Tufeylî

Tufeylî, başkalarının sırtından geçinen, onlara dayanarak hayatını sürdüren bir parazit, gözü hep elin âlemin kapısında bir asalaktır. O, her gürültüyü bir düğün, her kaynaşmayı bir ziyafet zannedecek kadar hazım sisteminin altında kalmış bir iradesizdir. Bu itibarla, kendisine gösterilen her tebessümü bir davet mukaddimesi, her kaşıntıyı bir sadaka verme hamlesi sayarak daima ümitlenir ve hep yutkunur durur.

Tufeylînin böylesi, mide ve bağırsaklarının esiri bir sefil ve zavallı bir parazittir ki, hep kendi iradesine kement atar, hep kendi ruhunu sefilleştirir. Onun, başkaları nazarındaki sevimsizliği kat’î görülse bile, bütün bütün zararlı olduğunu iddia etmek oldukça zordur. Vâkıa, zararlı dahi olsa, çevrenin ona karşı sürekli nefret ve teyakkuzu, tufeylînin başkaları tarafından taklit edilmesine mâni olacağı gibi, kısmen dahi olsa, onun tufeylîliğini de engelleyecektir.

Ya fikren tufeylî, çocuk düşünceliler, acaba onlar için de aynı şeyleri düşünebilir miyiz? Kendini bulamamış, benlik sırlarına erememiş, işi hep taklit bu türlü sefil tufeylîler için… Evet, bu melanetlerin elinde, yığınlar daima perişan, düşünceler de karmakarışık olmuştur. Dün bir toteme dilbeste, bugün bir başkasına; yarın hangi puta destan tutacakları belli olmayan bu ham ruhların arkasında, kitleler tamamen şaşkın, millet de derbeder olup gitmiştir.

Bunların, ne canlı bir düşünceleri, ne istikbal vaad eden bir plânları, ne de istikrarlı bir hâlleri vardır. Hele, değişen şartlar karşısında, öze sadakati koruyarak, hâdiselerin eksantriğinden istifade ile aksiyoncu olmak, bunlardan fersah fersah uzaktır.

Zaten mevsimlik düşünceleriyle, neyi ve kimi tutacaklarını önceden kestirmeleri de, âdeta imkân haricidir. Bugün yahşi çektiklerine, bir müddet sonra lânet okumaları gayet tabiî ve olağan şeylerdendir. Dün yerin dibine batırdıklarını, bugün bir ulu hakan gibi şişirip göklere çıkarmaları da nadir olan vak’alardan değildir. Bu itibarla, onların, ne tutup birisini semavî hüviyetler bahşederek melekleştirmelerine, ne de bin lânet deyip gayyalara savurmalarına kat’iyen itimat edilmemelidir.

Evet, ne onların omuzlarında yükselenler emin olup övünmeli, ne de tardettikleri, ümitsizliğe düşüp mahzun olmalıdır. Zira, hiçbir irade eseri göstermeyen bu akılsız nâmertler, her gün ayrı bir meselenin havarîsi kesilip ayrı bir nağme tutturageldiklerinden, bugün yerdiklerini yarın övmeyeceklerine, övdüklerini de yermeyeceklerine dair herhangi bir şey söylemek âdeta imkânsızdır.

Bir bakarsın onlar, bir hizip veya grubun en hararetli dellâlı kesilmişlerdir. Ve o hususta müsamahasız, merhametsiz ve insafsızdırlar. İstediklerini Cennetlere kor dilşâd1; istediklerini de gayyalara atar nâşâd2 ederler. Bir de bakarsın, o güne kadar kavgasını verdikleri yüce ideallerin, en amansız hasmı kesilmişlerdir. Yıllarca uğrunda cansiperâne mücadele verdikleri şeyleri, bir hamlede yerle bir eder ve değişik şeylere destan tutmaya başlarlar. Bir bakarsın, devâir-i devlette3 yer kapma, kelepire koşma, onlar için mukaddeslerden mukaddes bir cihad; bir de bakarsın bu vatan ve bu millete hizmet etmek, onların nazarında küfür ve ilhad… Bazen, sarıya elpençe divan durup, turuncuyu alkışlamak en yüksek bir gaye; bazen ıspanak rengini selamlayıp mora gamze çakmak biricik mefkûre…

Ah akılsız mukallit, yaramaz aptal! Sen daha ne zamana kadar tufeylîlik yapıp başkalarının “ak” dediğine ak, “kara” dediğine kara diyeceksin? Yıllar var ki sen, hep başkalarının tezgâhlayıp sahneye sürdüğü oyunlarla meşgul olup onların türkülerinde kendi dünyana ait nağmeleri araştırıyor; özüne ve safvet-i asliyene4 yüzde yüz yabancı bir sürü ecinnî düşüncesiyle uğraşıp ömür tüketiyorsun. Seni tutup ulvîleştirecek faziletlerin kol gezdiği iklimlere yükseleceğine, gidip şerlere gömüldün. Aradıklarını, hiçbir zaman bulamayacağın çorak yerlerde araştırdın. Çölde gül, mezbelelikte ıtriyattan bir şey araştırır gibi!.. Kaç defa, en aydın, en Sünnî atmosferini bırakarak, yolların en çapraşığı ile en karanlık dehlizlere yuvarlandın. Kaç defa, Ömerlerden kopup, Nazzamların5 arkasına düştün, Yavuzları terk edip Şah İsmaillerle hemdem oldun! Söyle, Allah aşkına! Sen bu milletten misin, yoksa ona hasım olanlardan mı?..

Senin siyaset ve idare anlayışın, hep başkalarını taklit ve taklitleri alkışlamadan ibaret kaldı. Kendi düşünce çizginde, hasımlarını idare edeceğine, onların, bin bir fezaat olan icraatlarına hayranlık duyup saf yığınları dalâletten dalâlete sürükledin!.. Böyle yaptın; çünkü aklını kullanmıyor ve kendi düşüncelerine itimat edemiyordun; kendi şahsiyetinden kuşku içindeydin. Böyle yaptın; çünkü suflörün sana böyle fısıldıyordu!..

Şimdi, eğer sende bir düşünce ve irade bulunduğuna inansaydım; “Bari arkandaki yığınlara acı!” diyecektim. Heyhât! Seni, bu kadar oynak, bu kadar “yüzergezer” bulduktan sonra, bunu demeye dahi cesaret edemiyorum.

Ah, o bin bir sefalet içinde perişan olup giden zavallı yığınlar! Olan hep onlara oldu. Hodgâm ve bencil bir kısım rehberlerin, hem de kör ve sağır olan bu rehberlerin, her gün ayrı bir vadide onlara seyir ve tenezzüh vaad etmeleri; her gün ayrı bir yalancı ışıkla onları aldatmaları, bütün bütün o zavallıların zillet ve perişaniyetlerine sebebiyet verdi. Evet, bu tuhaf rehberler onları, bir gün batı pınarlarının başında, bir başka gün Amerika yakasında, diğer bir gün İran-Turan çayırlarında sürükleyip durdular. Yığınlar olup bitenlerden bir şey anlamıyor; tufeylî, kapı kapı düşünce dilenciliğinden usanmıyor, durmadan mihraptan mihraba koşuyor, durmadan kıble değiştiriyor.. hem de yalancı mâbudlarından hiç mi hiç iltifat görmemesine rağmen!..

Kim bilir, belki de meselelerimiz etrafında kenetlenip kendi dünyamızı kuracağımız, kendi siyasetimizi belirleyeceğimiz âna kadar da bu böyle sürüp gidecektir!

1 Dilşâd: Sevinen, kalbi hoş olan.

2 Nâşâd: Mahzun, tasalı, kederli.

3 Devâir-i devlet: Devlet daireleri.

4 Safvet-i asliye: Aslî hüviyet, öz.

5 Nazzam: Felsefî meselelere çok dalmış ve Mutezile mezhebinin Basra ekolünün temsilcilerinden bir şahıstır.

-+=
Scroll to Top