Takdim

Kalenin burcunda bir nöbetçi duruyor. Vakit tamam olunca yerini yenisine bırakıyor. Eskisinin bıraktığı ışık, uzun zaman yenisinin de yolunu aydınlatıyor. Bu görev değişimi nesiller boyu devam ediyor. O burçta, bir milletin tarihe malolmuş ortak aklını, sağduyusunu ve varolma iradesini görüyorsunuz. O aklın soluduğunuz havaya sindiğini hissettikçe kendinize, çevrenize ve geleceğe güveniniz artıyor.

Bizim bir ömre sığdırdıklarımız, gerçekte nesiller boyu devam eden uzun, upuzun bir serüvenin parçası. Havf ile recâ arasında gidip geliyoruz. Kâh kendi aramızda bölünüyoruz, rekabete giriyoruz. Bazen kendimizi kaybederek birbirimizi düşman gibi görüyoruz. Dışarıda deveran eden hayatın dışına düşüyor, enerjimizi, zekâmızı kısır kavgalarla tüketiyoruz. Kalenin burcunda duran nöbetçiyi bazen kaybediyoruz; bazen öfke ve nefretin kararttığı gözlerimizle hiçbir şeyi, hatta bizi bekleyeni bile göremiyoruz. Sağa sola yalpalıyor, zaman kaybediyoruz. Ama serüven devam ediyor; bir nesilde kaybettiğimizi diğer nesilde tekrar buluyoruz. Çünkü burçtaki nöbetçi sabırla yerinde duruyor.

Bizler bu topraklara yersiz yurtsuz göçebeler hâlinde gelmedik. Önümüze düşen, bize yol gösteren rehberlerimiz vardı. Toprağa nasıl kök salacağımızı, birbirimizi nasıl koruyup kollayacağımızı, nasıl iş tutup çoluğumuzun çocuğumuzun rızkını temin edeceğimizi onlardan öğrendik. Sahipsiz değildik, istikametsiz değildik, yurtsuz değildik. Allah’tan başka ne istenir ki?

Tarih bizim kimliğimiz ve kişiliğimiz. Bizden önceki nesillerden devraldığımız, bizden sonraki nesillere devredeceğimiz bir emaneti taşıyoruz. Sadece uzun bir zincirin halkasıyız. Mesele, ne kadar sağlam bir halka olduğumuz?

Tarih bize uzun uzun anlatıyor. Hayat gailesinin içine düştüğümüzde hırslarımızın ve heveslerimizin kurbanı oluyoruz. Gözümüzü kamaştıran pırıltılara kapılıyoruz. Gayemizi unutuyoruz ve istikametimizi kaybediyoruz. Halkayı zayıflatıyoruz. Nöbet yerindeki, bizi sakin, sıcak ve ikna edici bir sesle uyarıyor. Toparlanıyoruz, görevlerimizi, sorumluluklarımızı hatırlıyor ve yolumuza devam ediyoruz. Karşımızda duran mücessem tevazû bizi kibrimizin ağır yüklerinden kurtarıyor. İstiğnayı öğreterek kanatlandırıyor. Bize her şey için bir miyar veriyor. Halka sağlamlaşıyor.

***

İhtiyacımız olan en önemli şey, güven duygusunu toplumun tam da merkezine yerleştirmek. Soğuk ve resmî bürokratik yapı ve ilişkileri içinde, hele yaygın ve kanıksanmış suistimaller arasında topluma bu güveni vermek zordur. Resmî kamusal düzen ve kurumlar toplumdaki güven ihtiyacını karşılayamamaktadır. Toplum kendi arasında bu güven ağını, müracaat edebileceği tek kaynağı kullanarak, yani dindarlığı ortak bir iletişim aracına dönüştürerek kendi arasında inşa etmektedir. Karşı karşıya olduğu zorlukları aşmanın işe yarar başka yolu yoktur. Sahip olduğu değerleri muhafaza etmenin, kendisinden sonraki kuşaklara aktarmanın yolu da budur. Ailenin muhafazası, çocuklarının yetiştirilmesi, iş ilişkilerinde riskin azalması, hayatın karşınıza çıkartacağı muhtemel sıkıntılardan kurtulmak bu yolla mümkündür. Üstelik ortak bir vatanı paylaşmak, toplumun diğer üyelerine bağlanmak için de aynı çerçeve devreye girmektedir. Siyasal katta üretilen politikaların ayırdığı, düşman ettiği taraflar; bu çatı altında kardeşliklerini yeniden inşa etmekte ve ayrılığa direnmektedir.

İnsan olarak varoluşumuzun anlam kazandığı ve insan olarak yüreğimizi yakan sorunlara çözümler getiren bir alandan bahsediyoruz. Bu alanın meşruiyetine sınırlama getirmek gayrı insanî bir tutumdur. Alternatifini üretemediğiniz bu insanî ihtiyacı yasaklamak zulümdür. Üstelik bu alan herkesin yokluğundan şikâyetçi olduğu sivil toplum alanıdır. Her şeyin çaresi olarak gördüğümüz sivil toplum, üzerine düşen sorumluluğu bu hüviyetle üstlenerek yerine getirmektedir. Türk toplumunun hayırseverlik gücünü bir sermaye olarak tasavvur edelim. Bu sermayenin besin kaynağı nedir? Bu alanı sınır dışında tutar ve bu besin kaynağından mahrum kalırsanız, toplumda var olan sosyal sermayeyi çürütür ve heba edersiniz. Paranoyakça yasaklara rağmen toplumun ifa ettiği dayanışma ve yardımlaşmanın, her şeye rağmen sizi ayakta tutan güç olduğunu fark edemezsiniz.

***

Bölen karşısında birleştirene, niza yerine barışa; korku ve tehdit yerine huzur ve güvene; öfke ve nefret yerine sevgi ve şefkate ihtiyacımız var. O zaman kalenin burcunda gözlerini ufka dikmiş seyredeni takip etmeliyiz. Şükür ki ihtiyacımız olan her şey elimizin altında hazır duruyor.

Mümtaz’er Türköne

-+=
Scroll to Top