TEMİZ TOPLUMA DOĞRU
Son günlerde meydana gelen bazı hadiseler sebebiyle, “çete”, “mafya”, “gladio”, “kontrgerilla” vb. ifadeler, günlük hayatımızın her mahfilinde konuşulan kavramlar hâline geldi. Ve bunlar “temiz toplum” sloganıyla ifade edilmeye çalışılan düşüncelerin son bir kere daha gündeme getirilmesine de vesile oldu. Şimdi, ilgili-ilgisiz, yetkili-yetkisiz, taraflı-tarafsız hemen herkesin konuştuğu ve bu sebeple de ayağa düşen mevcut gelişmeler karşısında bazı noktaları maddeler hâlinde arz etmekte yarar görüyorum:
1. Artık gün yüzüne çıkmış çete, mafya, devlet ilişkilerini sarıp sarmalayıp bir kenara koymak ve ört bas etmek isteyenler var ki, bunların bu gayretleri kamuoyunun gözünden kaçmamaktadır. Oysaki bu konuda yapılması gerekli olan şey, -hem de hazır tarihî bir fırsat yakalanmış iken- toplum-devlet işbirliği içinde bu türlü problemlerden kurtulmak için gerekli olan müdahalenin yapılmasıdır. Şayet bu çarpık ilişkiler -iddia edildiği gibi- doğru ise, bunun ne devletimize ne de milletimize yakın veya uzak planda herhangi bir yarar getireceğini zannetmiyor; aksine itibar kaybetmemize vesile olabileceği kanaatini besliyorum.
2. Böyle bir yaraya neşter vururken, niyetin hâlis olması çok önemlidir. Ama bu hâlis niyeti hayata geçiren davranışlar bozuk ise, niyetin hâlis olması bir mânâ ifade etmeyecektir. “Ameller niyetlere göredir.” fehvâsınca, insanın dünya ve ukbâda bir şey kazanması, o niyeti amel, aksiyon, fiil hâlinde ortaya koymasına bağlıdır. Ne var ki, burada üslûbun iyi seçilmesi de en azından niyetin hulûsu kadar önemlidir.
Bu çok önemli içtimaî düstur zaviyesinden, mevcut gelişmelere baktığımızda, şahsen ben, bu şekilde olayların üzerine gitmenin, bu meseleye köklü çözüm getirme açısından fevkalâde yanlış olduğu kanaatindeyim.
Bir kere bu konuda öncelikle dikkate alınması gerekli olan şey, millî itibarımız ve onun korunmasıdır. Türkiye dünü, bugünü itibarıyla süper devlet olmaya namzet bir konumda bulunmaktadır. Gerek Orta Asya cumhuriyetleri, gerek birçok sair İslâm ülkesi, yürekten Türkiye’ye bel bağlamış kabul edilebilirler. Bizim, böyle istikrarsız, zayıf, devlet bünyesi içine kadar pisliklerin girmiş olduğu bir ülke imajı çizmemiz, bize bel bağlayan, güven ve emniyetle bakan ülkelerin güvenini kaybetmemize yol açar ki, kaybedilen bu güven ve itibarı tekrar kazanmamız çok uzun zaman alabilir. Hâlbuki Türkiye’nin böyle bir zaman ve itibar kaybına asla tahammülü yoktur.
Ayrıca dış dünyanın güveninin sarsılması bir tarafa, böylesi bir üslûp, toplum tabanındaki saf yığınların güveninin sarsılmasına vesile oluyor ve onlara “Devleti -affedersiniz- Kırk Haramiler ele geçirmiş.” dedirtiyorsa, bu çok olumsuz ve tehlikeli bir neticedir.
Bence, bu kabîl olayların çözüme kavuşturulmasında takip edilen üslûp bir kere daha mutlaka gözden geçirilmelidir. Bu milletin tabanı çok sağlamdır ve blokaj olabildiğine kuvvetlidir. İdareci kesimde var olduğu iddia edilen bazı çürüklerden hareketle genelleme yapmak ve “İşte Türk toplumu ve Türkiye bu.” demek oldukça yanlıştır.
3. Bu tür olayları, siyasî bir malzeme olarak kullanmak, yani politize etmek de fevkalâde yanlış ve zararlı olsa gerek. Zaten bu konularda toplumun hassasiyeti, göstermiş olduğu tepkilerle ortaya çıktı. Bu tepkiler, bana göre bazı hastalıklar karşısında vücudun hararetinin yükselmesi ve bu şekilde hastalığa mukavemette bulunmasına benzetilebilir. Böylesi bir tavır veya gelişme elbette sevindiricidir. Yalnız, bu tepkileri politize etmek, siyasî malzeme olarak kullanmak ve bununla bir yerlere gelmeyi planlamak yanlıştır. Ortada bir problem vardır. İktidarı, muhalefeti, ordusu, polisi, sivil toplum örgütleri vb. devletin bütün müesseseleri ve toplumun bütün katmanları samimî, yürekten el ele vererek, mutlaka bu problemi çözmeye çalışmalıdırlar.
Ayrıca, bu zihniyetle, yani hırsla iktidar olma isteğiyle yapılan müdahalelerde, insanların dengeli davranabilmesi imkânsızdır. Hâlbuki Hakk’ın hatırı âlidir. Bu âli olan hatır, ne pahasına olursa olsun, hiçbir şeye feda edilmemelidir.
Bu arada ülkenin sürekli seçim havası içinde tutulması da çok tehlikelidir. Bu hava gerek ülke idaresinde bulunan siyasî ve bürokrat kesimi, gerek yurt içinde ve yurt dışında sınaî, ziraî, ticarî yatırım yapacak olan kesimi ve gerekse güvenleri zedelenen, istikrardan ümidini kesen halk kitlelerini menfî bir şekilde mutlaka etkileyecektir.
4. Problemleri çözme aşamasında dikkat edilmesi gerekli olan bir başka nokta da devlet yapısı olsa gerek… Bu olayları bahane ederek, devlet yapısı üzerinde oyunlar oynama, hiç de arzu edilmeyen değişik düşüncelerin zuhuruna vesile olabilir. Ne olursa olsun devletin meşruiyetine zarar verilmemelidir. Yoksa demokrasinin kesintiye uğraması kaçınılmaz olabilir. Bu ise, kriz içinde bulunan Türkiyemiz için hiç de hayra alâmet sayılmaz. Antidemokratik müdahaleler, geçmişte de görüldüğü gibi, hiçbir zaman ne içeride ne de dışarıda ülkemize herhangi bir fayda sağlamamıştır. Aksine -halk tabiriyle- “İki ayağımızı bir pabuca sokmuştur.” Bu konuda idarî sistem olarak demokrasinin bütünlüğüne inanılıyorsa, her sistemin suiistimale açık yanlarının olabileceği gerçeği de göz önünde bulundurularak, problemler sistem içinde çözülmeye çalışılmalı, sabredilmeli, katlanılmalı ve kat’iyen antidemokratik yollara başvurulmamalıdır.
5. Benim çok sık ifade etmeye çalıştığım ayrı bir gerçek daha var: İyilik iyilik doğurur, kötülük de kötülük. Âyet ve hadislerden muktebes, fasit ve salih daire diye adlandırdığımız çizgide bahsini ettiğimiz bu husus, evrensel bir gerçektir. Dolayısıyla müdahale ile yapılacak herhangi bir yanlışlık, başka yanlışlıkların doğmasına vesile olabilir. En köklü çözüm, içinde yanlışlık olmayan veya çok az olan çözümdür. Velev ki bu, uzun bir zaman alsa bile. Dolayısıyla acilen neticeye ulaşmak için yanlış olan kısa yollara hiç mi hiç müracaat edilmemelidir. Nitekim biz böyle bir hatayı PKK hâdisesinde yaptık ve ihtimâl, hâlâ bu hatamız üzerinde de sabit kadem bulunuyoruz. PKK terör örgütü ilk ortaya çıktığı yıllarda, onun önünü kesmek ve yok etmek için, alternatif bir örgüt ortaya atılmıştı. Sonra bu örgüt gemi azıya alıp, kontrol edilemez hâle gelince, bunun parçalanması cihetine gidilmişti. Ne var ki bundan da bir netice elde edilemedi. Görüldüğü gibi bir yanlışlık, bir başka yanlışlığı doğuruyor. Bu itibarla da baştan yanlışlıklar içine hiç girmeme, herhâlde sonuca ulaşmak için en doğru yol olsa gerek.
6. Bu tür olaylar karşısında haberleşme, yazılı ve görsel medyanın tavrı da çok önemlidir. Öncelikle ifade etmeliyim ki, bunlar Allah’ın bizlere ihsan ettiği bir lütuftur. Yalnız bunların yerinde ve her ne pahasına olursa olsun doğruyu bulmak istikametinde kullanılması da kat’iyen unutulmamalıdır. Bunlar siyasî mülâhazalar, şahsî çıkarlar, ferdî münasebetler doğrultusunda kullanılır ve gerçekler çarpıtılırsa, hem yetkili merciler yanlış yönlendirilmiş olur, hem sonuç alma zamanı uzar, hem de kamuoyunun ümitleri bütün bütün sarsılır. Bu açıdan bana göre yapılabilecek en güzel şey, doğru, tarafsız ve ilkeli bir biçimde gerçekleri gün yüzüne çıkartmaktır.
Ayrıca, olaylar açıklanırken ve perde gerisi ilişkiler ele alınırken, yani vak’a rapor edilirken, alternatif düşünceler üretilerek, yetkili mercilere sunulması gerekir diye düşünüyorum. Evet, vak’aları rapor etmek ve bunları tenkit etmek, reyting mülâhazaları ile çirkinlikleri sayfalarca veya saatlerce gazete ve ekranlara getirmek kolaydır. Zor olan, düşünce tembelliğinden sıyrılıp alternatif çözüm yolları üretebilmektir.
7. Dikkat edilirse, hâdiseler devletin en üst seviyesindeki insanlara kadar dayanıyor ve hemen her şey madde üzerinde dönüyor. İdarecilerimiz bu tespite iştirak ediyor ve temiz toplum düşüncelerinde samimî ve istekli iseler, olaylara adı karışanlar, İstiklal Mücadelesi’nde olduğu gibi bütün mal varlıklarını bu millete bağışlayarak, toplumun nazarında arı-duru hâle gelmelidirler. Meselâ, bunlar, kayd-ı hayat şartıyla Mehmetçik Vakfı, Türkiye Diyanet Vakfı gibi vakıflara mallarını bağışlayabilirler. Ayrıca özel vakıf da kurabilirler. Böylece gerçekten toplum nazarında arınır ve baş tacı edilirler. Bu millet vefalıdır. İdareciler böyle bir şey yapsın, millet, onların verdiğinin on kat fazlasını onlara rahatlıkla iade edebilir. Tabiî bu arada yitirilen itibar da istirdat edilmiş olur.
8. Bu tür hâdiselerin önlenmesinde yapılan bir yanlışlık da, lokal çözüm arayışı oluyor. Yani arıza nerede zuhur ediyorsa, orada onun üzerine gidiliyor. Hâlbuki çözümde, hastalığın kökenine ve temeline inmek şarttır. Meselâ, bacaklardaki ağrının menşei disk kayması ise, müdahale diske yapılır ve o ağrı-sızı ile hiç uğraşılmaz. İnsan vücudu için geçerli olan bu kaide, sosyal hayatta toplum için de geçerlidir. Bu itibarla da meselelere bu zaviyeden bakacak olursak; bu hâdiselerin temelinde kendimize ait öz değerlerimizden uzaklaşma, Allah’a ve ahirete inanç noktasında tam anlamıyla beslenememe, toplumun bu değerlerle bütünleşememesi vardır ki; Âkif’in ifadesiyle; “Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.” Bu korku olmadığı takdirde ne irfanın, ne vicdanın tesirini bulabilmek mümkün değildir. Öyleyse köklü çözüm, yeniden insanımızda bu hissin uyarılması ile mümkün olacaktır. Böyle bir şey gerçekleştirilebildiği takdirde, insanlar “insan-ı kâmil” veya murâkabe ve muhasebe insanı olma yoluna gireceklerdir ki; o zaman şimdilerde problem olan şeyler -inşâallah- bütünüyle ortadan kalkacaktır. Yalnız, bu çok uzun zaman isteyen bir yoldur. Bir, iki, belki üç nesil ister.
Evet, din, insan ve toplum hayatı adına, yeri başka hiçbir şeyle doldurulamayacak kadar önemli bir dinamiktir. Merhum Aksekili’nin ifadesiyle, “İnsan dine inanmıyorsa, onu inzibat kuvvetleri ile zapturapt altına almak mümkün değildir.” Hele Türk milleti gibi zeki bir milleti, dünyevî cezaî müeyyidelerle bir yere bağlamak imkânsızdır. İnsanlarda ahiret endişesi olmadıktan sonra zekâlarını kullanarak mevcut kanunların yüzde 60-70’inin rahatlıkla açığını bulur, altından sıyrılabilirler. Öyleyse uzun bir zaman dahi olsa, nesillerin din ve dinî değerlere yönlendirilmesine ve toplumu, gerçekten temiz, pak bir toplum hâline getirecek nesillerin yetiştirilmesine özen gösterilmelidir.
9. Son olarak; ne bugüne kadar olan gelişmelerden, ne de olacak olan şeylerden hiç kimse ümitsizliğe kapılmamalıdır. Zira bu ve benzeri olaylar, hemen her toplumda küçük ya da büyük çapta olagelmiştir. Ümitsizlik “her türlü kemale mânidir.” Türkiye’de inkâr edilemez bir gerçek vardır; o da –Necip Fazıl’ın “ba’sü ba’de’l-mevt” ya da Sezai Karakoç’un “diriliş” mülâhazası içerisinde– toplumun yeniden inşa edilmesidir. Bugün, yeise kapılmayan insanlar tarafından, uzun vadede netice alınacak ve kendi dinamikleri üzerinde duracak olan bir toplumun tohumları atılmış olmalıdır ki, şimdilerde rüşeym hâline gelen ve topraktan başını çıkaran bu tohumlar, çok yakın bir gelecekte semalara doğru ser çekebilsin. Onun için, herkes bu sürecin hızlanmasına katkıda bulunmaya gayret etmeli ve fikir mimarı, fikir işçisi, finansörü, amelesi… hangi kademede olursa olsun, maddî ve mânevî özellikleri itibarıyla bu kervanda yerini almalıdır. Demokrasinin de cumhuriyetin de temsili, insanlarla olacaktır. Şayet temsil makamında bulunan bu insanlar, arızasız olur, dinî ve millî değerlere bağlı bulunur ve aynı zamanda, vicdan, muhasebe ve murâkabe insanı olurlarsa, o zaman bu türlü problemlerin hiçbiri bulunmayacaktır. Böylece de, milletimiz ve devletimiz ne içeride ne de dışarıda itibar kaybetmeyecektir. Şu son günlerde yaşanan olumsuzluklar, milletimiz adına bana çok ağır geldi; âdeta damarlarımdaki kanımın donduğunu hisseder gibi oldum. Öyle ki, bir kenarda ağlamak istediğim hâlde, Hz. Âişe Validemiz gibi ağlayamadım…
Hâsılı, ne olursa olsun, devlet ve millet olarak bu badireyi de aşacağımıza inanıyorum.