Üçüncü Bölüm AHLÂKÎ – İÇTİMAÎ

Millet

Kendi milletlerine iyi birer rükün olmaya azmetmiş fertler, bu düşüncelerinde eğer samimî iseler, kendilerine ait menfaatlerini unuttukları olacaktır ama, milleti ilgilendiren hususların en küçüğünü dahi, bir an olsun hatırdan çıkarmayacaklardır.

* * *

En seviyeli millet, bütün işlerini birlik ve bütünlük içinde düşünüp, çoğunluğun reyine ağırlık veren millettir. Tabiî, o millet fertlerinin din, dil, tarih şuuru gibi hayatî hususlarda aynı terbiyeyi almış olmaları çok önemlidir.

* * *

En çok zevk duyacağımız şey, sevdiğimiz ve sevgisinden emin bulunduğumuz kimselerden gelen tenkitler olmalıdır. Aksine, bazı kusurlarımızdan dolayı çok dostlarımızı kaybedeceğimiz gibi birçok eksik ve kusurlarımızı da düzeltme mülâhazası söz konusu olmayacaktır.

* * *

Milletçe bizi zaafa düşüren en önemli hususlardan biri de, çevremizi saran dost suretindeki hilekârlara karşı sâfîliğimizdir. Oysaki insan her vaade aldanmamalı, her yol gösterene de inanmamalıdır.

* * *

Bir millet fertleri arasında hile ve aldatmaca akıllılık sayılıyorsa, o millet, artık onulmaz bir derde müptelâ olmuş demektir. Böyle bir bünyede iyilik emaresi olarak görülen şeyler ise, veremli bedendeki şişkinlikleri semirip gelişme zannetme gibi bir aldanmışlıktır.

* * *

Bir milletin bütün fertleri arasında ailevî bağ seviyesinde bir irtibat varsa, bu irtibat sayesinde tali’, zirvelere doğru onun yoluna mutlaka su serpecektir. Fertleri birbirini sevmeyen ve biri diğerinin aleyhinde olan, birbirine karşı emniyet ve güven hissetmeyen milletler ise, hakikî mânâda millet olamadıkları gibi, istikbal vadetmeleri de söz konusu değildir.

Genç

Genç adam güç, kuvvet ve zekânın fidanıdır. Terbiye ve ıslah edildiği takdirde, zorlukları yenen bir Heraklit, gönüllere aydınlık ve dünyaya nizam vaadeden bir güç hâline gelebilir.

* * *

Cemiyet bir kristal kap, gençler de onun içinde tıpkı herhangi bir sıvı gibidirler; onun renk ve şeklini alır, onunla görünürler. Bilmem ki, onlara inkıyat ve itaat çağrısında bulunan nizam havarileri, dönüp bir kere de kendilerine bakabiliyorlar mı?

* * *

Hevesler oldukça tatlı, faziletler de biraz ekşi ve tuzlu yemeklere benzerler. Genç bunlardan birini seçmekte serbest bırakılınca, bilmem ki, neyi seçip neyi terkedeceğini söylemeye hâcet var mı..? Oysaki, onları fazilete dost, ahlâksızlık ve rezalete de düşman olarak yetiştirme mecburiyetindeyiz.

* * *

Terbiye ile imdadına koşulacağı âna kadar genç, yetiştiği çevre, heves ve zevkin pervanesi; ilim, basiret ve mantığın uzaklarında dolaşan bir deli ve kanlıdır. Genci, geçmişiyle bütünleştirip geleceğe hazırlayacak olan iyi bir terbiye, onu müstakbelin Ömerleri hâline getirecektir.

* * *

Bir milletin yükselip alçalması, o millet içindeki genç kuşakların alacakları ruh ve şuura, görecekleri talim ve terbiyeye bağlıdır. Gençleri iyi yetiştirilmiş milletler, her zaman terakki etmeye namzet olmalarına karşılık, onları ihmal etmiş milletlerin tedennileri ise kaçınılmazdır.

* * *

Bir milletin geleceği hakkında kehanette bulunmak isteyenler, o milletin gençlerine verilen terbiyeye baksalar, hükümlerinde yüzde yüz isabet ederler.

Gençlik

Genç kuşaklar üzerine şefkatle eğilmek, ülkeye ve milletimize sahip çıkma yolunda atılmış mânâlı bir adımdır. Ne var ki, bu merhamet hissi, onların kalbî ve ruhî hayatlarına müteveccih olduğu nispette faydalı ise de, cismaniyetlerine yönelik olduğu zaman onları birer bedenî varlık hâline getirmesi, hatta azmanlaştırması söz konusudur.

* * *

Genç nesillere değer veren her millet yükselmiş, onları gençlik heveslerinin akışına terkedenler ise, bu ihmallerinin cezasını çok ağır olarak çekmişlerdir. Şayet bugün, çevremiz ihanetlerle kaynayıp duruyor ve nesiller hergün biraz daha azgınlaşıyorsa, bu, tamamen bizim ihmalimizin neticesidir. Evet, başımız bulutlarda dolaşırken, ayaklarımızın dibinden yatak odalarımıza kadar sızan kobraları sezemedik ve bugünkü acıklı hâlimizi kendi elimizle hazırladık…

İzdivaç ve Yuva

Evlenmek, zevk ve haz için değildir; evlenmek, aile teşkili, milletin bekâ ve devamı, ferdin duygu ve düşüncelerinin dağınıklıktan kurtarılması ve cismanî hazlarının zapturapt altına alınması içindir. Bu konuda zevkler ve hazlar ise, fıtratın çok meselelerinde olduğu gibi, birer avans ve imrendirmeden ibarettir.

* * *

Evlenecek kimseler, birbirlerinin üstlerine-başlarına, kılık ve kıyafetlerine, hatta servet ve dış güzelliklerine göre değil; bu en ciddî meselede, ruh güzelliği, namus ve ahlâk anlayışı, fazilet ve karakter yüksekliğine göre karar vermelidirler.

* * *

Evlenirken gerekli tetkikâtı yapmamış veya yapma fırsatını bulamamış kimselere, iş gelip boşanma kertesine dayanınca, en âkilâne kriterlerin dahi hiçbir yararı olmayacaktır. Evet, mesele yuvadaki yangından az zararla kurtulmak değil; önemli olan, yangın çıkaracak unsurların yuvaya sokulmamasıdır.

* * *

Tanımadığımız kimseye kız vermemeli, tanımadığımız kızlara da talip olmamalıyız. Böyle meçhuller üzerine yapılan bir akit, ya boşanma gibi Allah’ın (celle celâluhu) sevmediği bir sonuçla noktalanır veya taraflar için hayat boyu işkencelere vesile olur.

* * *

Daha ilk teşebbüste Hakk’a sığınılarak, mantık ve muhakeme üzerine kurulmuş öyle mübarek yuvalar vardır ki, bütün bir hayat boyu tıpkı bir mektep gibi çalışır ve yetiştirdiği çıraklarıyla, mensup olduğu milletin devam ve bekâsını teminat altına alır.

* * *

Düşünülmeden-taşınılmadan izdivaç adına ortaya konan evlilikler ve bir araya gelmeler, arkada ağlayıp sokaklarda sürünen eşler, “öksüzler yuvası”na bırakılan yetimler ve aileleri yüreklerinden yaralayan caniliklerle neticelenmiştir.

* * *

Evliliğin, ferde ait fayda ve menfaati bir ise, millete ait olanı pek çoktur. Bu itibarla, bozuk evlilik gibi, hiç evlenmemek de, kızları sefil, delikanlıları rezil edip, millete su ve kan kaybettiren bir koleradır.

* * *

Ta baştan sağlam esaslar üzerine kurulmuş ve maddî-mânevî saadetin dalgalanıp durduğu bir yuva, milletçe var olmanın en sağlam bir temel taşı ve faziletli fertler yetiştirmenin de mübarek bir mektebidir. Evlerini mektepler kadar feyizli ve bereketli, mekteplerini de evleri kadar sıcak hâle getirebilen milletler, ıslah hareketlerinin en büyüğünü yapmış, gelecek nesillerin huzur ve mutluluğunu garanti altına almış sayılırlar.

* * *

Millet, hane cüz’-i fertlerinden meydana gelir. Bu itibarla, evler iyi ise millet iyi, evler kötü ise millet de kötüdür. Keşke, milletin salâhını isteyenler, her şeyden evvel hanelerin ıslahına çalışsalardı…!

* * *

“Ev”e, içindeki insanlara göre “ev” denir. Bir hanenin fertleri, o hanede oturanların insanî değerleri paylaştıkları ölçüde mesut sayılırlar. Evet, diyebiliriz ki insan, eviyle insanca yaşar; ev de, içindeki insanlarla “ev” olur.

* * *

Ev, küçük bir millet; millet de, büyük bir hanedir. Büyük-küçük herhangi bir haneyi arızasız idareye muvaffak olmuş ve hane halkını insanlığa yükseltebilmiş birisi, az bir gayretle daha büyük organizasyonlarda da başarılı olabilir.

* * *

Bir hanedeki nizamsızlık ve döküntü, o hanedeki insanların derbederliğini ve ruh perişaniyetini; bir beldede evlerin, dükkanların, sokakların pisliği, intizamsızlığı, bozukluğu da, belediye kadrosunun derece-i hissini tasvir eder.

Boşanma

Boşanma, ferdin nikâh kaydından sıyrılıp, kendini boşa alması ameliyesidir. Nadiren dinlendirip rahatlatıcı görünse de, çok defa huzursuzluk ve sefaleti de beraberinde getirir.

* * *

Boşanma, din nazarında mübahların en sevimsizidir. Ne var ki, ruhsat ve cevazının sevimsizliği kadar, men edilmesi de gayri tabiî ve gayri fıtrîdir.

* * *

Boşanmayı gerektiren zaruretleri görmezlikten gelmek, insan mahiyeti ve bu mahiyetin hususiyetlerini bilememekten kaynaklanmaktadır. Evlenen herkesin birbiriyle imtizaç edeceğini beklemek, herkesi dümdüz, aynı fıtrat, aynı mizaç, aynı yapı ve aynı karakterde tasavvur etme gibi bir safderûnluk ifadesidir.

* * *

Her keyfî boşama, boşayan için bir nedamet, boşanan için bir haksızlık ve aile fertleri için de öyle bir huzursuzluk kaynağıdır ki, bazen bütün bir hayat boyu, kanayan bir yara gibi acısı, ızdırabı devam eder durur…

* * *

Boşamak, hastalıklı bir uzva karşı cerrahî bir müdahale ise, izdivacın aklî, mantıkî bir çizgide cereyan etmesi ve sağlam şartlara bağlanması, hijyenik bir hassasiyettir. Onun için, boşamakla aileyi, boşamayı kaldırmakla da vicdanı kahretmezden evvel, izdivaç, doku uyumluluğu titizliği içinde ele alınmalı ve gelecekte bu uyumu temin edecek şartlardan taviz verilmemelidir.

* * *

Bir dünya, uzun asırlar, boşamayı men etmek veya hiç olmayacak şartlara bağlamak suretiyle, beraber yaşamayı düşünmeyenleri zorla bir arada tutmaya çalıştı. Bir başka dünya ise, kadına, onu istediği zaman alıp, istediği zaman da atabileceği bir nesne gibi baktı ve onu bir eşya gibi gördü. Bunlardan biri erkeğe azabın, diğeri de, kadını insan görmemenin ifadesinden başka bir şey değildi.

Anne-Baba

Anne-baba, insanın en başta hürmet edeceği kudsî iki varlıktır. Onlara hürmette kusur eden, Hakk’a karşı gelmiş sayılır. Onları hırpalayan, er-geç hırpalanmaya maruz kalır.

* * *

İnsan, daha küçük bir canlı hâlinde var olmaya başladığı günden itibaren, hep, anne-babanın omuzlarında ve onlara yük olarak gelişir. Bu hususta ne peder ve validenin çocuklarına karşı olan şefkatlerinin derinliğini tayine, ne de onların çektikleri sıkıntıların sınırını tespite imkân yoktur. Bu itibarla, onlara hürmet ve saygı, hem bir insanlık borcu, hem de bir vazifedir.

* * *

Ebeveynin kadrini bilip, onları Hakk’ın rahmetine ulaşmaya vesile sayanlar, bu dünyada da, öteler ötesinde de en tali’lilerdendir. Onların varlıklarını istiskal edip, hayatlarına karşı bıkkınlık gösterenler ise, sürüm sürüm olmaya namzet bir kısım uğursuzlardır.

* * *

İnsan, peder ve validesine karşı hürmeti nispetinde Yaratıcısına karşı da hürmetkâr sayılır. Onlara hürmeti olmayanın, Allah’a (celle celâluhu) da hürmet ve saygısı yoktur. Günümüzde, ne garip tecellîdir ki, sadece Allah’a karşı saygısız olanlar değil, O’nu sevdiğini iddia edenler bile, anne ve babalarına sürekli saygısızlıkta bulunmaktadırlar.

* * *

Evlât, anne ve babasına fevkalâde hürmetli ve itaatkâr, onlar da, en az onun cismaniyetine verdikleri ehemmiyet kadar kalbî ve ruhî hayatına ehemmiyet verip, onu bir an evvel en maharetli hekimlerin terbiyesine teslim etmelidirler. Çocuğunun kalb ve ruhunu unutan anne-baba ne cahil, böyle bir görgüsüzlüğe kurban giden çocuk, ne tali’sizdir..!

* * *

Anne-babanın hukukunu hiçe sayan ve onlara isyan eden evlât “insan bozması bir canavar”, çocuğun mânevî hayatını garanti etme gayretinden mahrum ebeveyn de merhametsiz birer gaddardırlar. Ve hele, çocuk yolunu bulup kanatlandıktan sonra onu felç eden anne ve babalar..!

* * *

Yuva, toplumun temel unsurudur. Orada fertler ne kadar birbirlerinin hak ve vazifelerine karşı saygılı olurlarsa, toplum da o kadar sağlam ve sıhhatli olur. Yoksa, yuvada yitirilen şefkat ve hürmeti toplum içinde aramak beyhudedir..!

Çocuk

Bir ağacın, nesil ve nev’ini devam ettirmesinde çekirdek ve tohumu ne ise, insan nesli ve nev’inin devamında da çocuk aynı şeydir. Çocuklarını ihmal eden milletler inkıraza, onları yabancı ellere ve yabancı kültürlere terkedenler de, özlerini kaybetmeye mahkûmdurlar.

* * *

Her otuz-kırk senede bir milletin en aktif ve en verimli kesimini teşkil edecek nesiller, bugünkü çocuklardır. Çocukları küçük ve değersiz görenler, millet hayatında nasıl mühim bir unsuru hafife aldıklarını düşünüp ürpermelidirler.

* * *

Bugünün nesillerinde görülen fenalığın, bir kısım idarecilerde müşâhede edilen yetersizliğin ve milletçe çekilen sıkıntıların mesulleri, otuz sene evvelki hâkim unsurlardır. Çeyrek asır sonraki her türlü facia veya faziletler de, bugünkü nesillerin talim ve terbiyesini derpiş edenlere ait olacaktır.

* * *

Geleceğini teminat altına almak isteyen her millet, sağa sola harcayacağı zaman ve enerji kadar bir kısım imkânları da, yarının büyük insanları olacak çocukların yetiştirilmesine sarf etmelidir. Başka yönlere harcanan şeylerin büyük bir kısmı bâdiheva gitse bile, nesillerin insanlığa yükseltilmesi istikametinde sarf edilen şeyler, bitip tükenme bilmeyen bir gelir kaynağı gibi devam edip duracaktır.

* * *

Günümüzde toplumun yüz karası sayılan sefiller, şerliler, anarşistler, ayyaşlar, morfinmanlar, esrarkeşler… dün terbiyelerinde ihmal gösterdiğimiz çocuklardır. Bilmem ki, bugünkü ihmallerimiz yüzünden, yarın sokaklarımızı ne türlü nesillerin dolduracağını hiç düşündük mü..?

* * *

Yarının kaderine, teknik ve teknolojik üstünlüğe sahip olan milletler değil; evlilik müessesesini ciddî olarak ele alan ve kendi nesillerini insanlığa yükseltmesini bilen milletler hâkim olacaktır. Evlilik ve doğum meselesini ciddî olarak ele alamamış, kendi terbiye felsefesiyle nesillerine sahip çıkamamış milletler, bugün olmasa da yarın, zamanın insafsız dişlileri arasında eriyip gitmeye mahkûmdurlar.

Çocuğun Hakları

İnsan, yaratılırken hayat arkadaşıyla beraber yaratılmıştır. Onun yalnız başına kaldığı devre, hemen hemen yok denecek kadar azdır. Bu şekilde, daha ilk varlığa ererken eşiyle beraber yaratılmak, insan için izdivacın fıtrî olduğunu göstermektedir. Bu fıtrî vazifede en mühim maksat ise “tenasül”dür. Binaenaleyh, nesillerin yetiştirilmesi hedef alınmadan yapılan evlilik bir eğlence ve macera, bu evlilikten meydana gelen çocuklar da, bir anlık hissin kurbanı tali’sizlerdir.

* * *

İnsan nesli, yine ancak insanla devam eder, kalbin ve ruhun hayat seviyesine doğru kanatlanmış insanla… Terbiye görmemiş, ruhî melekelerini geliştirememiş ve dolayısıyla da insanlığa yükselememiş nesiller, Âdem soyundan gelseler bile, insan azmanı bir çeşit garip yaratıklar; böylelerinin anne ve babalığını yüklenenler ise, bağrında canavar büyüten bedbahtlardır.

* * *

Anne-babanın, evlâtlarını yetiştirip faziletlerle donattıkları nispette onlara “evlâdımız” demeye hakları var ise de, ihmal edilmiş yavruları hakkında böyle bir iddiada bulunmaları kat’iyen muvafık değildir. Hele ona, fenanın-çirkinin yollarını gösteriyor, onu insanlıktan uzaklaştırıyorlarsa…

* * *

Bir milletin devam ve bekâsı, iyi yetiştirilmiş nesillerle kâimdir; millî varlığı ve millî ruhu mükemmelleştirilmiş iyi nesillerle… Milletler, geleceklerini emanet etmek üzere mükemmel bir nesil yetiştirememişlerse, istikballeri karanlık demektir. Hiç şüphe yok ki, nesillerin iyi yetiştirilmesinde en birinci vazife, anne ve babalara düşmektedir.

* * *

Anne-baba, çocuklarına sahip çıkar, onların duygu ve düşüncelerini hem kendileri hem de topluma yararlı olacak şekilde geliştirirlerse, millete yeni ve sağlam bir rükün kazandırmış olurlar. Aksine, onu insanî duyguları itibarıyla ihmal etmişlerse, cemiyetin içine herhangi bir haşere salmış sayılırlar.

* * *

Bir ağaç tımar edildiği zaman, bir canlı da, bakımı-görümü yapıldığı sürece hem semere verir, hem de neslini devam ettirir. Bakılmadığı zaman ise, ağaç güdükleşir, canlı da amelmande olur. Ya bin bir istidat ve kabiliyetle dünyaya gönderilen insan? Acaba, onun bir ağaç kadar olsun tımar edilmesi gerekmez mi?

* * *

İnsanoğlu! Çocuğu dünyaya getiren sensin. Gökler ötesi âlemlere yükseltmek de senin vazifendir. Onun cisminin sağlığına ehemmiyet verip üzerinde titrediğin gibi, kalbî ve ruhî hayatı için de titre, merhamet et, kurtar o bîçareyi Allah için! Ve, zebil olup gitmesine fırsat verme!

Ahlâk

Âlim olmak başka, insan olmak başkadır. Âlim, ilmiyle insanlığın emrine girip, ahlâk ve faziletiyle ilmini temsil ettiği ölçüde hafıza hamallığından kurtulur ve yüksek bir insan olma pâyesine ulaşır. Aksine o, ömrünü beyhude heder etmiş bir zavallıdan farksızdır. Zaten demir mahiyetindeki cehaleti, altın gibi faydalı ve kıymetli kılan da ancak, ahlâk ve fazilettir.

* * *

Aldatılsan dahi, sakın kimseyi aldatma..! Ayrıca, en yüksek bir fazilet olduğu hâlde, bazen kaybetmeye sebebiyet verse de sadakat ve istikametten asla ayrılma!

* * *

Günümüzde ahlâk, artık eskilerin anladıkları gibi, bir faziletler topluluğu şeklinde anlaşılmıyor. Bugünün insanı, onu, daha çok içtimaî nezaket ve terbiye şeklinde anlamak istiyor. Bu şekliyle olsun, keşke onu herkeste görebilseydik!..

* * *

Ahlâk, insanoğlunun davranışlarıyla alâkalı bir kısım yüksek düsturlar ihtiva eder ki, hepsi de ruhun yüksekliğinden kaynaklanmaktadır. Buna dayanarak diyebiliriz ki, kendi ruhuyla içli-dışlı olamamış kimselerin, ahlâk kaidelerini de uzun zaman temsil edebilmeleri oldukça zordur.

* * *

Önceleri “Ahlâk kitaplarda kaldı.” derlerdi. Şimdi, “Eski kitaplarda kaldı.” diyorlar. Öyle de olsa, eskitilmek istenen bu kıymetli şeye ne kadar “yeni” feda edilse değer.

* * *

Kendi menfaatini başkalarının menfaatine feda etmek, bir ruh yüksekliği ve civanmertliktir. Karşılığında herhangi bir menfaat beklemeden hep hayır işleyenler, beklenmedik bir yerde bütün hayırlı düşünce ve işleriyle karşılaşınca, hayret ve hayranlıkla tali’lerine tebessümler yağdıracaklardır.

Fazilet

Ebetlere kadar devam edecek olan ruhun için hep yeni yeni şerefler, mansıplar ara! Kazandığın şerefleri kaybetmemek için de hep tetikte ol!

* * *

Eğer bir toplumda, çirkinler ve çirkinliklerin boy atıp gelişmesi üzerinde durulmuyor, güzeller ve güzellikler şakîler gibi takip ediliyor, hakikat ve fazilet âşıkları hakaret görüp tazyike uğruyor, lâahlâkîlik rahatlıkla her yere girebiliyorsa, o ülkede fazilet için yaşayanlara yerin altı üstünden daha hayırlıdır.

* * *

Fazilet, insanların takdir edip, hayvanların hoşlanmadığı; rezîlet de, insanların ürperip uzaklaştıkları, hayvanların umursamadan yapageldiği davranışlara denmiştir ki, yerindedir.

* * *

Din, millet, vatan, namus ve devlet gibi yüksek mefhumlara duyulan şiddetli muhabbet, civanmert ruhların işidir. Onlar, bu yüksek hakikatleri çiğnemez, çiğnetmez; gerektiğinde tereddüt göstermeden o uğurda seve seve ruhlarını feda ederler. Böyle bir ruh yüceliğinden mahrum olan tali’sizler ise, buna divanelik derler.

* * *

Fazilet, bazı durum ve şartlara göre zarara sebebiyet verse de, yine fazilettir. Onu hakir görüp, ondan pişmanlık duymak, her zaman haksızlıktır. Fazilet yüzünden gelen zararlar, yine faziletle defedilmeye çalışılmalıdır.

* * *

Fazilet, hak edilen hürmete ehemmiyet vermeme; gurur ise, hak etmediği yerlerde dahi hürmet bekleme ruh hâletidir. Fazilet söylerken, gurur, benliğin bağrına sığınır ve ızdırapla dinlemeye durur.

* * *

Geçmişteki büyüklerimizi hayırla yâd etmek onların hakkı, bizim için de bir kadirşinaslık ifadesidir. Zira onlar, millete asalet kazandıran birer kök gibidirler; onları çürütmeye çalışmak, milleti şerefli mazisinden ürkütüp uzaklaştırmak demektir.

* * *

Haklı şöhretleri takdir ve onları saygı ile yâd edenler, bir gün mutlaka hürmetle yâd edilirler. Şöhretleri tenkit ve düşürmekle meşhur olmak isteyenler ise, pek fena bir şöhret kazanırlar…

* * *

Kendini bilmek, basiret; kendini görmek ise, körlüktür. Kendini bilen, hem Hakk’a hem de halka yaklaşır; kendini gören ise, benliğinden başka her şeyden uzaklaşır.

* * *

Geçmişe ait hataları değerlendirip onlardan istifade etmek ve geçmişteki insanları bir ölçüde affedip onlarla meşgul olmamak akıllıca bir davranış, gereksiz yere mâzi ve mâzidekileri karalamak ise bir ahmaklıktır.

Terbiye

Bizde, “Çocuk aziz ise, terbiyesi daha azizdir.” diye bir söz vardır; ne kadar doğru!

* * *

Çocuk terbiyesinde ana-baba, perhizli insan gibi olmalı ve terbiyede ölçüye çok riayet etmelidirler.

* * *

0-5 yaş arası şuuraltının en açık olduğu dönemse, bu dönemde çocuklara iyi örnekler adına ne yapılsa değer.

* * *

Her insanın geleceği, çocukluk ve gençlik çağlarındaki intiba ve tesirlerle sımsıkı alâkalıdır. Çocuklar ve gençler, yüksek duygularla coşup şahlanacakları bir iklimde yetişiyorlarsa, zihnî ve fikrî durumları itibarıyla diri, ahlâk ve fazilet itibarıyla da örnek olmaya namzet sayılırlar.

* * *

İnsan, duygularının pes şeylerden uzak olduğu ölçüde insandır. Kalbi kötü duyguların baskısı altında, ruhu nefsanîliğin cenderesine takılmış kimseler, suretâ insan görünseler de düşünmek icap edecektir. Terbiyenin bedene ait olan kısmını hemen hemen herkes bilir ama; asıl işe yarayan fikrî ve hissî terbiyeyi anlayan çok azdır. Oysaki, birinci şık terbiye ile daha ziyade kas güçleriyle beden insanları, ikinci şıkla ise ruh ve mânâ insanları yetişir.

* * *

Bir milletin ıslahına fenaları imha etmekle değil, nesilleri millî kültür ve millî terbiye ile insanlığa yükselterek hizmet edilmelidir. Din, tarih şuuru ve gelenekler halitasından ibaret mukaddes bir tohumu yurdun dört bir bucağında çimlendirmedikten sonra, imha edilen her fenanın yerinde birkaç tane yenisi ot gibi bitecektir.

* * *

Çocuklara okutulacak kitaplar, şiir olsun nesir olsun, düşünceye kuvvet, ruha metanet, ümit ve azme fer verecek mahiyette olmalıdır ki, iradeleri güçlü, fikirleri sağlam nesillere sahip olunabilsin…

* * *

Kız çocukları ileride deruhte edecekleri çocuklarının terbiyesine göre, bir çiçek gibi nazik, ince ve şefkatli yetiştirilmeleri esas olmakla beraber, hak düşüncesine sahip çıkmaları bakımından da polat gibi olmalarına dikkat edilmelidir. Yoksa, nezaket ve incelik uğruna onları bir kısım miskinler, âcizler hâline getirmiş oluruz. Unutmayalım, dişi aslan da yine aslandır.

* * *

Terbiye başlı başına bir güzelliktir ve kimde olursa olsun takdir edilir. Evet, cahil dahi olsa, terbiyeli olduğu takdirde sevilir. Millî kültür ve millî terbiyeden mahrum milletler, kaba, cahil ve serseri fertlere benzerler ki, bunların ne dostluğunda vefa, ne de düşmanlıklarında ciddiyet olmaz. Böylelerine güvenenler, hep inkisar-ı hayale uğrar; bunlara dayananlar, er-geç desteksiz kalırlar.

* * *

Bir üstada çıraklık yapmamış ve sağlam bir kaynaktan terbiye almamış mürebbî ve mürebbiyeler (eğitimci), başkalarının yollarına fener tutan körler gibidirler. Çocukta görülen arsızlık, şımarıklık, bağrında geliştiği kaynağın bulanık olmasından meydana gelmektedir. Ailedeki duygu, düşünce ve hareket intizamsızlığı, katlanarak çocuğun ruhuna akseder. Tabiî, ondan da topluma…

* * *

Mekteplerde en az diğer dersler kadar terbiye ve millî kültür üzerinde de durulmalıdır ki, vatanı cennetlere çevirecek sağlam ruh ve sağlam karakterli nesiller yetişebilsin. Talim (öğretim) başka, terbiye (eğitim) başkadır. İnsanların çoğu muallim olabilir ama, mürebbi olabilen çok azdır.

* * *

En lüzumlu olduğu hâlde en az üzerinde durulan dersler, millî kültür ve millî terbiye dersleridir. Bir gün dönüp bu yolu işletmeye koyulursak, milletin terakkisi adına en isabetli kararı vermiş olacağız.

* * *

Şair, doğuştan şairdir. İmruü’l-Kays, hiç mektep görmemiş. Einstein, mektepten kaçarmış. Zira düşüncesi başka. Newton, matematikten zayıf almış ama, teorisi matematik üzerine. Biz, elin-âlemin kazanı içerisinde kendi kepçemiz ile karıştırmaya çalışıyoruz.

* * *

Ruhları aynalar gibi parlak, fotoğraf makineleri kadar süratli kayıt yapan çocukların ilk mektepleri, kendi haneleri, ilk terbiyecileri de anneleridir. Annelerin sağda solda harcanmadan iyi birer terbiyeci olarak yetiştirilmeleri, bir milletin varlığı ve bekâsı için en mühim bir esastır.

Nasihat

Nasihat, dinî hayatın orta direğidir.

* * *

Eğer nasihat yararsız olsaydı, Allah, hiç peygamber gönderir miydi?

* * *

Nasihat, hayırlara ulaştıran önemli bir vesiledir; hayrın vesilesi hayır, sevabınki de sevaptır.

* * *

Nasihat eden, herkesten evvel, anlattıklarını yaşamalıdır ki, inandırıcı olsun. Dünkü müessiriyetin, bugünkü tesirsizliğin sebepleri bence bunda aranmalıdır.

* * *

Körlerin rehberliğine kalanlar, yol yürüyeceklerine oldukları yerde kalsalar, hedefe daha yakın bulunurlar.

* * *

Gönüllerin anahtarı, yumuşak huy ve yumuşak kelimelerdir.

* * *

Vaiz, bütün cemaati bir anda görüp, kontrol edebilendir.

* * *

Her zaman davranışlarla anlatma, sözle anlatmadan daha inandırıcı olmuştur.

* * *

Yumuşak konuş ki, kalblerin kapıları açılsın; sıcak kalbli ol ki, vicdanlar, senin düşüncelerine “buyur!” etsin; ihlâslı davran ki, tesirin sürekli olsun..!

* * *

Bütün sözlerin havada kaldığı zaman, muhataplarına iyilikle itap etmeyi denemek de yararlı olabilir…

* * *

Hayırdan daha büyük hayır, şerden daha büyük şer vardır.. hangisinin ne zaman tercih edileceğini akıllı ve ilhama mazhar olanlar bilirler.

Meşveret

“Bir bilene sor! İki bilgi, bir bilgiden hayırlıdır.”

Meşveret, verilecek kararların isabetli olarak verilebilmesinin ilk şartıdır. Bir mesele hakkında iyiden iyiye düşünülmeden, başkalarının fikir ve tenkitlerine arzedilmeden verilen kararlar, çok defa hüsran ve hezimetle neticelenir. Düşüncelerinde kapalı, başkalarının fikrine hürmet etmeyen “kendi kendine” birinin, üstün bir fıtrat, hatta dâhi de olsa, her düşüncesini meşverete arzeden bir diğer insana göre daha çok yanıldığı görülür.

* * *

En akıllı insan, meşverete en çok saygılı ve başkalarının fikirlerinden en çok istifade eden insandır. Yapacağı işlerde kendi düşünceleriyle iktifa eden ve hatta onları başkalarına da kabul ettirmeye zorlayan ham ruhlar, etraflarından hep nefret ve istiskal görürler.

* * *

Güzel neticelerin elde edilmesinin ilk şartı meşveret olduğu gibi, kötü akıbet ve hezimetlerden korunmanın ehemmiyetli bir vesilesi de, dostların yüksek fikirlerinden istifadeyi ihmal etmemektir.

* * *

Bir işe başlamadan önce gerekli olan her danışma yapılıp tedbirde kusur edilmemelidir ki, sonra etrafı suçlama ve kaderi tenkit etme gibi, musibeti ikileştiren yanlış yollara gidilmesin. Evet, bir şeye azmetmeden evvel, akıbet güzelce düşünülmez ve tecrübe sahipleriyle görüşülmezse, neticede hayal kırıklığı ve nedamet kaçınılmaz olur.

* * *

Önü arkası iyice düşünülmeden içine girilmiş nice işler vardır ki, bir adım ileriye götürülememiş olmaktan başka, o işe teşebbüs edenlerin itibarlarını yitirmeleriyle sonuçlanmıştır. Evet, aklına esen şeyleri yapmaya kalkan birisi, bu kabîl yanlış yollarla içine düşeceği inkisarlardan dolayı, yapabileceği şeylerde de er-geç ümitsizliğe dûçâr olur.

* * *

İnsan, kapamasından âciz olacağı kapıları kat’iyen açmamalıdır. Yoksa, açılan menfezlerden içeriye sızan şerler, gulyabanîler, hem başkalarını telef eder, hem de onun haysiyetini beraber alır götürürler. Ukalâlık edip de, kimseye danışmadan bir kısım sevdalara tutulmuş nice kimseler vardır ki, uyardıkları kobralar tarafından hem sokulmuş, hem de safdışı edilmişlerdir. Keşke, safdışı edilenler sadece kendileri olsaydı..!

Hak

Haklı, sevimli ve makbuldür, mağlup olsa da; haksız, menfur ve sevimsizdir, galip gelse de…

* * *

Hak, zâtında güzel, haklı da şirindir. Haklı, çamura düşse de pâk ve nezih; haksız, miskle yıkansa da nâpâk ve kerihtir…

* * *

Renk ve şekil değişse de öz değişmez.. nam, unvan değişse de zat değişmez. İnsanları en çok aldatan da, renk-şekil, nam ve unvan değişiklikleri olmuştur.

* * *

Zayıfı ezen, galip de olsa mağlup; haklı, mağlup da olsa galiptir.

Hak ve Adalet

Adalet, en güçlü (görünen) mekanize birliklerden daha güçlüdür.

* * *

Hak, tepene inen bir kılıç da olsa, boynunu ona uzatmaktan çekinme..!

* * *

Hak, anlatanla anlayanı, temsil edenle alâka duyanı bulunca kanatlanır.

* * *

Adalet, her yerde geçerli olan bir sermayedir.

* * *

Adalet, Allah’a yakın olma yollarındandır ama, nedense insanların çoğu ondan uzak kalmayı tercih etmektedir.

* * *

İslâm’ın surları hak, kapısı adalet, içi de saadettir.

* * *

Adaletin hükümfermâ olduğu harabeler saraylardan daha değerli, zulmün “hayhuy”una boğulmuş saraylar, harabelerden daha perişandır.

* * *

Öteler hakkında yakînin kuvvetli olması, hak ve adalet düşüncesinin de kuvvetli ve sağlam olması demektir.

* * *

Hakla çarpışan, er-geç yenik düşer.

* * *

Başkalarını ezerken, seni ezebilecek bir gücün bulunduğunu da kat’iyen hatırdan çıkarma!

Hayır ve Şer

Hayır işlemek, din ve hikmet nazarında vazife, vicdan nazarında da takdire değer bir davranıştır. Hayır işlememek ise, dinde günah, hikmet nazarında ahlâkî seviyesizlik, vicdan nazarında da laubaliliktir. Hayır, bazen faydasız, hatta bir ölçüde zararlı da olabilir ama, kat’iyen şer olmaz. Şer ise, tamamen bunun aksidir…

Cumhuriyet

Cumhuriyet, halkın seçme ve meşveret hakkı olan idare demektir ve onu kusursuz olarak ilk talim eden kitap da Kur’ân-ı Kerim’dir. Cumhurî idareyi Kur’ân’a zıt göstermek, maksatlı değilse, tamamen bir bilgisizlik eseri; cumhuriyete taraftar olup da, onun kaynağını görmezlikten gelmek ise, inattan başka bir şey değildir.

* * *

Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), krallık iddiasında bulunmadığı gibi, O’nun gözde ve güzide halifeleri de, kendilerine melik ve sultan dedirtmediler. Krallık, İslâm ruhundan uzaklaşmakla ortaya çıktı ve uzaklaşma ölçüsünde de zulüm ve istibdat vasıtası oldu.

* * *

Hakikî hürriyet ve adalet anlayışına dayanan cumhuriyet, yüksek ve emniyetli bir idare şekli olmasının yanında, fevkalâde nazik bir sistemdir. Ona, bilhassa bu yanı da görülüp gözetilerek sahip çıkılmazsa, bağrında ilhad ve anarşinin çimlenip gelişmesi kaçınılmaz olabilir.

* * *

Hakikî cumhuriyet, yükselmiş ruhların idare şekli ve insan şerefine de en uygun olanıdır. Henüz olgunluğa erememiş veya insanî kemalât yollarını sezememiş ham ruhlar için ise o, çölde bir serap ve içinde barınma imkânı olmayan iğreti bir çardak gibidir.

* * *

Cumhuriyet, hürriyetin anası veya mürebbisi mesabesindedir. Hürriyet âşıkı nesilleri o besler, o büyütür. O besler, o büyütür ama, cumhuriyet, kat’iyen bir “serseri hürriyet” idaresi de değil; bir fazilet ve ahlâk hürriyeti hükümetidir.

* * *

Cumhuriyet, insanı yükselten değerlerle insanın yükselmesine zemin hazırlar; sonra da onu, yüksek ahlâkı ve uyanık vicdanıyla başbaşa bırakır. Bundan böyle artık her fert, evinde ve işinde bir irade insanı olarak hep iyiyi ve fazileti düşünür ve yüksek insanî değerleri takip eder.

* * *

Ruh, özündeki hürriyet arzusuyla, üzerinde herhangi bir hâkim güç istemez. Dolayısıyla da, düşünce, davranış ve beyanlarına konacak sınırlandırmaları reaksiyonlarla karşılar. Bu itibarladır ki, cumhuriyete sahip çıkanlar, bir taraftan fertlere geniş hak ve hürriyetler tanırken, diğer taraftan da, onları ahlâk, fazilet, düşünce ve irade insanı olmaya yükseltmelidirler.

* * *

Dinî duygu ve dinî düşüncenin korunup kollanması, cumhuriyetin gereği ve onun lâzımıdır. Bu itibarla da, böyle bir idarede insanları dinî duygu ve dinî düşüncelerinden ötürü tahkir etmek, onlara tecavüz edip onları karalamak, dolayısıyla cumhuriyeti tahkir ve cumhuriyete tecavüz demektir.

* * *

Cumhuriyet, onu tam duyup hisseden, düşünüp kavrayan insanlara muhtaçtır. Onun meclisi, hikmet adamları ve düşünürler meclisi gibi vakur, icraatı da, kılı kırk yaran mahkemeler gibi hakperest ve adaletli olmalıdır.

Siyaset

Siyaset, halkı ve Hakk’ı hoşnut etme çizgisinde bir sevk u idare sanatıdır. Hükümetler, halkı, güç ve iktidarlarıyla şerlerden, adaletleriyle de zulümlerden korudukları ölçüde siyasette başarılı sayılır ve istikbal vaadedici olurlar. Aksine, ikbal mumları hemen söner; sonra da yıkılır gider ve arkalarında küfürlerle, lânetlerle seslendirilen bir hercümerç bırakırlar.

* * *

Öteden beri kitleleri, zeki, bilgili, büyük aksiyon adamı siyasîler idare etmişlerdir. Onları da –iyisi ve kötüsüyle– kendi içlerindeki akıllı ve görgülü insanlar. Bizim cihan hâkimiyetimiz de, böyle bir kadroya sahip olduğumuz dönemlere rastlar…

* * *

İyi bir idareci ve siyasî için şu hususlar çok önemlidir: Hak düşüncesi, hukukun üstünlüğü, vazife şuuru, kaba ve ağır işlerde sorumluluk anlayışı, ince ve nazik işlerde de maharet ve ehliyet.

* * *

Hükümet, adalet ve asayiş demektir. Bunların bulunmadığı bir yerde hükümetin varlığından söz edilemez. Hükümet bir değirmene benzetilecek olursa, çıkardığı un, nizam, huzur ve emniyettir. Bunları çıkarmayan bir değirmen ise, kuru bir gürültüden ibarettir ve hep hava öğütür.

* * *

Bir hükümetin milletine “Benim milletim” demesinden ziyade, bir milletin başındaki hükümete “Benim hükümetim” demesi daha önemlidir ve zannımca her zaman aranan da işte budur. Aksine millet, başındaki hükümeti bünyesine musallat olmuş tırtıl silsilesi görüyorsa, o bünye ile o baş, çoktan birbirinden kopmuş demektir.

* * *

Halkın kalbinde devlete saygı, hükümete hürmet, memurun şiddetiyle değil, devleti idare edenlerin tavır ve davranışlarındaki ciddiyet, iş ve hizmetlerindeki samimiyetle kazanılmaya çalışılmalıdır. Şimdiye kadar, ne zalim memurların istibdadıyla, ne de kitlelerin iğfaliyle hiç kimse pâyidar olamamıştır.

* * *

İyi ve faziletli bir devleti idare eden memurlar, özlerindeki asalet, fikirlerindeki asalet ve hislerindeki asalete göre seçilebiliyorlarsa, o devlet, iyi ve güçlü bir devlettir. Bu yüksek seciyelerden mahrum kimseleri memur tayin ederek, onlara iş gördürme bahtsızlığına uğramış bir hükümet ise iyi bir hükümet değildir ve kat’iyen uzun ömürlü olamaz. Zira, seciyesiz memurların fena davranışları, er-geç birer siyah leke olarak onun çehresine de aksedecek ve halk vicdanında onu da karalayacaktır.

* * *

Memurlar, muamelelerinde kanunlar çerçevesinde, fakat vicdanlarının yumuşatıcılığına göre yumuşak olmalıdırlar. Böylece hem kendi itibarlarını, hem kanunların itibarını, hem de devletin itibarını korumuş olurlar. Aşırı sertliklerin beklenmedik patlamalara, aşırı yumuşaklıkların da, toplumun nesepsiz düşüncelerin fidanlığı hâline gelmesine sebebiyet vereceği hatırdan çıkarılmamalıdır.

* * *

Kanunlar, her zaman, her yerde ve herkes için geçerli; onların tatbikçileri de hem cesur, hem de âdil olmalıdırlar ki, kitleler, bir yandan onlar karşısında korku duyarken, diğer yandan da, bütün bütün güven ve emniyetlerini yitirmesinler.

* * *

Bir devlet, inançlı, zeki, kuvvetli ve dinamik fertlerle temsil edildiği ölçüde güçlü ve istikrarlı, dolayısıyla da tali’li sayılır.

* * *

Bahçıvan, fidanlarını besler, büyütür; onları afetlerden, zararlı şeylerden korur; sonra da bağ bozumu mevsiminde meyvelerini toplar. Hükümetle millet arasındaki münasebet de, bahçıvanla fidanlar arasındaki aynı münasebettir.

* * *

Muhteşem hükümetler, muhteşem milletlerden doğar; muhteşem milletler de, ilmî iktidarları, malî imkânları ve geniş idrakleriyle ruhçu nesillerden ve “kendi olma” kavgasını veren güzide fertlerden.

* * *

Her ferdiyle henüz rüşdünü ispat edememiş bir millette idare, içlerinde en bilgili, en görgülü ve en maharetli kimseler aranıp bulunarak onlara tevdi edilmelidir. Bir millet için, devlet işlerinin ilmi, irfanı, mahareti olmayan kimselere teslimi ölçüsünde ikinci bir felâket tasavvur edilemez.

* * *

İrfan ve asaletten mahrum, devlet işlerinden de anlamayan nasipsizler, şayet yanlışlıkla birer vazife başına getirilmişlerse, hükümetin gücünü kullanmaktan, onun iktidarını istismar etmekten, her yerde kendi çıkarlarını aramaktan ve despot birer kral gibi hüküm sürmekten geri kalmayacaklardır. Böylelerinin iktidarda olduğu bir ülkede sadece zalimlerin “hayhuy”u ve mazlumların iniltisi duyulacaktır ki, bu şeâmetli seslerin yükseldiği hemen her yerde Âd ve Semûd’un akıbeti kaçınılmaz olagelmiştir.

* * *

Bir hükümet, milletinin yalnız iş, hareket ve davranışlarını değil, düşünce ve anlayışını da tanzime çalışmalıdır. Böyle bir tanzimde en önemli esas ise, düşünce birliği, his birliği, talim ve terbiye (öğretim ve eğitim) birliğidir. Bir milleti meydana getiren fertler, ayrı kültür, ayrı düşüncelerle besleniyor, birbirleriyle zıtlaşıyor ve birbirlerine karşı farklı anlayışların kavgasını veriyorlarsa, o milletin kendi kendini yiyip bitirmesi mukadderdir.

* * *

Bir milletin güçlü olması için duygu, düşünce ve kültür birliği ne ölçüde önemli ise, parçalanıp dağılmasında da dinî ve ahlâkî vahdetin (birlik) bozulması o ölçüde müessirdir.

* * *

Her şeyde bir siyaset vardır; milletin dirilişini hazırlayanların siyaseti de, hiçbir şeyi, hatta kendi hazlarını dahi düşünmeyerek, sadece ve sadece milletinin lezzetleriyle gerilip, onun acılarıyla iki büklüm olmalarındadır.

* * *

İyi idare ve seviyeli siyaset, ne ak saç ve ak sakallarda, ne tabasbus ve riyanın kazandırdığı mansıp ve rütbelerde, ne de bir kısım lokal ve locaların kayırmalarıyla elde edilen sun’î şöhretlerde değil, o, yüksek ruh insanları, sancılı beyinler ve hakikatin azat kabul etmez köleleri arasında aranmalıdır.

* * *

Her ev, o evin içindekilerinin talim ve terbiyesinde bir mektep; her mektep, askerlik ruhunu geliştiren küçük bir kışla; her kışla, milletin, varlık, bekâ ve huzurunun müzakere edildiği bir meclis; her meclis de, vazife ve salâhiyetlerinin icabı kendisine intikal eden her meseleyi millî ruh ve millî düşünce prizmasından geçirerek değerlendiren içtimaî bir laboratuvar olarak hizmet verebiliyorsa, o millet, en ideal idarî ve siyasî kadroya sahip demektir.

* * *

Farklı düşünce ve farklı mütalâalara sahip olmak olgun insanların işidir. Ne var ki, toplumu bölüp parçalayıp kamplara ayıran farklı anlayış ve mülâhazalara müsamahalı olmaya da kimsenin hakkı yoktur. Zira, bölünüp parçalanmaya müsamaha, milletin yıkılıp gitmesine göz yummak demektir.

* * *

Millî duygu ve düşünceyi paylaşmayan kimseler hakkında ne kadar iyimser ve hüsnüniyetli olsanız da, size zarar verecekleri ihtimalini gözden ırak tutmamalısınız. Ve hele, millet ve toplumun can damarları mesabesindeki noktaları ele geçirmelerine kat’iyen fırsat vermemelisiniz! Zira, bir insan kendini tehlikelere atabilecek müsamahalarda bulunabilir; ama, milleti ve devleti için böyle bir davranışa asla hakkı yoktur.

* * *

Sizin gibi düşünmeyip farklı bir dünya görüşüne sahip bulundukları halde çok samimî ve faydalı kimselerin de olabilecekleri mülâhazasıyla, size ters gelen her düşüncenin karşısına acele edip çıkılmamalı ve düşünce sahipleri kaçırılmamalıdır. Hatta, onların mütalâa ve fikirlerinden istifade yolları araştırılarak, kendileriyle mutlaka diyaloğa girilmelidir. Yoksa, bizim gibi düşünmüyorlar diye bir bir uzaklaştırılan veya uzaklaşan bu gayrimemnunlar, dev dev kitleler meydana getirerek karşınıza çıkar ve sizi yerle bir edebilirler. Gayrimemnunların beşer tarihi boyunca müspet bir icraatları gösterilemese de, yıktıkları devletler sayılmayacak kadar çoktur.

* * *

Kimden gelirse gelsin insan, kendi sistemine, kendi düşüncesine, kendi dünyasına menfaati dokunacak bilgi ve mülâhazalardan faydalanmayı bilmeli ve hele tecrübe sahiplerinin tecrübelerinden yararlanmayı asla ihmal etmemelidir.

* * *

Din, birleştirici, bütünleştirici hususiyeti nazar-ı itibare alınarak, milletleri idare edenlerin gözleri önünde bulunması ve daima onun yenilmez gücüne sığınılması lâzım gelen hayatî bir müessesedir.

* * *

Devlet ve milletler için emniyet ve asayişin temini hususunda, dinin gücü ölçüsünde ikinci bir güç göstermek mümkün değildir. Zira din, vicdanlarda en müessir bir kuvvet olduğu gibi, fertlerin hareket ve davranışlarını zapturapt altına almada da en hâkim bir unsurdur. Bu itibarladır ki, idareciler, dinî hayatı milletin hayatı bilerek, onu mâşerî vicdanda (kamu vicdanı) hep diri tutmaya çalışmalıdırlar.

* * *

Milleti yükseltmek; gençleri kendi inanç ve düşüncelerimiz çerçevesinde yaşadıkları devri idrak edecek hâle getirmeye, fakirlik ve zaruretlere karşı şuurlu mücadele vererek kitleler karşısında güvenilirliği korumaya ve bir de, sanayi ve ticareti hep bilgi ve maharetin terkisinde taşımaya bağlıdır.

* * *

Milletleri yaşatan üç önemli unsur vardır: Din, hikmet, silah. Hikmeti, hakikat ilminin kavranıp, hayatla bütünleşmesi şeklinde tevil edebiliriz.

* * *

Dünya bir tecrübe yeridir ve burada her şey, tecrübelerle aldığı mânâ ve kazandığı değerlere göre bir yere oturtulur. Bence, bir yandan tecrübeden geçirilmiş şeylere önem verilirken, diğer yandan da yeni yeni tecrübe ve değerlendirmelerde kusur edilmemelidir ki, bilginin hem nesep, hem de velûdiyeti korunmuş olsun.

* * *

Valilerde şefkat, duyarlılık ve mesuliyet; belediye reislerinde intizam, nezafet ve çarşı-pazar emniyeti; hâkimlerde de hak düşüncesi, tarafsızlık ve medenî cesaret esastır.

* * *

Devlet ve milletlerin birbirlerini çekememeleri tabiîdir. Bu itibarla da, bunlar arasında siyaset, ya samimî dostluk ya da menfaat etrafında cereyan eder. Zarar vermemek, zarara uğramamak kaydıyla her iki tarz idare de mahzursuzdur. Ancak, bizim kimseyi iğfal edeceğimiz düşünülmese bile, başkalarının iğfaline gelmemek için de devamlı teyakkuzda (uyanık) bulunmak siyasetin bir diğer yanıdır.

* * *

Siyaseti sadece parti, propaganda, seçim ve iktidar mücadelesi şeklinde anlayanlar hata ediyorlar. O, bugünü yarınla, yarını da öbür günle bir arada düşünmek ve halkın hoşnutluğunu Hakk’ın rızasıyla beraber mütalâa etmek gibi geniş perspektifli bir idare sanatıdır.

* * *

Mazi, hayattan alınmış misal ve ibret levhalarıyla dolu bir okuldur. Bu okulu, verdikleri ve kazandırdıklarıyla çok iyi tanıyıp değerlendirebilenler, geleceğe de başarıyla hükmedebileceklerdir. Zira bugün dünün aynı, dün de öbür günün.. değişen, sadece renklerdir.

* * *

Kuvvetin hâkimiyeti gelip geçicidir; bâki olan, hak ve adaletin hâkimiyetidir. Bunlar, bugün olmasa bile, çok yakın bir gelecekte mutlaka galip geleceklerdir. Onun içindir ki, en büyük siyaset, hak ve adalet taraftarlığında aranmalıdır.

* * *

Kabul ettiğimiz ölçüler içinde “Siyasete karışmam, siyasete karışma!” demek, “Vatan ve millet işine, milletin hayat ve bekâsına karışmam ve karışma!” demektir.

* * *

Günümüzde insanların büyük bir bölümü, günlük politika oyunlarını, kitlelerin aldatılıp iğfal edilmesini, iktidar ve menfaat mücadelelerini ve bu uğurda bütün gayrimeşruların meşru gösterilmesini siyaset telâkki edenlere karşı, kalbî hayatları, düşünce istikametleri ve Hak’la münasebetleri adına her siyasî hareketten uzak kalmayı zarurî görmektedirler. Heyhât; nerede adalet ve hak düşüncesiyle bütünleşen siyaset; nerede çoğu yalan ve tezvirden ibaret olan sokak şarlatanlıkları..!

Camiler ve Fonksiyonları

Camiler, en kötü günlerde dahi imana, Kur’ân’a ait meselelerin müzakere edildiği en nurlu mekânlardır.

* * *

Camiler, her seviyedeki mektep gibi çalışan ilim, irfan ocaklarıdır.

* * *

Camiler, ubûdiyetin yanında zikrin, fikrin en canlı şekilde icra edildiği semavî yapılardır.

* * *

Camiler, belli bir dönemde, rical-i devletin, içinde meşveret ettiği meşveret meclisleridir.

* * *

Dünyaya ait işlerin dahi mâbet gibi lâhûtî âleme açılmış yerlerde yapılması, ruhlara kazandırdıklarıyla her türlü ifadenin üstündedir.

* * *

Camiler, mü’minlerin hayatlarını disipline etmeleri bakımından âdeta semavî birer talimgâhtır.

Ticaret

Ticaret, para ve emtia diliyle, her şeyin dizgini elinde olan Zât’a rızık adına müracaatta bulunmaktır. Bu müracaat mutlaka yapılmalıdır ama, isteklerin yerine getirilme işinin O’na ait olduğu da unutulmamalıdır.

Teknik ve teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, gelecek adına ticaret ve onun vaadettiği şeylerin rolü, tahminlerin üstünde şimdikinden de büyük olacaktır. Hatta hükümet ve iktidarlar, onun vesâyâsı altında günyüzüne çıkacak ve onun desteğiyle varlıklarını devam ettireceklerdir.

* * *

Her şeyde olduğu gibi, ticaret ve zanaatta da ilim ve ihtisasın ehemmiyeti büyük olmakla beraber, bilhassa bu iki mesleğin çıraklık esasına dayandığı da asla hatırdan çıkarılmamalıdır.

Kitaplarda anlatılan nice meseleler vardır ki, mahir bir kalfa ve çıraklıktan gelme bir ustanın maharet prizmasından geçmedikten sonra bekleneni vermesi söz konusu değildir.

* * *

Haram-helâl mülâhazasına bağlı olarak alış-veriş yapan bir tüccarın, işinin başında geçirdiği ve geçireceği dakikalar ibadet sayılır.

* * *

İş yeri ve ticarethanelerin temizlik ve düzeni veya kirlilik ve düzensizliği çok defa satıcı ve iş adamının ruh hâletini aksettirdiğinden, bu hususun da, müşteri ve talipler üzerinde menfî ya da müspet tesir yapacağı unutulmamalıdır.

* * *

Hilekâr tacir, hilekâr iş adamı, bu davranışlarıyla önce Rab’lerine ve vicdanlarına karşı gelmiş olurlar; sonra da hilelerinin sezilmesiyle halk arasındaki itibarlarını yitirerek, kazanç ufkunda kayba uğrarlar.

* * *

Ticaretin ruhu, doğruluk, emniyet, yaşanan devri idrak, müşteriye karşı fevkalâde nazik ve terbiyeli davranmaktır. Bu hususların birinde kusur eden, ticaretin ruhunu hırpalamış, dolayısıyla da kendi kazanç yollarını tıkamış olur.

* * *

Tacirler, zanaatkârlar tatlı dilli, güler yüzlü, oldukça mütevazi, sözlerinde sabit ve asla usanmaz, üşenmez olmalıdırlar. Hemen her meslek erbabı için çok ehemmiyetli olan bu hususlar, halkla içli-dışlı olmaları ve onların menfaat ve zararları ile alâkadar bulunmaları itibarıyla, bu iki sınıf için daha da önemlidir.

* * *

İş yerlerini alışılagelenden her gün bir saat önce açıp bir saat sonra kapatanların, ayları otuz beş, seneleri de dörtyüz yirmi güne ulaşır. Tabiî, imkân elverdiği ölçüde aynı iş yerlerinde gerçek vazifenin de ihmale uğramaması şartıyla…

Dil Üzerine

Dil, Rahmeti Sonsuz’un insanlara lütfettiği en büyük armağanlardan biridir. İnsan, onunla insanlığını şakır, onunla ilimlere doğru açılır ve onunla gelecek nesiller arasında yaşar… Bilmem ki, onu bozup kuş diline çevirenler, işledikleri hıyanetin büyüklüğünün farkında mıdırlar?

Makyavelist Düşünce

Başkalarını karalamak suretiyle kendini anlatma ve tanıtma yolu, önceleri sadece Şarkta bir nifak grubunun işi olarak biliniyordu. Maalesef şimdi öylesine yaygınlaştı ki, hak nâmına mücadele verenlerin büyük bir kısmı da hareket ve hamlelerini götürüp makyavelizme bağladı. Yazıklar olsun, bâtıl yollarla hak arayanlara! Yazıklar olsun, bütün makyavelistlere…!

İyiliğin ve Güzelliğin Galebesi

İyilik, güzellik, doğruluk ve fazilet, dünyanın esas mayasıdır. Ne olursa olsun, dünya er-geç rayına oturup bu çizgiye gelecektir ve bunu engellemeye de kimsenin gücü yetmeyecektir.

-+=
Scroll to Top