Yusuf sûresi, 12/101
رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ أَنْتَ وَلِيِّي فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ
“Ya Rabbi! Sen bana iktidar ve hâkimiyet verdin. Hâdise ve rüyaları yorumlama ilmini öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünya’da da ahirette de mevlam, yardımcım Sen’sin. Sana tam itaat içinde bir kul olarak canımı al ve beni hayırlı ve salih insanlar arasına dahil eyle!”
Dünyevî Mutluluğun Zirvesinde Ötelere İştiyak
Hazreti Yusuf (aleyhisselâm), adım adım büyük bir neticeye doğru yürüyordu. Bu, büyük buluşma sonrasındaki konuşmalarından anlaşılıyor. Bütün bir hayat hikâyesini birkaç cümlede özetliyor. Yaşadığı hayattan ve kavuştuğu nimetlerden dolayı Allah’a hamd ü senalar ediyor, tahdis-i nimette bulunuyor ve finali Allah’a kavuşma arzusunu dile getirerek tamamlıyor.
Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm), yıllarca ayrı kaldığı ailesine kavuştuğu, dünyanın kendisine gülmeye başladığı, geçmişteki acı olayların tatlıya bağlandığı, hayatının en rahat dönemi olarak görebileceğimiz bir hengâmda ölümü hatırlaması, aslında onun gözünün hep ukbada olduğunu, dünyaya zerre kadar meyletmediğini göstermesi açısından bizler için son derece manidardır.
Bediüzzaman Hazretlerinin yaklaşımıyla Hazreti Yusuf’un ölüm talebi Hazreti Mahbub’a, Sevgililer Sevgilisine bir iştiyaktan kaynaklanıyordu.175 Bu iştiyaktı ki bütün dünyevî mazhariyetlerin zirvesine çıktığı zamanda bile ona ahireti arzulatıyordu. Dünya onun başını döndürmüyor, bakışını bulandırmıyordu. Peygamberane bir tavırla Allah aşkını, ahiret iştiyakını ortaya koyuyordu. Vazifesini eda etmiş olmanın inşirahı içindeydi. Artık dünyada kalmanın gereği yoktu. Sevgiliye doğru yaptığı yolculuk bundan böyle ötede devam edecekti. Belki de o, dünyada misyonunu tamamladığını düşünüyordu ki rahatlıkla ve Allah’a kavuşma iştiyakıyla ölümü isteyebiliyordu.
Bazı tefsirciler, Hazreti Yusuf’un ölüm talebinin onun şeriatına göre caiz olduğunu söylerler. Fakat bu bizim şeriatımızda caiz değildir. Allah Resulü, “Hiç kimse ölümü istemesin. Bu konuda Cenab-ı Allah’tan bir şey isterken şöyle dua etsin: Allahım, yaşamak benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat. Ölmek benim için hayırlı olduğu zaman da beni vefat ettir ve canımı al.”176 buyurmuştur. Evet, insan hâdiselerin karşısında inim inim inlese, bu veya başka bir saikle vuslat arzusu insanın içini doldursa, insan ötelere iştiyakla yanıp kavrulsa, Allah’a ve dostlara kavuşma arzusuyla dopdolu bulunsa dahi ölümü isteyemez, “Allahım canımı al!” diyemez. Zira o, Allah’ın belirlediği vuslat vaktini beklemek durumundadır. Böyle bir beklemeye biz, vuslat iştiyakına karşı sabır ya da likâullaha (Allah’a kavuşma arzusuna) karşı sabır diyoruz.
Hayatın ağır imtihanları karşısında ölümü istemek bazı kimselerin içinden geçebilir, onlar böyle bir durumda ölümü arzulayabilirler. Fakat esas yiğitlik, dünyanın insanın yüzüne güldüğü anda ölmeyi isteyebilmektir. Hazreti Yusuf, dünyevî mutluluğun zirvesindeyken, bin bir zevk ve debdebe içinde hayatını geçirme fırsatı yakalamışken, Mısır’ın ötesinde daha geniş coğrafyalara ulaşıp hükmetme ihtimali varken ölümü isteyerek aslında büyük bir sadakat örneği sergiliyordu. Çünkü esas maksadının dünyevî makamlar, imkânlar, saadetler olmadığını, biricik gaye-i hayalinin Allah’a kavuşmak olduğunu ortaya koyuyordu. Evet o bir sadık ve sıddîkti. Hapishane arkadaşı da ona sıddîk demişti. Zaten sadakat olmadan ihlas yakalanamaz. Sıddîk olmayan, muhlis de muhlas da olamaz.
Dünyada yapılması gerekenleri elinden geldiğince yaptıktan sonra hayatı Allah’a kavuşma iştiyakıyla bitirmek, inanmış bir insanın en büyük hedefi olmalıdır. Hayatı en güzel şekilde değerlendirip tam refaha, huzura erişeceği anda Allah’a kavuşma arzusuyla dopdolu bulunmak, dünyevî bütün mutlulukların zirvesindeyken “Ya Rabbi, al emanetini ve bana şeb-i arûs yaşat!” diyebilmek… her müminin temel düşüncesi bu olmalı. Neden? Çünkü bu dünya, insanı manevî ve metafizik ihtiyaçları yönünden tatmin edecek bir yer değildir. O, burada tam bir mutluluk elde edemez, her yönüyle saadeti yakalayamaz. Bu yüzden, sürekli tatmin olacağı başka bir yer arar. Arar ama orayı hayal ederken kendi düşünceleri, duyguları ve tecrübeleri çerçevesinde hayal eder. İşte bu noktada Allah Teâlâ, kudsî hadiste insanın ahirette kendisini bekleyen neticeleri tam hayal edemeyeceğini belirtir. Bunu beyan ederken bir taraftan insanın sınırlılığını hatırlatır diğer taraftan da ötelere ait sınırsızlığı ima eder.177 Evet, düşüncelerimizi aşkın o âlemde sürekli bir yükselme, ilerleme ve derinleşme olacaktır. Buutlar içinde yeni buutlar açılacak ve bunlarla insan sürekli yenilenecektir. Bu yüzden orada usanma olmayacaktır. Dolayısıyla bu dünyada seyahatini tamamlayan insanın Hazreti Yusuf gibi öteleri arzu etmesi ne kadar yerinde ne kadar tabiî ve ne kadar güzeldir.!
Nitekim insan-ı kâmil olan Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ötelere yolculuğu bu açıdan değerlendirilip şöyle denebilir: “Dünya, kemalât-ı Muhammediye’nin inkişafı için yeterli değildi, dardı, kısaydı. Bu yüzden ötelere göç etti. O’nun inkişafı orada devam ediyor.” Efendimiz’in ötelerdeki seyahatini ve yükselişini devam ettiren şey, O’nun o fevkalade donanımı ve iradesinin hakkını vererek aşkın bir hayat yaşamasıdır. Fakat bunun yanında o parlak yükselişin vesilelerinden biri de ezan duasındaki ifadelerdir. Müslümanlar, her gün ezan duasıyla milyonlarca defa O’nun faziletlerinin, derecelerinin artmasını, makam-ı mahmuda ulaşmasını talep etmektedirler. Yüce Allah bu talepleri birer küllî dua olarak alır kabul eder ve Efendimiz’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) murad buyurduğu ufuklara ulaştırır.
O büyük ruhların dünyadan ayrılıp ötelere kanatlanma isteklerinin arkasında, vazifelerini devralacak insanların yetişmiş olduğu düşüncesi de olabilir. Bildiğiniz gibi Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayat-ı seniyyelerinin bu âlemdeki son günlerinde, emri üzere Hazreti Ebu Bekir’in namaz kıldırmak için mihraba geçtiğini, sahabenin onun arkasında saf tuttuğunu görünce sevinmiş ve tebessüm buyurmuştu.178 Çünkü O’nun en büyük derdi, bıraktığı davanın devam ettirilmesi idi. Bunun için ümmetin beraberlik ve kardeşlik duyguları içinde meseleye sahip çıkması büyük önem arz ediyordu. İşte o namazda bu ruh ve ahengin bir örneğini görmüş ve şükür duyguları içerisinde sevinç göz yaşları dökmüştü.
Burada Yiyip Bitirmemek İçin
Meselenin dine hizmet eden insanlara bakan bir yönü de şudur: Yapılan hizmetlerin neticelerinin görünmeye başlaması insanda farklı duygulara sebebiyet verebilir. En başta insanda kibir, gurur, iç beğeni gibi duyguları tetikleyebilir. Dahası insan alkış, takdir, beğeni beklentisine girebilir. Hatta bir kısım yatırımlar yapma, rahat bir hayat yaşama, hayatın tadını çıkarma gibi düşüncelere kapılabilir. Hâlbuki bütün bunlar, yapılan hizmetlerin neticelerini burada yeme, öteye bir şey bırakmama gibi tehlikeleri içinde barındırır. “Yaptığınız güzel işlerin neticelerini burada yiyip bitirdiniz.”179 mealindeki âyetin tehdidine maruz kalma ihtimali vardır.
Peygamberleri bu tür mülahazalardan tenzih ederiz. Onlar böyle dünyevî duygulardan arınmış şahsiyetlerdir. Onlar vazifelerinin bittiğini düşündüklerinde dünyada beklemeyi fuzulî görür ve öteleri arzularlar. Onların bütün derdi ve davası, Yüceler Yücesi Allah’ın bilinip tanınması ve ebedi mutluluğun kazanılmasıdır. Bu konudaki hassasiyetleri bize de nasıl düşünmemiz gerektiğini öğretiyor. Bu yüzden, Allah’a ve ahirete inanan bir insan, başlattığı güzel işleri kendisinin tamamlamak ve o işlerin neticesini bizzat görmek gerekliymiş gibi bir şartlanmışlık duygusuna kapılmamalıdır. “Zaferimi, başarılarımı, halkın beni takdir ettiğini göreyim.” diye yaşamaktan Allah’a sığınmalıdır. Allah böyle bir yaşama arzusundan muhafaza buyursun. Evet, peygamber ahlakını takip edenler, yapmaları gerekenleri yapıp işlerinin sona erdiğini düşündükleri anda öteleri arzulamalı ve saygı dolu hislerle Allah’ın takdirini beklemelidirler.
Bu, sadece dünyadan ahirete intikal düşüncesiyle sınırlı bir husus da değildir. Şu hassasiyet de aynı ufkun bir uzantısıdır: İnsan bu dünyada yaşarken de bir mekânda, bir şirkette hatta bir ülkede yapılan faaliyetlerin neticesini görmeden başka bir şirkete geçip ya da farklı bir ülkeye gidip orada hiç başlanmamış ya da yarım kalmış işlerin altına girebilmelidir. Kaderin onun hakkında tebessümleri varsa zaten onu alır, bu sefer farklı yerlerde değişik hizmetlerde istihdam eder. Bir yerde iş kemale erince faaliyetler ahengini bulunca, o kişi kader-i ilahi tarafından başka bir işe sevk edilir. İnanan insan iradesinin hakkını verip elinden geleni yaptıktan sonra kaderin sevkine talip olmalı, onu gözetmeli. Yoksa yapıp ettiklerinin neticelerini görme beklentisi onun için birer plaket gibi olur. Burada alınacak plaketlerin ise ötedeki plaketlerden mahrum olmaya sebebiyet vermesinden korkulur. Evet, insan Allah yolunda yaptığı faaliyetlerin neticesini görmeme, yaptıklarının semeresini bu dünyada tüketmeme konusunda hassas olmalı, bu konuda en ufak bir beklentiye girmemelidir. Tâ ki ihlasını korusun, gururdan kibirden uzak dursun, Allah ile bir iç pazarlığa girmemiş olsun.
Yusuf (aleyhisselâm) arka arkaya gelen kederlerden sonra üst üste sevinç tabloları yaşamıştı. En sonuncusu, şeb-i arus (düğün gecesi) gibiydi. Zira babası ile beraber bütün aile fertleri bir araya gelmiş, İslam mesajını Mısır’dan bütün o çevreye duyurmanın yolu açılmıştı. Böylece hepsi hem dünyevî hem de uhrevî çok ciddi saadetlere ermişlerdi. Hayatı boyunca vahyin gölgesinde peygamber firasetiyle hareket etmişti. Yaşadığı onca ızdıraba rağmen küsmemiş, darılmamış, vazgeçmemiş, bilakis her vesileyi hedefine doğru ilerleme yolunda kullanmış ve sonunda maksuda ulaşmıştı. Bütün bunların günümüz hâdiseleri açısından iyi analiz edilmesi, yol ve güzergah emniyeti gibi gerekli dinamiklerin çıkarılması gerekir.
Burada farklı bir konuya temas etmekte yarar görüyorum: Hazreti Yusuf’un Zeliha ile evlendiğine dâir farklı görüşler bulunsa da bu konuda kesin bir şey söylemek zordur. Çünkü Kur’ân ve sünnette bu konuda bir şey zikredilmemiştir. Öyleyse meseleye ihtiyatlı yaklaşmak gerekir. Elbette herkes Hazreti Yusuf’un düşüncesi, istikameti, her alandaki başarısı ve mükemmelliğiyle büyülenir ve ona koşar. Zeliha’nın da ona olan meyli arttıkça artmış ve daha sonra da Leyla gibi peşinden koşmuş olabilir. Fakat bir peygamberin, kendisini bir dönemde günaha çağırmış bir kadınla sonradan evlenmesi, ismet sıfatı açısından çok muvafık görünmüyor. Zira böyle bir durum, peygamber hakkında suizanna sebebiyet verir. Cenab-ı Allah, peygamberlerini böyle suizanna sebep olabilecek hâllerden muhafaza etmiştir. Bununla beraber eğer Hazreti Yusuf, Zeliha ile evlenmişse, bunu onu memnun etmek ve ahiret adına kazanmak için yapmıştır. Böyle bir durum ise ancak bir peygamber ufkuyla izah edilebilir.
175 Bkz.: Bediüzzaman, Sözler, s. 32 (Yedinci Söz).
176 Buhârî, merdâ 19; Müslim, zikir 10.
177 Buhârî, bed’ü’l-halk 8, tefsîru sûre (32) 1, tevhid 35; Müslim, îmân 312, cennet 2-5.
178 Buharî, ezan 47, 94, el-amelü fi’s-salât 6, megâzî 83; Müslim, salât 98, 100.
179 Ahkaf sûresi, 46/20.