Takdim Yerine

“Sohbet-i Canan”, belki de Fethullah Gülen Hocaefendi’nin hayatını tanımlayan en temel kavramlardan biri…

Onun bulunduğu hemen her meclis bir sohbet-i Canan’a dönüşür. Hangi konudan söz açılırsa açılsın, mevzuu bir şekilde sohbet-i Canan’a kaydırır. Doyurucu ve ikna edici üslubuyla huzurdakilere marifet hüzmeleri sunar. Kimi zaman Allah’la kurulacak irtibatın ve O’na karşı sergilenmesi gereken kulluğun mahiyeti üzerinde durur ve huzurdakileri derin bir muhasebeye sevk eder. Kimi zaman peygamber yolunun yolcularına, Allah yolunda yapılan hizmetlerin ana umdelerini ve temel prensiplerini hatırlatır. Kimi zaman toplum bünyesinde meydana gelen çatlak ve kırıkların tamir ve ıslah yollarını gösterir. Kimi zaman toplum hayatında meydana gelen amansız ve imansız hâdiselerin iman gözlüğüyle nasıl okunacağını ders verir, maruz kalınan haksızlık ve zulümlerin kader plânında neye tekabül ettiğini izah eder. Kimi zaman da haksız yere türlü türlü eziyetlere maruz kalan, preslenen ve ezilen Hizmet gönüllülerine zor zamanlarda hizmet etmenin adab u erkânını öğretir ve onların ümitlerini kamçılar.

Kırık Testi serisinin 16. kitabı olarak neşredilen Dert Musikisi’nde de bu mevzuların hemen hepsini görmek mümkün. Bu kitap, büyük çoğunluğu itibarıyla Hocaefendi’nin 2012-2013 yıllarında yapmış olduğu sohbetlerden hazırlanmış olsa da, konular oldukça güncel. Serinin diğer kitaplarına nazaran bu eserde daha fazla “Hizmet gönüllüleri” üzerinde durulmuş ve son dönemde yaşamış oldukları fitneler karşısında nasıl hareket etmeleri gerektiğiyle ilgili önemli hatırlatmalar yapılmış.

Mesela “Dinî Hayatı Canlı Tutan İki Dinamik” başlıklı makalede geçen;

“Hâsılı, ‘emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münker’ de, ‘rekâik’ de, vücuttaki atardamar ile toplardamarlar gibidir. Nasıl ki kılcallara kadar tüm vücudun canlılığı bunlara bağlıdır. Aynen öyle de dindeki canlılığın mevcudiyetini sürdürmesi bu iki müeyyidenin yerine getirilmesine bağlıdır.” [s.23]

sözleriyle, dinî hayatlarında sürekli canlı ve diri kalmak isteyen adanmışlara dindeki çok önemli iki dinamiği hatırlatır.

“Amelin Ruhu: İhlâs” başlıklı makaledeki şu sözleri ise muvaffakiyetlerin gerçek sebebine dikkat çeker:

“İnsanlığın İftihar Tablosu ve O’nun Râşid Halifeler’inden sonra gelen pek çoklarının İslâm’a birçok hizmetleri olmuştur. Onlar hususiyle belirli dönemlerde gül devrinin birer temsilcisi olarak vazife yapmış, sonra da birer yâd-ı cemil olarak ruhlarının ufkuna uçup gitmişlerdir. Fakat hiçbir zaman Râşid Halifeler’in elde ettiği başarı ve muvaffakiyetleri elde edememişlerdir. Bunun sebebi, Râşid Halifeler’in derinlerden derin o baş döndürücü ihlâs ve samimiyetleridir. Bugün insanlığın şekle, surete, popülizme, takdire, alkışlanmaya, büyük büyük iddialara değil, yeryüzünde hakiki Müslümanlığın ihlâsla yaşanmasına, samimiyetle temsil edilmesine, hâl ile gösterilmesine ihtiyacı vardır.” [s.29]

Hocaefendi’nin şu sözleri ise özellikle İslam dünyasında yaşanan kıpırdanış ve çırpınışların niçin semere vermediğini izah eder ve yeniden ayağa kalkmak ve doğrulmak isteyen Müslümanların önüne çok önemli bir strateji koyar:

“Toplumun ıslahı ve yeniden dirilişi mevzuunda dipten gelmeyen ve dibe bağlı olmayan hiçbir hareket istikbal vaat edici ve kalıcı olamaz. Nice çalımlı şovlarla başlayan hareketler vardır ki üç adım ötede takılıp yollarda kalmış, belleri bükülmüş ve sonra da esefli birer hülya, yıkık birer rüya olarak devrilip gitmişlerdir. Evet, toplumun ıslahı mevzuunda müsait bir ortamın hazırlanması ve yürünecek yoldaki bir kısım engellerin bertaraf edilmesi adına idareci ve siyasilerin belli ölçüde inisiyatif ve desteği olabilir. Onlar, bu destekleriyle ıslah erlerinin daha hızlı mesafe almalarına vesile olabilirler ve bu yönüyle de takdiri hak ederler. Fakat tamir adına yapılması gereken asıl iş, meselenin dipten ele alınması ve tabana yayılmasıdır. Bu itibarla “vira bismillâh” diyerek işin “elif-bâ”sından başlamalı; toplumun ıslahının fertlerin ıslahından geçtiği bilinmelidir. Topluma ait bütün üniteler ıslah edilmedikçe de toplumun ıslahının mümkün olamayacağı asla unutulmamalıdır.” [s.32]

Eserin farklı yerlerinde, yaşanan bela ve musibetlere nasıl yaklaşılacağı, bunların nasıl okunacağı ve bunlar karşısında nasıl bir tavır alınacağına dair önemli izahlar yapılır.

“Önemli olan, yaşanan bütün bu sıkıntıların ciddi bir tecessüs ve tefahhus hissiyle süzülmesi; süzülüp doğru okunması, doğru değerlendirilmesi ve musibetlerin ışığı altında gerçek tevhide ulaşan yolun aydınlatılmasıdır. Zira abes iş işlemekten münezzeh ve müberra olan Allah (celle celâluhu), böyle bir çaresizlik durumunu kullarına, önemli bazı kazanımlar elde etmeleri için vermiş olabilir. Eğer bunun farkına varılır, yaşanan sıkıntılar rıza ile karşılanır ve maruz kalınan çaresizliğin sevkiyle Cenâb-ı Hakk’a tam teveccüh edilebilirse, dünyanın mamur hâle getirilmesi ve ahiretin kazanılması mümkün olur.” [s.68]

Hocaefendi’nin şu sözleri ise pek çok âyet ve hadisten süzülmüş önemli bir hakikatin ifadesidir:

“Toplumda farklı patlamalar olabilir. Bir kısım zalim ve müstebitler, devirmeye güçleri yettiği anda, kendilerine muhalif gördükleri insanların tepesine binerek onları ezip geçebilirler. Bazen de toplumlarını herc ü merce sevk edecek daha başka hâdiselere sebebiyet verebilirler. Fakat bütün bunlar karşısında Müslümanlara düşen, falanı filanı ta’n u teşni etmek yerine öncelikle kendileriyle meşgul olmak ve kendilerini düzeltmektir. Onlar başlarındaki zalimlerden şikâyet etmek yerine öncelikle, ‘Acaba Allah bu zalimleri niye bizim başımıza musallat ediyor?’ diye düşünmelidirler. Çünkü onlar dosdoğru olacakları âna kadar, başkalarıyla uğraşmaları faydasızdır.” [s.96]

“Hizmet ve İnsanî Münasebetler” başlıklı makalede Hizmette önde görünenlerin uyması gereken altın ölçüler konur:

“İnsanları sevk ve idare etmekle vazifeli bulunan kişilerin, hizmetlerinde başarılı oldukları ölçüde, insanî münasebetlerinde de olabildiğine hassas olmaları gerekmektedir. Onlar, gördükleri hata ve kusurlar karşısında gönüllerini geniş tutmalı, beraber hizmet ettikleri insanlara karşı son derece şefkat ve mülayemetle yaklaşmalı ve mümkün mertebe af yolunu tutmalıdırlar. Bütün bunlar İslâm ahlâkıyla ahlâklanmanın bir gereğidir.” [s.106]

“Meşruiyeti Tespit Yolları” isimli makalede ise yapılan hizmetlerin Allah rızasına ve dinin ruhuna uygun olması adına dikkat edilecek esaslara dikkat çekilir. Yapılan hizmetlerin dinin çizdiği sınırların dışına çıkmaması ve gayrimeşru alanlara kaymaması için bu esaslara riayet etmenin önemi üzerinde durulur. “Siyer Felsefesi”, “Örf ve Maslahatlar” ve “Umumî Belva” gibi alt başlıklar altında, hizmet adına yapılan faaliyetler, usul-i fıkhın bazı temel konuları zaviyesinde değerlendirilir.

“Medya Etiğine Dair Bazı Mülahazalar” ile “Medyayla Meşguliyette Ölçü” isimli makalelerde bir taraftan medyada çalışan mü’minlerin, dini hassasiyetleri ihlal etmemeleri, günaha girmemeleri, güzel ve faydalı işler yapabilmeleri adına önlerine çok önemli ölçü ve kıstaslar koyarken, diğer yandan da medyanın risk ve tehlikelerine dikkat çekerek internet ve televizyon gibi medya organlarının müstakim ve dengeli bir şekilde kullanılabilmesi adına önemli hatırlatmalar yapar.

“Hizmet Aleyhindeki İtham ve İftiralar” başlığı altında, son yıllarda Hizmet hareketi mensuplarına reva görülen baskı ve zulümlerin gerçek sebeplerini anlama adına son derece önemli izahlar yapar. Zalim ve müstebitlerin ruh portrelerini ve gerçek niyetlerini ortaya koyar. Bu zulüm ve haksızlıklar karşısında yapılması gerekenlerle ilgili hizmet gönüllülerine önemli mesajlar verir.

Bütün bunların yanında, “Zulüm Karşısında Alınacak Tavır” ile “Amansız Tenkitlere Karşı Dengeli Mukabele” başlıklı makalelerde ele alınan sabır, mülayemet, dengeli tavır, mü’min karakterinden taviz vermeme, kötülüklere iyilikle mukabele etme gibi ilkelerle Kur’ân ahlakını yakalamanın ve insan-ı kâmil olmanın yolunu gösterir.

Dert ve ızdırap, bütün peygamberlerin ortak hususiyetidir. Onların her birisi ayrı bir şefkat kahramanı olduğu için, Allah’ın kullarının dalalet, sapkınlık, nifak, şirk veya küfür içinde bocalamaları, bir türlü hidayet ve istikameti bulamamaları karşısında inim inim inlemiş, ızdırapla iki büklüm olmuşlardır. Kur’ân’da kaç âyet-i kerimede Efendimiz’in “neredeyse kendisini helak edecek ölçüde” dert ve ızdırap içinde kıvrandığı belirtilir.

Günümüzün peygamber varislerinden birisi olan Hocaefendi’nin hayatı da baştan sona bir dert musıkisidir. Kendisi, insanlığın perişan vaziyeti karşısında sürekli inlediği gibi, peygamber yolunun kutlu taliplerinin de böyle olmasını arzu eder. O, insanlığın problemleri karşısında duyulan dert ve ızdırabın Allah katındaki makbuliyetini şöyle izah eder:

“Maruz kaldığımız problemlerin çözümü adına, bir kere en başta hem teker teker hem de toplum olarak ışık ve karanlığı, iyi ve kötüyü birbirinden tefrik edebilmemiz, arkasından da ızdırapla kıvranmamız gerekir. Zira beli bükülmüş İslâm dünyasının yeniden belini nasıl doğrultacağını düşünürken beynini zonklatan ve ızdırapla inim inim inleyen bir insanın bu hâli, ellerini açıp sabahlara kadar yalvarma kadar önemli bir duadır.” [s.145]

Okuyucuyu kitabın zengin muhtevasıyla baş başa bırakma adına bu kadarıyla iktifa edelim. Yoksa her bir makale Kur’ân ve Sünnet’in ruhundan süzülüp gelmiş, zihin ve kalbin derinliklerinde sentezlenmiş hakikatlerle, hikmet ve mesajlarla dolu.

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’ye Cenab-ı Hak’tan sağlık, sıhhat ve afiyet diliyor, kıymetli fikirleriyle bizlere yol gösterdiği ve rehberlik yaptığı için şükran ve minnetlerimizi arz ediyoruz.

Süreyya Yayınları

-+=
Scroll to Top