektir ve reformdan farkı nedir..?” gibi. Bunun yanında hassaten günümüzde çoklarının ayağının kayabileceği çok kaygan bir zemin olan rüya meselesine dikkatler çekilmektedir. Gerçi rüyanın bilgi sebebi olmadığı bilinen hususlardan; ama buna rağmen yine de rüya ile amelin dindeki yeri veya rüya-hakikat dengesinin kurulması günümüzde üzerinde durulan konulardan. Bu konudaki ölçüleri de bu bölümde bulacaksınız. İlk etapta klasik şeyler diyebileceğiniz; ama cevaplardaki farklılıktan dolayı “Böyle bir yaklaşımı ilk defa duydum, okudum” diyeceğinizi zannettiğimiz günah, tevbe, şeytan vs. gibi hususları da yine bu bölümde okuyacaksınız.
Düşünce Boyutu: Kültür hayatımızdan, “devlet için din, din için devlet” anlayışına, nefis ve vicdan mekanizmalarından mevcut sistemlere, İslâm adına reaksiyoner çıkışlara veya dinlerin tevhid edilmesi düşüncelerine varıncaya kadar pek çok konuyu da bu bölümde bulacaksınız. Ayrıca yine bu bölümde, gerek hemen her gün karşılaştığımız problemlere yaklaşım keyfiyeti, gerekse onların perde arkası televvünleriyle tanışacaksınız.
Büyüteç: Büyüteç herkesin bildiği gibi nesneleri olduğundan büyük gösteren bir mercek (alet). İşte bu isim altındaki bölümde Hocamız’ın daha önceleri yazılı veya sözlü olarak ifade ettikleri hususların, kendilerine tekrar sorulup da bu sorulara verilen izahlı cevaplarını bulacaksınız. Meselâ, “Milletleri yaşatan üç önemli unsur vardır: Din, hikmet ve kuvvet buyuruyorsunuz; bunu izah eder misiniz?” veya “Geleceği kucaklamak bilgi toplumu olmaktan geçer, ifadesindeki ‘bilgi toplumu’ndan maksat nedir?” gibi.
Aktüel: Adından da anlaşılacağı üzere bu bölüm aktüel mevzulara ait verilen cevapların yer aldığı bölümdür. Burada Bosna-Hersek savaşı karşısında sadre şifa verici hiçbir şey yapamadığı inancı içinde bulunan ve bunun ızdırabı ile inim inim inleyen ümitsiz insanlara verilen mesajları.. üzerinde senaryolar üretilen muhtemel ABD-Japon savaşı hakkında geniş açılı değerlendirmeleri.. şer odaklarının işledikleri cinayetleri.. ve milletimiz üzerinde oynanan oyunları okuyacaksınız.
Prizma; ışınları etrafa aksettiren ve ayrıştıran saydam maddeden yapılmış nesnelere denir. Bu tariften hareket edecek olursak, kitabın muhtevası ile ismi arasında ciddî bir ilgi ve alâkanın olduğu görülecektir. İster vehbî, ister kesbî yollarla elde edilen ışık tayfları misillü bilgilerin, önce tasnifinin yapılıp sonra zaman, mekân ve şahıs unsurunun nazara alınarak muhataplarının idrakleri ölçüsüne “indirgendiği” bir kitaptır Prizma. Bu yönüyle o, tıpkı gerçek prizma gibi ayrıştırma ve yansıtma vazifesi görmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, “Herkesin istidadına vâbestedir âsâr-ı feyzi.”
Evet, başta belirtmeye çalıştığımız gibi, Prizma’da, başta din olmak üzere, tarih, sosyoloji, psikoloji, siyaset vs. gibi değişik ilimlerle alâkalı pek çok konuya –tabiî soru-cevap esprisinin müsaade ettiği ölçüde– açıklık getirilmekte ve icmalen de olsa yeni bir bakış zaviyesi teklif edilmekte.
Hocamız’ın sohbetlerinden derlenip, ardından da kısmen düzeltilerek Zaman’ın Akademi sayfasında yayımlanan bu yazıların kitap hâline getirilmesi ve kitabın da, yukarıda arz ettiğim bölümlere ayrılması, yine onun yol göstericiliği içinde yapılmıştır. Ayrıca kitaptan tam istifade edilebilmesi için âyet tahriçleri ile karma indeks yapılmış, âyet tahriçleri sayfa altına, karma indeks ise kitabın sonuna ilave edilmiştir.
Prizma, bu konudaki serinin ilk kitabıdır. İnşâallah, bunu ikinci ve üçüncü kitaplar takip edecektir.
Şimdi sizleri kitabınızla baş başa bırakırken, Hocamız’ın sağlık, sıhhat ve afiyet içinde imrar-ı hayat etmesini ve böylesi daha nice kitaplara imza atarak düşünce ve ruh dünyamızı aydınlatmasını Cenâb-ı Erhamü’r-Râhimîn’den diler ve inayetlerinin devam etmesini niyaz ederiz.
22 Ekim 1995
Ahmet KURUCAN
1 Mâide sûresi, 5/105.
2 Müslim, birr 32-33; İbn Mâce, zühd 9.
3 Bkz.: İbn Hişâm, es-Sîratü’n-nebeviyye 5/63; Ebû Ya’lâ, el-Müsned 6/120.