Takdim

“Aman!”

Bu kitabın yazarını, okuyucusuna tanıtmak gerekmez; Fethullah Gülen, sadece sevenlerinin ve sözünü ciddiye alanların değil, çok daha geniş insan kitlelerinin tanıdığı ve merak ettiği bir isimdir ve bu ismin önüne veya ardına sıfat veya unvan eklemek de şart değildir; ısrar hâlinde onun için sadece, “İnsanlara Hakkı tavsiye eden kötülüklerden kaçınmalarını öğütleyen biri…” demek mümkün; iki cihanda unvanların en değerlisi ve mânidarı da her hâlde bu olsa gerektir.

Gâhi zaman bir muallim, bir ahbab, bir vaiz veya rü’yetine güvenilir bir aile büyüğü edasıdır ki, söylenenlere kulak kesilmek gerektiğini ihtar ediyor; bu söyleyişte “kısa günün kârı” endişesi yoktur, ebediyet ufku vardır ve bu hisleniş, insanda muhatabını ciddiye almaya davet eden istikamette bir ikaz görevi yapıyor.

***

Elinizdeki kitap, teknik bakımdan şifahî bir özellik taşıyor; yani yazarın yazdıkları değil, muhtelif meclislerde ve muhtelif vesilelerle söylenmiş sözlerin yazıya geçirilmiş hâlidir; buna rağmen kitapta, ekseriyete yakın nispette gramer bakımından kitap cümlesi gibi düzgün ifadeler bulacaksınız. Bu özellik ses kayıtlarının yazıya çevrilirken düzeltilmesi gayretinden kaynaklanmıyor; tanıyanlar esasen bilir ki Fethullah Gülen, şifahi ifadede misline kolay rastlanmayacak bir talâkat sahibidir ve sohbetlerine doğrudan veya dolaylı yoldan istifade etmiş olanlar bu ifade düzgünlüğü ve parlaklığına dikkat kesilmişlerdir. Şifahi ifadede akıcılık, söz konusu meseleye vukufu ve fikir disiplinini gerektiren bir meziyettir; ne yazık ki güzel, düzgün, mânidar ve tesirli konuşma özelliğini cemiyetimizde alkışlanacak ve övülecek bir meziyet hâline getirmekte başarılı olamadık; her yerde olduğu gibi sıradanlık, güzel ve taçlandırılması gereken meziyetleri geriye itiyor.

***

Kitaptaki metinlerin müsvedde hâlini okuyup bitirdikten sonra içerdeki anafikrin “Aman!” nidası ile özetlenebileceğini düşündüm; “Aman yâ Rabbi! Aman yâ Resûlallah! Aman ey mü’minler! Aman, aman, aman!..” Aman nidâsının Türkçemizde böyle bir mânâ derinliği vardır; hem yakarış ve mağfiret dilenişi, hem de muhtemel ve mevcut tehlikelere karşı dikkat çekme endişesi, bir ikaz çığlığı. Bu niyaz ve temenninin bir başka müşterek tarif edici vasfı ise “gurbet eller”de zihinden kağıda sirayet etmiş olması; gurbet mektupları bunlar!

Gurbet ki, bütün varlığı ve mânâsı ile sılaya atıftır. Kitaptaki tespit ve temennileri bir de o gözle değerlendirmek lazım. Gurbet, acılı bir duruş yeridir ve gurbetten sılaya tevcih edilmiş tespitleri ister istemez gurbeti hüznünün renklerine boyayacaktır.

***

Misâl, “Bir hükümetin milletine ‘benim milletim’ demesinden ziyade, bir milletin başındaki hükümete ‘benim hükümetim’ demesi daha önemlidir ve zannımca her zaman aranan da işte budur.” cümlesinin siyaset biliminde hangi mânâ ufuklarını kapladığını araştırmak doğrusu çok verimli fikir fırtınalarına sahne olabilirdi. Bu cümlesi ile yazar, siyasî kültürümüze yeni ve önemli bir istikamet gösterdiği gibi en azından son asrın siyasî tarihine de ciddi bir kritik getiriyor; fakat üslûba dikkat çekmek isterim; cerh edici değil otayıcı, yıkıcı değil destekleyici, kabulcü değil eleştirici, kaba ve incitici değil zarif ve ârifâne. Bu eleştiri ve tespit âhengine dikkat edilmeli ve altı çizilmelidir.

***

“Ben” zamiri, dilimizde kabzasız ve her iki tarafı da keskin bir bıçak gibidir; keskin ağzını kavrayanın elini kanatır, usûle riayetle tasarruf edenin işini görür. Kitapta yeri geldikçe birinci tekil şahıs sigâsıyla kurulmuş cümlelerin, hemen oracıkta insanî bir sıcaklık hâlesi teşkil etmesi dikkatimi çekti. Klasik kültürümüzde “Ben demek ayıptır.” şeklinde iyi izah edilmemiş bir hüküm vardır, yeri gelmişken “ben” sigâsı kullanmanın en evvel şahsî sorumluluk üstlenmek gereken izahlarda kaçınılmaz olduğunu ifade etmeliyiz. Ben yerine “biz”i tercih etmenin kaçış anlamına geldiği ve ortaklaşa kimliğe sığınarak sorumluluktan sıyrılmak anlamına geldiği yerler vardır. Fethullah Gülen’in sadece söyledikleriyle değil, söyleyiş şekli ve üslûbu ile de okuyucularına hüsnümisal teşkil etmesi murad olunur; zira zannedildiğinin aksine “duruş”un, söyleyişten daha değerli ve önemli olduğunu düşünüyorum. “Duruş” kavramının içine rahatlıkla şahsiyeti, seciyeyi, ahlâkı da ilave etmek mümkün.

Öyle bir “duruş”un tehlikeli ve yakıcı hâle geldiği tek yer, –sırf metânetinden ötürü– sair duruş sahiplerinin haset ve iğbirârını da istemeden celb etmektir ve zannımca Fethullah Gülen Hocaefendi, insanî zaaf ve kusurlarından ziyade aynı derecede insanî meziyet ve duruş sağlamlığının ceremesini, kendine yöneltilen husûmet nevinden ödemektedir ve ödeyecektir.

***

Eserden müellifi tanımak noktasında diğer kitaplarına nazaran elinizde tuttuğunuz metnin daha tarif edici olduğunu düşünüyorum. Dikkatli nazarlar orada hayli ipucu fark edecek ve müellifin kağıtta bıraktığı zihin izlerini daha sadıkâne bir yorumla anlamak imkânını bulacaklardır.

Her metnin muhtelif mânâ katmanları vardır ve her kitapta aslında kendimizi okuruz.

***

İki temennî ile sizleri eserle baş başa bırakacağım: dilinden ve kaleminden “Hakk’a tavsiye”den maada bir söz ve işaret duymadığıma şahadet edeceğim aziz Fethullah Gülen’e iki cihanda saadet ve âfiyetler diliyorum; inşallah rahatsızlıklarından şifâ bulur ve inşâllah ân-karîb zamanda safâlıkla memleketine, sılasına avdet eder.

A. Turan Alkan

-+=
Scroll to Top