Takdim Yerine
Barış ve Diyaloğa Vuslatın Muştusu
Hangi kavuşmanın müjdesidir bu? Irmağın denize; kurak, çatlamış toprağın suya; sevenin sevgiliye; insanlığın barışa; insanın evrenselliğe kavuşmasının muştusu mu? Bilinmez ki…
Belki de hepsi…
Sayın Fethullah Gülen’in, “Kırık Testi Külliyatı”nın sekizinci kitabının adı, “Vuslat Muştusu”. Onunla yapılan söyleşilerde, evrensel ahlâk ve hakikat karşısında bireyin, toplulukların ve inanç gruplarının konumu ele alınmış. “Olan” karşısında “olması gereken” irdenlenmiş.
Bu dünyada çile çeken, acılar içinde umutsuzluğa kapılan insanın kurtuluşu nerede olabilir? Sabır, alçak gönüllülük, öfkeye hakim olabilme, denge, insaf, provokasyonlara âlet olmama, salih amel…Tüm bunlar, İslâm’ın emri, Muhammedî ruhun gereği… Ancak bu tür tutumlarla evrenselliğe kavuşmak mümkün olabilir. Vahdet-i vücud; tikelin tümelde bütünleşmesi belki de budur.
Tasavvuf geleneğindeki “aşkın”ın akılla sentezi mümkün müdür? Bilemiyorum. İlâhiyatçılara sormak gerekir. Fakire öyle geliyor ki, akıl aracılığıyla Hakikati arama çaba ve süreci O’nunla bütünleşmeyi hedefler. Vahdete ulaşma aşkında aklın ve bilimin yeri önemlidir. Bir kez O’nu tanıma seyrine girildiğinde, O’na sadakat ahlâksal davranışın ifadesi olarak görünüm kazanır. Bu tür davranış aynı zamanda, estetik bir tutumu sergilemektedir. Tüm değerler iç içedir: etik, estetik ve hakikat değeri. Tümelliğin güzelliğinin, doğruluğunun ve iyiliğinin bilincine ulaşma felsefî bir tutumdur. Öğrenme, bilme, tanıma; varoluşu tümelliği itibarıyla derinliğine kavrama arzu ve isteği insana özgü bir yapılanmadır. Akıl sahibi insan, varoluşu tümelliği itibarıyla tanıyıp anlamaya çalışırken, yüreğiyle de O’na aşk duymaktadır. Akıl-yürek beraberliği madde-mana iç içeliğinin de göstergesidir. Vahdete ulaşma ceht ve çabasında akıl ve yürek elele tutuşarak birbirini tamamlayıp zirveye yönelmektedir. Ne tek başına akıl, ne de tek başına yürek… Ne tek başına maddî varoluş, ne tek başına soyutluk… Mutlak Hakikat’e ulaşma O’nda erime, yok olma veya bütünleşme serüvenimizdeki kader belki de böyle tezahür ediyor.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “Vuslat Muştusu” evrensel hakikat yolculuğunun sevincini, görkemini taşıyor. Yollar anlatılıyor, gerçekler dile getiriliyor. Düşmanlıklardan, yanlış anlamalardan, cehaletten uzak durulması tavsiye ediliyor. Diyalog, sevgi, karşılıklı saygı ortamlarının yaratılması isteniyor. Hoşgörünün erdemi dile getiriliyor.
Geri kalmış toplumların insanları ‘ötekini’ karalamayı pek sever. “Kürt öteki”, “dindar öteki”, “gâvur(!) öteki”, “Alevî öteki”, “Sünnî öteki” vs. vs. Ötekini tanımak istemez; cehaletin boyunduruğundan kurtulma bilincinden uzaktır onlar.
Sayın Gülen’le yapılan ilk söyleşide, belli çevrelerce “öteki” olarak görülen ve bu nedenle iftiralara maruz kalan Alevîlik konusu ele alınmış.
Büyük iftira, “Mum söndürme”… Aynı kültür ortamında yetişen insanları birbirlerine düşürmek, dayanışmayı ortadan kaldırmak için benzer iftiraları tarih boyunca hep görmüşüzdür. Anadolu Alevî anlayışın Âyin-i Cem ibadetinde, âyin başlarken mum yakılır, âyin bittiğinde mum söndürülür. Kur’ân-ı Kerim’in Nûr sûresine dayanılarak, simgesel bir kulluk modeli sergilenir. Kur’ân’dan âyetlerle ateş yakılır, âyetlerle ateş söndürülür. Sünnî zikirde, âyinde de benzer yorumlarla karşılaşabiliriz. Kötü niyetli veya cahil biri, kolaylıkla o yoruma bir kulp takabilir ve iftirada bulunabilir. Alevîliğin şiarı “eline, beline, diline sahip olmadır.” Bunu ilke edinen bir cemaatin sapkınlığa düşmesi mümkün değildir.
Ehl-i Beyt ve Hazreti Ali sevgisi ise, Sünnîlik açısından da önemlidir. Sayın Gülen, bu hususu da vurguluyor. Hazreti Muhammed’in Hazreti Ali’ye ilişkin sözleriyle durum ortaya konuluyor. Hazreti Ali’nin, Hazreti Fatıma’nın çocuklarına ve nesline yapılan zulmü kim kınamaz? Hangi Sünnî, Yezid’den yana bir tutum içinde olabilir? Kim Kerbelâ’ ya ağıt dökmez?
Sünnî ve Alevî birbirinin kardeşi olduğunun farkına varmalıdır. Diyalog talebi, barış ve sevgi arzusunun ifadesi hemen karşılık bulmalıdır. Sünnî, Muharrem orucunun iftarına katılmalı, Alevî Ramazan iftarına… Alevî vatandaş, Sünnî gelenekten gelen toplum ileri gelenlerinin, devlet adamlarının sorun çözme arzuları tepkiyle karşılamamalıdır. Sünnî ve Alevî her alanda, sanatta, ticarette, eğitimde, siyasette işbirliği ortamına girmelidir. Düşmanlıklar silinmeli, karşılıklı saygı ve sevgi ortamı yaratılmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başlattığı Alevî kültürüne ilişkin yayınlar olumlu çabalardır. Cem Evlerinin hukukî statü kazanması gerekir. Hukukî statü kazanma, barış ve diyalog sürecine ivme getirir.
Anadolu Alevîliği, Anadolu’yu vatan yapan harcın toprağıdır, çimentosudur. XI. yüzyılda Anadolu Türkleşme sürecine girerken, İslâm Misyonerleri diye adlandırılan Horasan Erenleri Anadolu’ya gelmiş ve bu topraklarda yaşayan gayrimüslim halka İslâm’ı anlatmıştır. Anadolu’nun kısa süre içerisinde Türk ve Müslümanlaşma sürecine girmesinde Horasan Erenlerinin büyük rolü ve etkisi vardır. Horasan Erenleri, Hallac-ı Mansur geleneğine bağlı Hoca Ahmet Yesevî’nin öğrencileriydiler. İslâm dininin özündeki sevgi, barış, diyalog ve hoşgörünün ruhunu yansıtan Yesevî geleneği, bu insanların kalbini kolaylıkla kazandı. İslâm’a çağrı böyle olmalıdır. Dinde zorlamanın kabul edilmediği bir dininin, tebliğ işlevini yerine getirmesi başka türlü nasıl olur ki?
Her coğrafyada olduğu gibi, Anadolu topraklarında da, Müslüman olan topluluklar eski dinlerinin bazı kültleriyle yeni dinin kurumları arasında bağdaşım kurmuşlardır. Bu tür bağdaşımları hoş karşılamak gerekir. Örneğin Afrika coğrafyasındaki bazı Müslüman zencilerin zikir âyinlerinde animist biçimsel yapılara rastlanabilir Tevhide, Allah’a inanıp, Amentü’nün esasları benimsenmişse, örf ve âdetlerinin, geleneklerinin getirdiği biçimsel yapılar nedeniyle onları ‘öteki’ olarak görebilir miyiz?
Benim benimsediğim yöntem, biçimsel yapı ve kurumların dışında kalan küçük değişikliklerin dışlanmamasıdır. Dışlama kargaşa getirir. Onları anlama, tanıma ve bilmek mecburiyetindeyiz. Onlar da bizi… Kimsenin hakkı yoktur, ‘bize karışmayın, bizle ilgilenmeyin’ demeye. Birlikte olalım, birbirimizle ilgilenelim, birbirimizin kurum, gelenek ve inanç yapılarını, bunların dayanaklarını öğrenelim. Kim bilir ne hoş şeylerle karşılaşacağız? Aynı topraklarda yaşıyoruz. Ortak bir kültür ürettik. Âşık Veysel’den deyişleri hem Sünnî hem Alevî dilinden düşürmüyor. Alevî geleneğinin büyük ismi Hacı Bektaş Veli’nin en ciddî yorumcularının başında bir Sünnî âlim, bir Nakşî şeyhi rahmetli Prof. Dr. Esat Coşan geliyor.
Bu toprakları birlikte vatan yaptık. Bölmeyelim, birbirimizin içinde erimeden bütünleşelim. Nazım’ın dediği gibi; ‘Bir ağaç gibi tek ve hür; bir orman gibi kardeşçesine. Bu hasret bizim.’ Kimsenin diğerini asimile etmeye hakkı yoktur. Farklılıklarla zenginleşelim. Antidemokratik hareketleri ve eğilimleri, bölücülüğü desteklemeyelim. Sevelim, sevilelim, birbirimizi anlayalım.
Hocaefendi’nin ‘Vuslat Muştusu’ Alevîlikle ilgili bunları söylüyor galiba. Veya bendeniz böyle yorumladı. Kırık Testi’nin sekizinci kitabı Alevî ile Sünnî’nin vuslatını da muştuluyor. Bu tür bir vuslat Türkiye’yi esenliğe kavuşturacaktır.
Niyazi ÖKTEM