Tereddütler Üzerine
Asırlardır biriken tereddüt ve şüpheler, beyinlerde bir törpü, bir burgu gibi içten içe, fert fert veya gruplar hâlinde insanların inançlarını aşındırıp delik-deşik etti. Bilhassa asrımızda toptan bir inkâr hâlinde ortaya çıktı. Dünyanın bir kesimi bu şüpheler karşısında dayanamamıştı. Bizde de ilk anda sendelemeler oldu. Hatta, bu asrın başında inancını kaybeden bazı gençler, son olarak yazıp bıraktıkları mektuplarında, iman olmadan yaşamanın mânâsızlığına dikkati çekerek intihar ediyorlardı. Bin senedir tedârik ve teraküm edilen müfsit âletler ile kalb-i umumî ve efkâr-ı âmme dehşetli yaralanmış, insanımızın, bilhassa avam halkın istinatgâhları olan İslâmî esaslar, İslâmî cereyanlar, İslâmî şiârlar kırılmış; bunların neticesi vicdan-ı umumî bozulmaya yüz tutmuştu. Bu geniş yaralar Kur’ân’ın ve imanın ilaçları ile tedavi edilmeliydi…
Âlimlerimiz bunun farkındaydı… Ömer Nasuhi merhum aynen şöyle diyordu: “Asrımızdaki İslâm âlimleri, bu zamanda zihinleri iz’âc eden birtakım yeni yeni felsefî nazariyeleri tenkide alarak bu nokta-i nazardan ilm-i kelâmda bir yenileme eseri göstermek mecburiyetinde bulunmaktadırlar.”1 Asrımızın hâzık hekiminin teşhisiyle, “Maddiyyunluk (materyalizm) mânevî bir tâun gibi tenkit kabiliyeti geliştikçe yayılma imkânı artıyor. İlim ve fenden telkin, medeniyetten taklit almış… Yanlış anlaşılan hürriyet ve gurur da işin içine girince genişleyip dağılıyor.” Bu hastalık, bazı meşhur yazarların teknik hâle getirerek romanlarında takdim etmelerinden sonra, bir vebâdan daha tehlikeli biçimde yaygın hâle geldi. Genç ve mukavemetsiz beyin ve kalblerde serpilip gelişti. Köyde, kentte hep bu şüphe ve tereddütler konuşulur oldu. Okullarda, hatta kahve köşelerinde din ve iman namına bir konuşma olmasın ki, bunlardan söz edilmesin.
Bu durum karşısında bazıları kulağını tıkamışçasına bir tavır alıp içinden gelen imanın feverânı ile birer birer başlarını büküp ezmeye çalıştıkları tereddüt ve şüpheleri, kalb ve kafalarında hazırladıkları zindanlara attılar; cevaplarını bulamasalar da imanlarının sağlamlığı, ibadet neşvesinin verdiği mânevî haz ve ruhanî lezzetler, şüphelere hayat hakkı tanımayacak şekilde kararlı ve gerilim içinde idiler.
Bazıları da, bu itirazları ileri sürenlerin niyetlerine hiç bakmadan, onları tekfir eder bir havaya büründüler. Böyle kuru karşılıklar ise, kangrenin derinleşip yayılmasına sebep oldu. İyi niyetle cevap aramak için sorup araştıranlar ise, muknî cevapları bulamayınca, sukut-u hayale, sonra da tehlikeli tereddütlere düşmekle karşı karşıya kaldılar. Bu arada inkâr girdabına kapılan ve dipsiz gayyalara yuvarlananlar da oldu.
Böyle bir pozisyon ise, maddeci görüşe sahip ve bu anlayışlarını bir ideolojik savaşa döndürenler için çok elverişliydi. Çoklarını bunlarla vurdular. Hiç olmazsa yaraladılar.
Eskiden inançsızlık cehaletten geliyordu; onun için, gerçek kendilerine anlatılınca cehaletleri izale ediliyor, nihayet doğruya kavuşmuşluk içinde huzura eriyorlardı. Şimdi ise, fen ve felsefe kisvesinde bin inkâr fırtınası esiyor. Hem bu çeşit anlayışa sahip kişiler, kendilerini biliyor zannettikleri için, ilmî kabul ettikleri bu kanaatleri dışında da hiçbir şeyi kabul etmeye yanaşmıyorlardı. Ve artık gerçeği araştırma kabiliyetleri körelmiş oluyordu. Onun için eskiden bunlardan ancak binde biri hidayete gelirdi. O zaman iman umumî olduğu için, yani, ekseriyet inançlı olduğundan, bunların pek fazla zararı olmuyordu. Hâlbuki asrımızda teslimiyet kırıldığından zaten çok kimsenin itikadı sarsılmış vaziyette… Onun için erâcifin yayılması ile, her yerde tereddüt ve şüpheler içinde bocalayan, hatta artık her şeyini kaybedenlerle karşılaşır olduk.
İşte bütün bunlardan sonra bu yaraya derin bir neşter vurma gayesiyle Muhterem Müellif’in çeşitli zaman ve zeminlerde irticalî olarak yaptığı sohbet ve konuşmalardan derlenmesi neticesinde Asrın Getirdiği Tereddütler serisi hazırlanmıştır. İnşâallah bu kitapların, kalb ve kafalardaki tereddütlerin birçoğunun izalesine vesile olacağını ümit ediyoruz.
Safvet Senih
1 Bilmen, Ömer Nasuhi, Muvazzah İlm-i Kelâm s.21.