Takdim Yerine
İçinden geçmekte olduğumuz bunalımlı günler ve yine bu günlerde en çok muhtaç bulunduğumuz kalbî, fikrî ve hissî ihtiyaçlarımız bir kitabın isminde herhalde ancak bu kadar güzel toplanabilirdi: Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız.
Buhran fertlerin, ailelerin, cemaat ve cemiyetlerin, milletlerin ve nihayet topyekün insanlığın içine düşebileceği kriz ve bunalım hâlini anlatan bir kelime. Ete kemiğe bürünmüş böyle bir buhran vaziyetini, M. Fethullah Gülen Hocaefendi, 1982 yılında kaleme aldığı bir makalesinde şöyle resmediyor: “Dünya, bir baştan bir başa kasvetli bulutlarla sarıldı. Göz gözü görmeyecek kadar karanlık her taraf.. her gün yeni bir buhran beliriyor ufkumuzda.. her gün taze bir mesaj alıyoruz kıyametten… Ümit ve düşüncelerimizin üstüne gelip gelip yıkılan korkulu rüyalar ve kâbuslar, dünyamızı gulyabanîler ülkesi hâline getirdi.” (“Buhran ve Gerilim”, Buhranlar Anaforunda İnsan, s.17)
Yine 2005 yılında yazdığı bir başyazısında Muhterem Hocaefendi, aslında bizim ve bizimle irtibatlı sayılabilecek toplumların günümüzde de bir kere daha karşı karşıya kaldığı bunalımlı durumu şöyle tasvir ediyor: “… Şu anda, bizim de içinde bulunduğumuz coğrafyanın yürekler acısı hâl-i pürmelâli böyle bir buhranın çeşitli derinlikleriyle en canlı misali.
…
Denebilir ki, şimdilerde bu coğrafyanın insanı cahiliye döneminde olduğundan da beter buhranlar içinde kıvranmakta, âdeta fevkalâdeden kurtarıcı bir el beklemekte, çeşit çeşit yalanlara aldanmakta, yalancı mumlar arkasında koşmakta ve böylece çare olarak başvurduğu her yol ve yöntemle bunalımlarını daha da derinleştirmektedir.” (“Buhranlar Çağı”, Sükutun Çığlıkları, s.127)
Diğer yandan elimizde tuttuğumuz bu kitabın ya da yazıldığı tarih itibariyle aynı adı taşıyan makalenin isminin sadece “Buhranlı Günler” değil de “Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız” olması, fikir ve düşünceleriyle yakından tanıyanlar için Muhterem Hocaefendi’yi çok güzel aksettirmektedir. Evet, o Kur’ânî bir üslubu hemen her makale ve sohbetinde uygulamakta; sadece problemleri teşhis etmekle yetinmemekte, aynı zamanda çözüm yollarını göstermekte, bunlara teşebbüs edilmediği takdirde işin encâmında ne türden olumsuzlukların yaşanabileceğini ve ümitle çözüm yollarına tevessül edildiğinde ne kadar güzel neticelerin elde edilebileceğini ayrı ayrı izah etmektedir. “Kaos, İmtihan ve Ümit”, “Kaos ve İnancın Sihirli Dünyası”, “Kaos İçindeki Işık” ve “Kaos ve Yeşeren Ümitler” gibi makale başlıklarını hatırlamak bile bizim bu mülâhazamızı fazlasıyla desteklemektedir.
Muhterem F. Gülen Hocaefendi 1983 yılında yazmış olduğu “Buhranlarımız” adlı bir yazısını şu ümit dolu cümlelerle bitirmektedir: “Cemiyetin baş ağrılarının had safhaya vardığı, gerçek düşmanlık ve düşmanlarımızın apaçık ortaya çıktığı, bağlı bulunduğumuz dünya ile aramızdaki diyaloğun her gün biraz daha kuvvet kazandığı bugünlerde, milletçe fevkalâde ümitliyiz ve dirileceğimiz inancını taşımaktayız.” (Buhranlar Anaforunda İnsan, s.77) Yine 1997 yılında yayınlanan “Buhran ve Kahramanlar” başlıklı bir makalesini şöyle bitirmektedir: “Bugüne kadar her medeniyet birkaç düzine kahramanın eseri olmuştur. Bundan sonra hep böyle olacaktır. Günümüzde, değişik fırtınalar ve türlü türlü illetlerle sarsık bulunan bu dünyanın, o eski tül pembe günlere, mehtaplı gecelere, buğu buğu sevgiyle köpüren geleceklere ve dirilişleri dirilişlerin takip edeceği çağlara ulaşması da bu kahramanlar sayesinde gerçekleşecektir.” (Işığın Göründüğü Ufuk, s.94) Bütün bunların berisinde çok yakın bir tarihte yaptığı bir sohbet “Hal ve Ümit” başlığını taşımakta ve o sohbetini Muhterem Müellifimiz şu cümlelerle tamamlamaktadır. “İnşaallah, siz Kur’ân’ın ve evrensel insanî değerlerin elmas düsturlarına sarılarak, insanların gönüllerini fethetme mevzuunda sarsılmayan bir ümitle, hep ileriye doğru yürüyeceksiniz. Allah’ın izni ve inayetiyle, içteki hasetçileri aşacaksınız; dıştaki muhtemel tehlikelere ve badirelere de takılmadan yol alacaksınız.”
Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız, Muhterem Hocamız’ın Amerika’da yapmış olduğu sohbetlerden oluşan Kırık Testi serisinin son kitabı. Kitap, o eskimeyen güzel kelime ile ifade edecek olursak müteferrik (farklı farklı) konuları bizim kalb ve kafalarımıza, nazarlarımıza sunuyor. Kur’an-ı Kerîm tefsirinden hadis-i şerif şerhlerine, kalb ve ruh hayatından aile hayatına, ondan içtimaî hayata, yine hizmet hayatında karşılaşılan zorluklara karşı ortaya konması gereken halden, eğitimle ilgili meselelere, gaflet ve ülfete yenik düşmemiş duadan amelin özü olan ihlâsa, ihlâsla i’lâ-yı kelimetullah arasındaki münasebete, kine doymayan nifak şebekesi karşısında mü’mince duruşa ve elbette buhranlardan onlar karşısında sergilenmesi lüzumlu olan ümit tavrına kadar farklı konularda gönüllerimizin bamteline dokunuyor, zihinlerimize yüksek ufuklar gösteriyor.
Bir fikir vereceği düşüncesiyle kitaptan birkaç bölümü burada sizlerle paylaşmak yerinde olacaktır. İsterseniz en önemli olandan başlayalım. Muhterem Hocaefendi, Allah’ın en büyük ihsanı olan rızayı talep konusunda şu tavsiyede bulunuyor: “Rıza, Cennet ve Cennet’teki nimetlerden daha büyük bir nimet ise o zaman bizim de ellerimizi açıp sürekli ‘Allah’ım beni rıza ufkuna ulaştır.’ diye dua dua yalvarmamız gerekir. Evet,
اَللّٰهُمَّ إِلَى مَا تُحِبُّ وَتَرْضَى
‘Allah’ım! Sevdiğin ve hoşnut olduğun şeye beni ulaştır!’ diyerek nefes alıp vermeli;
اَللّٰهُمَّ عَفْوَكَ وَعَافِيَتَكَ وَرِضَاكَ
‘Allah’ım! Senden af, afiyet ve rıza istiyorum!’ diyerek oturup kalkmalıyız. Çünkü Cenâb-ı Hak, insanın samimi olarak kalbden istediği şeyleri kendisine lütfedeceğini vaat ediyor. Fakat bu konuda ısrarcı olmak gerekir.” (Sayfa, 267)
Münafıklar karşısında mü’mince bir duruşun nasıl olması gerektiğini söylerken de şöyle der: “…Evet, bu onulmaz gibi görünen dertler, onarılmaz zannedilen harabeler, insanın içinde ümitsizlik hâsıl etmemeli, onu panikletmemelidir. Fakat bu demek değildir ki, yaşanan tahribata karşı gözlerimizi kapatalım. Bilakis bu müthiş tahribatın görülmesi çok önemlidir. Zira tahribatı görme, insana sorumluğunu ve yapması gerekli olan vazifeleri hatırlatacaktır. Böylece sorumluluk şuuruna sahip mefkûre insanı, bu tablo karşısında Allah’ın, sadık kullarından ne isteyeceğini düşünecek, ‘Acaba bir peygamber olsaydı, böyle bir tablo karşısında nasıl hareket ederdi?’ diyecek, yapılması gerekenlere odaklanacaktır.” (Sayfa, 52)
Kitabın 174. sayfasında Muhterem Hocamız ciddi bir sosyal probleme şu ifadelerle neşter vuruyor: “Daha sonra gelen yöneticilerden bazıları da Râşid Halifeler dönemindeki adaleti muhafaza edememiş ve adam kayırmışlardır. Mesela onlar, bir yere bir idareci tayini veya ganimet taksimi söz konusu olduğunda hemen kendi yakınlarını tercih etmişlerdir. Hâlbuki Râşid Halifelerden hiçbirisi sırf kendilerine yakın oldukları gerekçesiyle akrabalarını belli makamlara getirmemiş, çevrelerine ayrıcalık tanımamış ve adam kayırmaya gitmemişlerdir. Çünkü bir ümmet içinde emanet, ehline verilmediği ve yakınlara iltimas geçilmeye başlandığında, o ümmetin işi bitmiş demektir.”
Bu faslı son bir iktibas (alıntı) ile noktalayalım: “Maalesef her dönemde, nâm-ı celîl-i Muhammedî’nin şehbal açmasından rahatsız olan insanlar olmuştur. Fakat iman ve Kur’ân hizmetine gönül vermiş insanlar vazifelerini yaparken başkalarının haksızca kınamalarına aldırış etmezler, tehditler karşısında korkup geri durmazlar, hak bildikleri yolda önlerine çıkan engellere takılıp kalmadan hep yürürler.” (Sayfa, 183)
Son olarak konumuzla yakından alâkalı önemli bir hususa temas edelim. Düşünce tarihimizin çok kıymetli mütefekkirlerinden biri şöyle der: “İnsanı birçok şey doğruya sevk edebilir, fakat bunların en sıhhatlisi insanın irşadıdır. Mürşid en ileri rahmet kapısıdır.” Buna ilave olarak biz de diyoruz ki, mürşid ve rehberin kıymeti ve onun irşad ve rehberliğine duyulan ihtiyaç buhranlı, çalkantılı kriz ve bunalım dönemlerinde daha da artar, daha da görünür olur. Bununla beraber, o rehberlikten herkesin değil de sadece onu almasını bilen veya en azından o irşada açık duran insanların istifade edebileceği de apaçık bir hakikattir. İşte bu mülâhazalarla biz kitabımızın müellifi Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi’ye irşad ve rehberliğinden dolayı bir kez daha şükranlarımızı sunuyor, Cenab-ı Allah’tan, inayet ve sıyanetiyle her zaman Hocamız’ın yanında olmasını ve onun, duruşu ve eserleriyle ortaya koyduğu rehberliğinden bizi azami şekilde istifade ettirmesini niyaz ediyoruz.
Her şeyin doğrusunu Allah (celle celâluhu) bilir; bütün güzelliklerle O’ndan, bütün noksanlıklar bizdendir.
Nil Yayınları