Yolda Kalanlar da Var

“Yaşama zevkiyle başı dönmüş ve ruhu delik-deşik olmuş kem tali’lilerimize…”

Zannediyordum ki, gün yüzüne çıkan her tomurcuk bir çiçek olacak ve bu çiçeklerin bütünü de, yapraklarında gamze çakan jâlelerle sonsuzluğa kadar sürüp gidecek!.. Zannediyordum ki, yamaçlarımızı kanaviçe gibi saran goncalar hep diri kalacak, ovalarımızı alan başaklar hep hayat soluklayacak; selvilerimiz ince ince salınacak ve derelerimiz gürül gürül akacak!.. Zannediyordum ki, upuzun bir kıştan sonra sürgün eden filizler, büyük muzdariplerin diriltici solukları altında, ölümsüzlüğe erecek ve daima taze, daima canlı kalacak!..

Zannediyordum ki, aylar, güneşler ufkumda birbirini takip edip duracak ve yurdumun seması, hiç mi hiç hüsûf ve küsûf1 görmeyecek!

Zannediyordum ki, yıllarca bahar bekleyen neslim, karlara cemre düştüğü bugünlerde, gidip yeniden ölüm uykusuna yatmayacak. Hızır’la buluştuktan sonra, âb-ı hayat içmeden geriye dönmeyecek!..

Zannediyordum ki, şimdiye kadar bin defa hipnoz edilen insanımız, bir daha aynı oyuna gelmeyecek ve aynı hokkabazların iradesine teslim olmayacak!..

Zannediyordum ki, dirilen her ferdimiz, bundan böyle genç ve zinde kalacak; bel ağrıları, baş dönmeleri onun semtine sokulamayacak. Burcu burcu diriliş kokacak onun yaşadığı iklim ve bucaklar. Unutulacak tabutlukların yolları ve çatır çatır çatlayacak teneşir tahtaları. Ve buhurdanlar misk ve kâfura hasret kalacak!..

Zannediyordum ki, her an ölüm tehditleri altında, havarî gibi yola çıkan bu hasbîler topluluğu Hz. Mesih’e çarmıh hazırlayanlara asla iltihak etmeyecek. Servetler, şöhretler, makamlar, mansıplar onlara yol ve yön değiştirtmeyecek. Pest şeyler gönüllerine girip bakışlarını bulandıramayacak. Onlar, hep aynı şeyleri düşünecek, aynı şeylerin türküsünü söyleyecek ve aynı hayatı en ritmik şekilde yaşamaya gayret gösterecekler!..

Zannediyordum ki, mazlumun âhını dindirmek, zalimin soluklarını kesmek ve ilhad ateşini söndürmek için, Yaradan’a ahd ü peymânda bulunan bu kudsîler, gizli-açık asla zalime yahşî çekmeyecek, şahsî rahat ve sûrî saadeti için geçmişini küçümsemeyecek ve mazisinden kopmayacak!..

Zannediyordum ki, ruh kökümüzle olan alâkamız, gün be gün pekişecek, yüce düşüncelerimizden hiçbiri ebediyetlere terk edilmeyecek; davranışlarımız asla değişmeyecek ve hayatımız, şâhikalardan kopup gelen dupduru ırmakların akıp akıp denizlere dökülmesi gibi, hep millî ruh ummanı içine dökülecek ve kendi kendini yenilemeye hazırlayacak. Ayrı ayrı akan çaylar birbirine yanaşacak; cetveller sonsuzluğa açılan yollarda bir araya gelecek ve alâim-i sema2 gibi, bir sürü renk, omuz omuza bulutların ötesine doğru kavisler çizecek!..

Ve hele, sanıyordum ki, bu ses, söz ve renk cümbüşüne başkaları da koşup gelecek ve bizlerle bütünleşecek!

Zannediyordum ki, yaşama zevki, hayat kaygısı ve tenperverlik bu yüce topluluktan fersah fersah uzak kalacak ve asla onların atmosferine girme imkânını bulamayacak… Onlar, sonuna kadar süt gibi duru, su gibi berrak ve toprak gibi mütevazi kalacaklar. Kendilerinden öncekileri yiyip bitiren lüks, israf, debdebe ve ihtişam onların evlerinden içeri giremeyecek ve onlara hükmedemeyecek.

Zannediyordum ki, insanımız, gönül verdiği Zât’ın dostluğuyla yetinecek, O’nun hoşnutluğuna koşacak ve başkalarına şirin görünme hevesine kapılmayacak; “Allah bes-bâkî heves”3 deyip yoluna revan olacak…

Zannediyorlar ki, şekil ve düşünce değiştirmekle, ebedî hasımlarına karşı şirin görünecekler! Bilmiyorlar ki, böyle yapmakla, ruhlarını ipotek ediyor ve kalblerini de söndürüyorlar.

Zannediyorlar ki, tavanlarındaki boya, zeminlerindeki cilâ, masalarındaki ibrişim ve yataklarındaki atlaslarla, beyan ve düşüncelerine ağırlık kazandıracak ve öbür kıyıdakilere sempatik görünecekler! Bilmiyorlar ki, bu hâlleriyle düşmanları karşısında daha çok maskara oluyorlar.

Zannediyorlar ki, davranışlarındaki oynaklık, düşüncelerindeki renksizlik ve hayatlarındaki fantezilerle başkalarının gönlüne girecek ve onları kendi düşünce çizgilerine çekecekler! Bilmiyorlar ki, bu hareketleriyle, farkına varmadan onlara iltihak ediyor ve onların fikir atmosferleri içinde eriyip gidiyorlar…

Toprağın sızıntıya, tohumun rüşeyme, balığın mercana ve yılanın zehire gebe olduğu bir bahar daha idrak ediyoruz. Bakalım kimler bahardan yana, kimler de kıştan yana çıkacak? Kimler kelepir kovalayacak, kimler mercan avlamak için en derin noktaları kollayacak? Kimler bir muhalif rüzgârla harman gibi savrulan mala mülke mağrur olacak ve kimler hem kendini hem de dünyaları aşarak sonsuzluğa erecek? Kimler dünyanın değiştiriciliği karşısında balmumu gibi eriyecek ve kimler bu devvâr u gaddarın dönüşünü değiştirecek…

Haydi, gün ola devran ola!..

1 Hüsûf ve küsûf: Ay ve Güneş tutulması.

2 Alâim-i sema: Gök kuşağı.

3 “Allah bes-bâkî heves”: Allah yeter, kalanı heves.

-+=
Scroll to Top