TEVHİD DELİLLERİ

II. KISIM: HAYAT DELİLİ

Herşeyin Allah’ın dilemesi ile olduğunu ifade eden İrade delilinin sonunda Hayat delilinin kapısına geldik. Müşkül, zor ve ağırdır ama mühim bir meseledir. Allah dilediği kadar tahlile muvaffak kılar, bazılarınız çok şey anlamasa bile meselenin hülasa ve özünü kavrar.

Kur’ân-ı Kerim Allah ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarır [20] buyuruyor. Hiçbir canlı yok iken O, yok’a varlık rengi verdi. Âlemi, var olan, kendi rengine boyadı, kendine ayine yaptı. Bir anda, bir nefhada varettiği zamanı, mekanı, zerreleri, bütün eşyayı ve terkipleri dilediği anda da yine bir nefhada yok eder, herşeyi baştan sona siler. Murad edip yok’u varettiği gibi var’ı da yok eder. Zerreler âleminden birşeyler toplar, hamur eder, kıvama getirip bir şekil verir ve seni yaratır. Ahsen-i takvim suretini verir, güzelleştirir, insan eder. Sonra da bir gül gibi soldurur, pörsütür. Kudret eliyle var ettiği seni, yine Kudret eliyle yok eder. Allah, böylece diriden ölüyü, ölüden de diriyi çıkarır.

Kur’ân yine ferman ediyor: O Allah, öyle Allah’tır ki, bir tek nefisten sizi yarattı.[21] Herşeyi tek şeyden yarattı. Hayvanların bir atası, nebatatın ise bir ilki olduğu gibi insanların da bir babası var. Allah, sizi, o tek nefisten, Hazret-i Âdem’den yarattı. O’ndan, önce, eşini yarattı, sonra çift çift ve tek tek sizi üretti, çoğalttı. Böylece Kur’ân hilkatın ve hayat vermenin dizgininin Allah’ın elinde olduğunu, insanların babasının Hazret-i Âdem olduğunu ifade ve ilan etti.

Burada ayrı bir hususa işaret edeceğim. Meseleler cemaatin anlayış seviyesine indirilip halk diliyle bile anlatılsa, düşünme yolu kendisine unutturulmuş kimseler çoğu meseleleri anlayamaz. Çünkü, üç-dört asırdan beri, bu milletin düşünme melekeleri dumura uğratılmıştır. Allah’ı ve İslâm’ı gereği gibi bilemeyen saf müslümanlar tarafından düşünme, günaha girersin denilerek tefekkür kapıları kapatılmıştır. Kafirler ve din düşmanları tarafından da başka manialar ve engeller konularak müslümanlar düşünemez hâle getirilmiştir. Bu sebeble, okuyanı veya dinleyeni Allah’ın ma’rifetine götürecek Îmanî dersler, düşünmeye alışık olmayan insanımızın beynini zonklatıyor, bazen de rehavete sevkediyor. Buna rağmen, bu hâllere ehemmiyet vermeyip meselelerin takdimini lüzumlu buluyorum.

MELEKÛT: EŞYANIN NİÇİNİ ve NEDENİ

İlim, akıl ve Kur’ân bir meselede ittifak etmişlerse, o meselenin karşısına çıkmaya imkan yoktur. Kimse o meselenin zıddı bir iddiada bulunamaz. Allah, Kur’ân dili ile Biz, sizi bir Âdem’den yarattık, bir nefisten yarattık dese; ilim de bunu te’yid eder şeyler söyleyip, deliller ortaya koysa, fikri ve aklı olan insan bunun aksini düşünemez.

Kur’ân bize bir tefekkür kapısı açıyor: O insanlar göklerin ve yerin melekûtuna bakmıyorlar mı? Kendilerine tebessüm eden pırıl pırıl yıldızların ötesindeki âlemi idrak süzgeçlerinden geçirip anlamaya çalışmıyorlar mı? Yerin de melekûtuna dikkat etmiyorlar mı?[22] diyor.

Melekût, eşyanın niçini, nedeni ve ledünniyatı demektir. Yani, yeryüzü nasıl varolmuş? Hangi kanunlarla mevcûdiyetini koruyup, üzerindeki mahlûkata döşeklik ediyor? İşte Kur’ân bu gibi sorularla nazarımızı ledünniyata tevcih etmemizi istiyor. Sonra da: Allah bunları neden yarattı? Hilkate esas ne idi? İnsanı neden yarattı? Bunu hiç düşünmüyorlar mı?[23] diyerek. İnsanın elinden tutuyor, atomlar âlemine götürüyor. Zerreler âleminden alıyor, annenin karnına tevcih edip, ceninin teşekkülüne baktırıyor. Yumurta spremle nasıl birleşiyor? İçinde neler meydana geliyor? Hücreler nasıl çoğalıyor? Yavru nasıl teşekkül ediyor? Yumurta, sprem, kan… Derken bir çiğnem et oluyor, kemik hâline geliyor ve o kemiğe yine et giydiriliyor. Bütün bunlar nasıl oluyor? Senin elinden tutup, fikren gezdiriyor. Vücudundaki bir hücrenin içine sokup, göremediklerini gösteriyor. Seni neden ve nasıl yarattığına, yaratılışının hangi şeye bağlı olduğuna dikkat-i nazarını celbediyor.

Allah’ın insanı neden yarattığına, insanın yaratılışını hangi şeye bağladığına o insanlar bakmıyor mu? Evet, Bakmıyor mu? tabiriyle ifade ediyor. Bakmıyorsa görmüyor demektir. Görmeyen insan da Allah’ı anlamayacak demektir. Öyleyse nazarımızı ilk çevireceğimiz yer göklerin ve yerin melekûtudur. Kur’ân bizi düşünmeye davet ederken, neticeye ulaştıracak bir düşünceye çağırıyor. Size, birileri, herhangi bir işi yapmanızı söyleseler. Bunu belli bir maksatla söylerler. Siz de, kendi aklınız, ilminiz ve idrakinize göre o işin nedenini, niçinini ve nasılını düşünerek; kendi ufkunuza göre, o işle ilgili bir neticeye varırsınız. İşte bunun gibi, insanlara yapılan beşerî veya İlahî her teklif bir neticeye ulaştırmak içindir.

Allah’ın: Göklerin ve yerin iç yüzünü düşünün, ledünniyatına bakın, niçin ve nedenler âlemine dikkat edin demesi; oturup, boşu boşuna düşünün demek değildir. Labaratuara girin, kimya gözüyle, fizik dürbünüyle, biyoloji mikroskobuyla bakın. Herşeyi derinlemesine inceleyin, tahliller ile sentezlere varın. Atamon hareketinde Allah vardır! Hücrenin yapısında, Allah birdir! Nebülozların dönüşünde Allah en büyüktür! haykırışlarını duyun demektir.

YARATILIŞ MUCİZESİ:

İnsan, Allah’ın dediği ve ilmin tasdik ettiği gibi, Hazret-i Âdem’den mi neş’et etmiştir, yoksa canlı bir organizmanın tekamülü ile mi meydana gelmiştir?

Kur’ân diyor ki: Hazret-i İsa’nın yaratılışı hakkında tereddüte düşüyorlar. Allah’ın kudretini anlamayan, hayatın menşeini ve mahlûkatın ayakta duruş keyfiyetini derkedemeyen gözleri perdeli insanlar ‘Hazret-i İsa, babasız nasıl oldu?’ diyerek, hayret ediyorlar. Kur’ân, Hazret-i İsa’nın yaratılışını mucize olarak anlatırken, nazarlarımızı Hazret-i Âdem’in yaratılışına çeviriyor. Hazret-i İsa’nın yaratılışı da, tıpkı Hazret-i Âdem’in yaratılışı gibidir. Allah Âdem (as), yeryüzündeki bütün varlıkların terkiplerinde bulunan, onları meydana getiren şeylerin esasından mürekkep olan çamurdan yarattı. O çamuru Destgah-ı Kudret’inde yoğurdu, Âdem (as) şeklini verdi. Allah O’na ol dedi. O da bir kanunla oluverdi. [24]

Bazıları tekamül nazarîyesi diyerek, mağara devri hikayeleri anlatırlar. Önceleri yosunlar vardı. Sonra su kenarlarında basit mahluklar oluştu. Bunlar tekamül ederek hayvanlar ve maymunlar hâline geldi. Maymunlar da tekamül ederek, tedricen insan hâline geldi, bugünkü formunu aldı diyerek, yaratılışı sakat ve çürük bir mantığa oturtmaya çalışırlar. [25]

Bu safsata münakaşa bile edilmeyecek bir mevzu iken, maalesef Batı’da ve İslâm dünyasında münakaşa edilir hâle getirildi. İlimle hiçbir alakası olmayan bir hülya iken, Allah’ı inkar eden materyalistlerin sımsıkı sarıldıkları kurtarıcıları hâline geldi. İlmî araştırmalarla belgeleyemedikleri ve isbat edemedikleri bu safsatayı, kendileri bile inanmadıkları halde, inananları inançlarından koparmak için yalancı belgeler ve gerçek olmayan fosillerle kabul ettirmeye çalıştılar. Hâlâ mekteplerde ve ilim kürsülerinde bu hezeyanlarını ve yalancı nakaratlarını tekrar ile telkin etmekteler. [26]

Bunlar, müslümanları, sımsıkı bağlı oldukları îman ve ma’nâ bağlarından koparmak içindir. Müslümanların dağınık ve derbeder hâle gelmesinin, ancak îman bağlarının çözülmesi ile mümkün olacağını bildikleri için bu uydurmalar yapılagelmektedir. Namazsız, niyazsız ve secdesiz; vicdânı, kâlbi ve alnı hepsi birbirinden paslı, Allah’ı bilmez müslüman dünyasının hâline bakın. Sokaklardaki behaim gibi dolaşanlara bakın. Onların bu hâle gelişleri, Allah’ı bilmemeleri ve kâlblerine atılan şüphe tohumlarının yeşerip akıllarını, idraklerini ve iradelerini işgal etmelerinin neticesidir.

İNSAN ve HAYVANLARIN YAPI FARKLARI:

Allah, insanı ve diğer mahlûkları ayrı ayrı hülasalardan, bariz farklarla yaratmıştır. Onların bu farklı mahiyetleri ve hususiyetleri bütün itirazcıların itirazlarına cevab verecek keyfiyettedir. Bilhassa insanların ve hayvanların, nesilden nesile verasetle intikal eden hususiyetleri; yavruya atalarından miras kalan maddî benzerlikler, ruhî ve manevî temasüller… Bir çocuğun, atalarından veya akrabalarından herhangi birisine şeklen benzemesi olan maddî veraset gibi, iç yapısı, ruhî siması, karekteri ve huyları gibi manevî verasetler… Mesela, Resûl-ü Ekrem’in, ceddi, Hazret-i İbrahim’e benzemesi, sizin de, bir kısım huy ve eşkal ile babanıza veya dedenize benzemeniz…

Karakteristik yapı ve hususiyetlerin nesilden nesile, verasetle intikali, vücudu teşkil eden hücrelerdeki kromozonlar ve genler vasıtası ile olmaktadır. baba ile gelecek nesiller arasındaki bağı, kromozonlar ve genler sağlamaktadır. Bunlar insan ve hayvanların vücudunda ayrı ayrı sayılarda ama sabit miktardadır, değişmez. Mesele sadece bu açıdan, yani veraset açısından bile ele alınacak olsa, hiçbir zaman, hiçbir hayvan insan olamaz.

Allah, mahlûkatın yaratılışı ile insanın yaratılışını ayrı ayetler ve ayrı ifadelerle anlatarak, bu hususa dikkatimizi celbediyor. Suyun hayata menşe’ olduğunu anlatırken, insanı ayrı bir şekilde mütâlaa ederek insanı biz alaktan yarattık[27] diyor.

Tekamülcüleri aldatan zaman şeridine takılan bir kısım canlıların; kısmî, cüz’î değişmelere uğramasıdır. Geçmiş devirlere ait bazı kafataslarının ve vücut yapılarının bugünün insanınkinden farklı oluşu, bir kısım insanların sima ve renklerinin değişik oluşu gibi şeyler, tekamülcülere, bugünün insan formu ile eski devirlerlerde yaşayan maymunlar arasında birleştirici unsurlar olduğu zehabını vermiştir. Bu zehaba kapılanlar, cüz’î değişmeleri ve farkları değerlendirmek suretiyle insana menşe’ bulmaya çalışmışlar; dört ayaklı bir mahlûku ataları kabul etmişlerdir. Öyle yanlış bir tercih yapmışlardır ki, ruh yapısı, şuur yapısı ve -biraz önce arzettiğimiz- verasetin intikalini temin eden kromozonların yapısı ile keyfiyeti bakımından tekamüle hiç de uygun olmayan bir hayvanı seçmişlerdir.[28]

LABORATUARDA CANLI YARATILABİLİR Mİ?

Bir mahlûkun, bir tek sıfatının değişebilmesi için, -Buton’un hesaplarına göre- bir milyon neslin geçmesi lazımdır. Yani burnunuzun şeklinin veya kulağınızın yerinin değişmesi için bir milyon neslin geçmesi gerekir.

Drosophila adındaki bir çeşit meyve sineği laboratuara alınarak, üzerinde denemeler yapıldı. Çeşitli kimyasal maddeler enjekte edilmesi sonucunda kısmî değişiklikler meydana getirildi. Ama bu değişiklik, kanatlarının biraz kıvrılması, biraz daha çirkin ve anormal hâle gelmesiydi. Bunun üzerine, sevinçle: Tamam! Canlıları bazı müdahalelerle değiştirmek mümkündür. İşte biz bunu başardık. dediler. Hâlbuki, istatistikler bu tür çalışmaların neticesinde, yüzde seksen oranındaki sineğin yapısının bozulduğunu, çirkinleştiğini ve hiçbir şekilde, daha güzel gelişmiş bir forma gelmediğini ortaya koyuyordu. Geriye kalan yüzde yirmisi ise, daha gelişmiş bir formda oluyorlar ancak kısa zamanda ölüyorlardı. En mühim problem ise, gelişmiş formların yeni nesillere aktarılamamasıydı. Neticede kendileri de tatmin olmadılar yine mağlub, yine müzmehil kaldılar. [29]

Mağlubiyete doymayıp, Allah’ı inkar için başka vesile ve vasıtalar araştırdılar. Sonra da, yeni bir iddia ile ortaya çıkıp: Geçmiş zamanlardaki atların beş tırnağı varken, zaman ile, bu tırnaklar azaldı ve bugünün tek tırnaklı atları meydana geldi. Demek ki muhit ve ihtiyaçlar, zamanla değişiklikleri, tekamülleri meydana getiriyor. İnsan da başka bir varlıktı, zamanla değişip bu hâle geldi dediler.

Bir lahza durup, düşünelim. Bunu yapan ve yaratan Allah olduktan sonra, tek tırnaklı olan at beş tırnaklı olsa veya beş tırnaklı at tek tırnaklı olsa ne farkeder? Allah, dilediğince yaratır, dilediği gibi yaşatır. Ama işin aslı böyle değil. Tekamülcülerin dediği gibi hiç değil.

Evveliyetle, bildiğimiz atların ceddi kabul edilecek tek tırnaklı bir at neslinin geçmiş zamanlarda yaşadığı katiyetle iddia edilemez. Ayrıca, insanın atası olduğunu söyledikleri maymunun, tekamül ederek insan hâline gelebileceğini ispat edebilmek için öne sürülen bu delil mantıkî değildir. Beş tırnaklı at, tek tırnaklı at hâline geldi demek, her hangi bir hayvanın at hâline gelmesi demek değildir. Aynı hayvanın bir vasfının değişmesi, beş tırnağının, tek tırnak hâline gelmesi demektir.

İddialarına mantıklı bir izah getirebilmeleri için, geçmiş devirlerde yaşayan herhangi bir hayvanın at hâline geldiğini isbat etmeleri gerekmez miydi? Tekamüle delil olarak ortaya çıkardıkları, atın tırnaklarının azalması küllî bir değişmeye misal teşkil edemez. Eğer, gerçekten, herhangi bir hayvanın tekamül edip at hâline geldiğini isbat ederek, insanın da başka bir mahlûktan tekamül edebileceğini söyleselerdi; biz de o zaman, belki inanır: Tekamül varmış, oluyormuş derdik. -haşa ve kella- Ama küllî bir tekamüle, vasıflarda meydana geldiği iddia edilen cüz’î bir değişmenin misal olabileceğini bile kabul etsek. Beş tırnaklı bir atın, tek tırnaklı hâle gelebilmesi için elli milyon senenin geçmesini beklememiz gerekecektir. Kendi hesaplarına göre de, hayatın başlangıncından bugüne kadar geçen süre bu tırnakların değişmesine yetmeyecektir. O hâlde, bir atın tırnaklarının değişmesine bile yetmeyen zaman, bir maymunun insan hâline gelmesine nasıl yetecek ki!?

Bir diğer husus, beş tırnaklı at ile tek tırnaklı at arasında, birbirini bağlaması gereker milyonlarca ara nesilden ancak beş nesli sayabilmeleridir. Sadece dört tırnaklı, üç tırnaklı ve iki tırnaklı at formlarını misal verirler. Sanki bir gece önceki beş tırnaklı at, sabaha kadar dört tırnaklı hâle gelmiş. Bir başka gün, bir tırnağı daha düşmüş. İleriki günlerde veya gecelerde de diğer iki tırnak düşüvermiş ve tek tırnaklı at arz-ı endam etmiş. Buton’un tesbitine göre, bir sıfatın değişmesi için gerekli olan bir milyon ara nesil nerededir? Meçhul… İşte bu iddianın da kıymet-i harbiyesi.[30]

Kimya ve fizik laboratuvarlarında canlı yaratma sevdasına düştüklerinde de, benzeri gülünç durumlara düştüler. Maddenin terkip ve tahlilleri neticesinde canlı var etmeye uğraşanlardan Ruslar, yirmi sene çalıştıktan sonra 1962’de gazetelere de yansıyan şekliyle aynen şöyle dediler: Biz şu kanaata vardık ki, kimya ile fizik ile fizikoşimik ile canlı varetmeye, labaratuarda bu işe muvaffak olmaya imkan yoktur. Varolan canlı başka bir elle varolmuttur.

Neticede, böyle safsata ve hezeyanları duyup, gördükçe kâinatın her vechesinde, binlerce dil ile: Allah herşeyin yaratıcısıdır. Herşeyin dizgini O’nun elindedir. Başka bir sebeb veya şey O’nun mülkünde tasarruf edemez. hakikatının velvelelerle haykırıldığını duymanın ve o cılız iddiaların, bu velveleler arasında boğuluşunu görmenin hazzına eriyoruz.

-+=
Scroll to Top