Takdim Yerine

Hayata gelmek veya gelmemek, insanî hüviyette varlığa ermek veya ermemek bizim elimizde değildir; ama, onu değerlendirmek ve bu sihirli nimetlerle iki âlemin mutluluğunu elde etmek iradelerimize bağışlanmış ilâhî bir armağandır.

İnsanın, bu ilâhî armağanı en güzel şekilde değerlendirebilmesi için ise, öncelikle kendine ulvî gâyeler belirlemesi, yüce ve yüksek idealler ardına düşmesi, küçük hedefler yerine büyük maksatlar peşinde koşması gerekir. Bu yüksek hedeflerden biri olan yaşatma idealine gelince, o, Hakk’ın hoşnutluğunun elde edilebilmesi istikametinde gerçekleştirilen ideallerin en ulvîsi ve en yükseğidir. Zira gerçek hayat, bugünün ve yarının insanları düşünülerek planlanan ve onlar için yaşama gayesiyle mefkûrelendirilen hayattır.

Bugün, bir baştan bir başa bütün yeryüzü, çeşit çeşit bunalım ve krizlerle buhranlar içinde çırpınıp durmaktadır. Toplumlar ahlâkî, idarî, iktisadî… üst üste gelen bir sürü gaile ile yorgun ve ümitsiz, kitleler şaşkınlık içinde ve gelgitler ağındadır. Gücü elinde bulunduran şer odaklarının, elli türlü, elli ayrı noktada yaktıkları fitne ateşleri ise bugünle beraber geleceğimizi de tehdit ediyor. Evet, günümüz dünyasında fertler hasta ve sarsık, yuva perişan ve dağınık, yığınlar hezeyan içinde ve şaşkın, kaba kuvvet temsilcileri de zalim ve insafsız; kimse bilmiyor işin nereye gittiğini ve insanlığı nasıl bir akıbetin beklediğini. İşte bu şartlar altında eğer insanlık bir kez daha sahil-i selâmete çıkacaksa, bu, başka değil ancak yaşatma mefkûresi gibi yüce ve yüksek bir idealle gerçekleşecektir. Yaşamayı yaşatmaya bağlamış, kendi kurtuluşunu başkalarını kurtarmada gören yüce bir idealle…

Bu sebeple, bugün topyekün insanlık olarak, şuna buna değil, bu ölçüde yüksek bir mefkûreye sahip ideal nesillere ihtiyacımız var. Hangi ırk ve renkte olursa olsun, hangi bölge ve coğrafyada bulunursa bulunsun bütün insanlığa merhamet duygusuyla bakabilen, derin bir şefkat hissiyle onlara ellerini uzatan, ikbal ve geleceğini başkalarının mutluluğu adına toprak gibi ayaklar altına serebilen; hava gibi herkesin demine damarına karışıp her bünyede kan gibi deveran edip duran; su gibi hasret ve hararetlerin üzerinde çağlayıp her yana hayat üfleyen bu vicdanı engin gönüllüler sayesinde öyle inanıyoruz ki, asırlık bunalımlar sona erecek, ızdıraplar dinecek ve bütün insanlığın yüzü bir kez daha gülecektir.

Gelecek adına ümit kaynağımız olan bu ideal insanların birinci vasıfları imanları ve o imanlarından kaynaklanan muhabbet duygularıdır. Evet onlar, Allah’ı deli gibi sever ve bu engin sevginin kanatları altında bütün varlığa karşı derin bir alâka duyarlar: Çocukları geleceğin tomurcukları gibi okşar ve koklar.. gençlere yüksek hedefler göstererek onlara ideal insan olmalarını salıklar.. yaşlıları ise en içten bir saygı ve hürmetle onore ederler.

Onlar aynı zamanda içinde yaşadıkları topluma karşı tam bir sorumluluk örneğidirler. Bu sorumluluğu gerçekleştirmek için Allah’ın kendilerine bahşettiği her şeyi, hem de gözlerini kırpmadan feda ederler.. hiçbir şeyden korkup çekinmedikleri gibi, O’ndan gayrı hiçbir şeye de gönül kaptırmazlar.. gözlerinde ne mutluluk tutkusu ne de mutsuzluk endişesi vardır. Onlar, insanlığın ebedî mutluluğu kazanması adına gerekirse Cehennem’in alevleri içinde yanmaya bile razıdırlar. Evet, onlar, idealleri uğrunda canlarını, cânânlarını, servetlerini-sâmânlarını, evlad u iyâllerini, bugünlerini ve yarınlarını bir çırpıda feda etmesini bilir ve hakka-hakikate, kılı kırk yararcasına riayetin yanında her zaman tercihlerini yüce mefkûreleri istikametinde kullanırlar.

Ebediyet süvarisidir onlar. Fakat küheylanları üzerinde yalnız değillerdir. Zira onların her biri kendi aşk u şevkleri, heyecan ve tutkularının ötesinde başkalarını da terkilerine alıp sonsuzluğa taşıyan bir ebediyet süvarisidir. Koştukları bu yolda, Hakk’ın rızasına ve insanlığın yararına öyle kilitlenmişlerdir ki, gelip kendilerine çarpan ihtiras fırtınaları, onlardaki hakperestlik hissini daha bir pekiştirir; kin, nefret tufanları onların ruhundaki sevgi ve şefkat fevvârelerini daha bir coşturur; coşturur da bu uğurda nice nimetleri çiğner geçer, nice nikmetlere de göğüs gererler.

Yüce hasletlere sahip bu mefkûre kahramanlarının, bugün, dünyanın dört bir bucağına bir tohum gibi serpildiği, bir ümit meşalesi olarak çevrelerini aydınlatmaya başladığı ve topyekün insanlık adına mutlu bir geleceğe göz kırptığı söylenebilir. Fakat “bu yol uzaktır, menzili çoktur, geçidi yoktur, derin sular var.” Evet, bu yolda katedilmesi gereken nice mesafe, geçilmesi gereken nice derya, aşılması gereken nice tepe vardır. Zorlardan zor bu meşakkatli yolculukta maddî-mânevî hiçbir engele takılıp kalmamak, dünyanın aldatıcı cazibedar güzelliklerinin ağına düşmemek, yol yorgunluğu yaşamamak ve hız kesmeksizin sürekli pür-heyecan küheylanlar gibi koşturup durmak için yaşatma sevdasının gönüllerde her zaman canlı ve dipdiri olması gerekir. İşte, kanaatimizce, “Yaşatma İdeali” adıyla elinizde tuttuğunuz bu kıymetli eser, dünyanın dört bir tarafında insanlık adına koşturup duran veya koşturma, hizmet etme arzusunda, arayışında bulunan adanmış ruhlar için çok önemli bir müşevvik, bir ilham kaynağı olacaktır. Meselâ kitabın henüz ilk makalesinde yer alan şu satırlar, madde ile, menfaat ile, şöhret ile çepeçevre sarılı çağımız insanına zannımızca, apayrı, ulvî bir ufku işaretlemektedir:

“Yüce bir mefkûreye dilbeste olmuş, bir yönüyle ona göre kendi düşünce dünyasını yeniden inşa etmeye çalışan ve böylece başta kendi milleti olmak üzere topyekûn insanlığa yeni bir ba’su ba’de’l-mevt yaşatma istikametinde didinip duran bir insan, dünyevî herhangi bir beklenti içine girmeyeceği/girmemesi gerektiği gibi, çok defa belki Cennet’e girme ve Cehennem’den uzak kalma gibi, Cenâb-ı Hakk’ın fazlından beklenen mânevî beklentilere dahi girmemelidir…

Cenâb-ı Hak, belli bir dönemde kendi ülkemde pek çok adanmış ruhla beraber olmayı nasip buyurdu. Ülkenin değişik yerlerinde örnek olabilecek pek çok fedakârlığa şahit oldum… Meselâ belki seksenine merdiven dayamış bazı yaşlı arkadaşlar defaatle buraya gelip, “Ne olur bu gençlere hicret etmeyi işaret ettiğiniz gibi esnaf için de, bize de, başka yerlere gitmeyi işaret etseniz ve biz de gitsek. Böylece verme mazhariyetiyle serfiraz kılındığımız gibi, Cenâb-ı Hak hicretle de bizi şereflendirse.” dediler. İşte bunlar, maddî ölçüler içinde kıymetini takdir edemeyeceğiniz öyle dinamiklerdir ki, bu dinamikler, Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz lütuf ve ihsanına âdeta bir davetiye olmuştur.”

Ulvî düşünce ve yüce gayelerle dolu olduğuna inandığımız bu kitapla sizi baş başa bırakırken, bu vesileyle, hem dünyanın dört bir bucağını gülistana çevirmeye niyetli mefkûre muhacirlerini minnetle yâd etmek, hem de onların ruhuna, yaşama arzusunu bir kenara bırakıp yaşatma tutkusunu aşılayan, bu gibi kıymetli eserlerle gönüllerde yaşatma sevdası ateşini tutuşturan Muhterem Müellif’e gönül dolusu şükranlarımızı sunmak istiyoruz. Muhterem Müellif’in, sıhhat ve afiyet içerisinde, daha nice böyle kıymetli eserlere vesile olması dua ve niyazıyla, hayırlı okumalar…

Nil Yayınları

-+=
Scroll to Top