Yusuf sûresi, 12/106-108

وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللهِ إِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ ۝ أَفَأَمِنُۤوا أَنْ تَأْتِيَهُمْ غَاشِيَةٌ مِنْ عَذَابِ اللهِ أَوْ تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ ۝ قُلْ هٰذِهِ سَبِيلِۤي أَدْعُو إِلَى اللهِ عَلٰى بَصِيرَةٍ أَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللهِ وَمَۤا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ

“Doğrusu onların ekserisi Allah’a inanmazlar, onlar ancak şirk koşarlar. Acaba onlar, farkında olmadıkları bir sırada, Allah katından kendilerini çepeçevre kuşatan bir azabın gelmesinden yahut ansızın kıyametin kopmasından güvende olduklarını mı düşünüyorlar? ‘(Ey Resulüm! Sen her şeye rağmen) de ki: ‘İşte benim yolum! Ben insanları Allah’ın yoluna, körü körüne değil basiret üzere davet ediyorum. Bana tâbi olanlar da öyle! Allah’a şirk koşmak mı! Hâşâ! O’nu her türlü eksiklikten tenzih eder ve asla müşriklerden olmam.’”

Tebliğde Basiret Üzere Hareket Etme

Yukarıda da geçtiği üzere yakın körlüğü gibi bir takım sebeplerin neticesi olarak insanların çoğu inanmazlar. Onlar şirk koşarlar, hatta şirkte sabit kademdirler. Bu âyet-i kerimeyi, bazı meallerde olduğu gibi, “Şirk koşmaksızın Allah’a iman etmezler.” şeklinde tercüme etmek çok isabetli görünmüyor. Çünkü şirk ile Allah’a iman bir arada bulunmaz. Şirk şirktir, müşrik de müşriktir. Şirkin mümine isnadı hakiki değil mecazidir. O da riya, süm’a, kendini anlatma gibi şeylerle olur. Mesela Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey, küçük şirktir.” buyurmuş, “Küçük şirk nedir?” diye soranlara ise “Riyadır.” cevabını vermiştir. Bu âyette anlatılan kişiler ise doğrudan müşriklerdir. Yani “Müşriklerin çoğu şirk üzere devam ediyor ve Allah’a inanmıyorlar.” diye meal vermek daha doğru olacaktır.

Allah Teâlâ, tebliğ vazifesini eda etmekte olan Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem), âdeta şöyle diyor: “Sevgili Habibim, insanlara de ki: ‘Ben, sizi basiret üzere, sizin basiretlerinize, iç âlemlerinize, akıllarınıza, mantıklarınıza çağrıda bulunarak Allah’a davet ediyorum. Yani ben ve etrafımdakiler basiret üzereyiz. Benim hakka davetim, irşat ve tebliğim, iyilik ve güzellikleri teşvik ve telkin adına ortaya koyduğum metotlar insan aklına, insan mantığına, insanın anlayış ve idrakine zıt değildir. Sizi yoluma davet ederken de basiret ve makuliyet çizgisinde davet ediyorum. Size zorla bir şey yaptırmıyorum. Sizden makul olmayan, gücünüzün üstünde bir şey yapmanızı istemiyorum. Sizinle diyalektiğe girmiyorum. Demagoji yapmıyorum. Meseleleri size tartışarak değil en güzel şekilde anlatarak, izah ederek sunuyorum. Akl-ı selîm, kalb-i selim ve hiss-i selîmin hayır demeyeceği bir üslupla arz ediyorum. Beni ve etrafımdaki basiret ehli insanları görüyorsunuz. Ben, sadece basiret üzere çağırdığım bu aydınlık yola tâbi olmanızı arzu ediyorum. Ben asla müşrik değilim ve hiçbir zaman müşriklerden olmadım. Zaten şirk ile iman ve basiret bir arada olamaz. Sizi şirkten sıyrılmaya, tek ilah olan Allah’a inanmaya davet ediyorum.’”

Demek ki, insanlara hitap edilirken onların idrak seviyeleri, anlama kabiliyetleri, neş’et ettikleri kültür ortamları, tarz-ı telakkileri hep göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer bir ifadeyle, muhatap olunan toplumun genel karakterini doğru okuma ve anlatılacak hususları onların hususi durumlarına ve kültür seviyelerine uygun olarak irşat ve tebliğde bulunma çok önemlidir. Evet, bir insana irşat adına bir şey okumadan evvel o insanı okuma ve ona göre bir yol haritası belirleme, peygamberler yolunda ve o yolun her dönemki yolcularının mesleklerinde çok ehemmiyetlidir.

Âyetin devamında, “Ben ve bana tâbi olanlar…” deniliyor. Bu ifadenin bir mânâsı şudur: “Ben nasıl basiret üzere davet ediyorsam, bana tâbi olanlar da basiret üzere davet ederler.” Bu tevcihten hareketle denilebilir ki kıyamete kadar gelecek ne kadar dava-yı nübüvvet vârisi, hak ve hakikate tercüman olacak insan varsa bunların hepsinin, davetlerini basiret üzere yapmaları gerekir.

Günümüzde çeşitli baskılar neticesinde dünyanın dört bir yanına açılan insanlar, hakikaten çok farklı kültür ortamlarında yetişen insanlarla karşılaşıyorlar. Hatta geçmişte uzun dönem aynı kaderin, aynı hakikatin paylaşıldığı toplumlarla yeniden münasebete geçildiğinde bile bazı farklılıkların olduğu görülmektedir. Bir topluma başka bir toplumdan bir düşünce ve anlayış girdiğinde ister istemez belli ölçüde bir tepki olacaktır. Ancak fasl-ı müşterekler (ortak noktalar) ortaya konup, ortak akla hitap edilerek mutabakat sağlandığı ölçüde bu tepki asgari seviyeye indirilebilir. Bu, yakın coğrafyalardan uzak coğrafyalara farklı şekillerde ve seviyelerde devam ettirilebilir. Size çok yakın, yakınlardan daha yakın toplumlarda mesele bu türlü ihtimallere açıksa, kanaatimce, uzak coğrafya ve kültürlerde çok daha farklı tepkilerle karşılaşmanız kuvvetle muhtemeldir. Bu açıdan evrensel insanî değerler sâikiyle hareket edip, gidilen farklı toplumlarda müşterek nokta ve sahalarda mutabakat arayışı içinde olmak gerekir. Mesela açılan okul, üniversite, kültür lokali gibi müesseselerin sevk ve idaresini zamanla oradan selahiyetli insanların uhdesine bırakmak iyi olur. Zaten hangi topluma hizmet götürülürse götürülsün temel hedef, o işi o toplumun sahiplenmesi ve götürmesi olmalıdır. Böylece yapılan işlerde dünyevî olarak telakki edilebilecek herhangi bir hırs ve iddia olmadığı ortaya konulmuş ve yanlış anlama ve algıların önüne de geçilmiş olur. Bu hareket tarzı, tepkiye sebebiyet vermemenin önemli bir vesilesidir. Ayrıca gidilen yerlerdeki insanların, genel anlayış ve düşünce tarzları, hissiyatları hesaba katılmalı, onlarla ortak evrensel müştereklerde birlikte hareket edilmelidir. Ama bunlar yapılırken asla bir üstünlük, bir farklılık emaresine izin verilmemelidir. Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm) kıssasını okurken onun davranışlarında, bahsi geçen bütün bu hususları net bir şekilde müşahede etmiş olduk.

Evet, bugün gönüllüler hareketine mensup insanlar, Afrika’nın derinliklerinden Uzak Doğu’nun en uç sınırındaki ülkelere, Güney Amerika’dan Kanada’ya kadar dilleri, dinleri, kültürleri farklı değişik toplumlarla beraber yaşamak durumundalar. O hâlde bu tablo karşısında dikkat edilmesi gereken husus, meselelerimizi sunuşta üslup hatasına düşmemektir. Muhatap olunan toplum iyi okunmalı; tek tip yaklaşımdan kaçınmalı, farklı coğrafya ve kültür ortamlarında bulunan insanların hissiyatları hesaba katılmalı ve ona göre hareket edilmelidir. Muhatap olunan bu insanlar neye “evet”, neye “hayır” derler; nelere karşı sinelerini açar, nelerden rahatsız olurlar.. işte bütün bunları hesaba katarak meseleleri sunma, basiretle hareket etmenin ifadesidir.

Bugün insanımız –binlerce hamd ü senalar olsun ki– çok farklı coğrafyalarda gönüllere inşirah salacak ölçüde hüsnükabul gördü. Fakat bu güzel tablo karşısında rahatsızlık duyup kötülük yapabilecek bir kısım huysuz ruhların ortaya çıkması her zaman mümkündür. Ortaya çıkabilecek bir muhalif rüzgâr karşısında bu güzel faaliyetleri nasıl koruyabiliriz? Vücut bulmuş bu harmanın savrulmasına nasıl engel olabiliriz? Bazen siz, sabahtan akşama kadar gayret eder, çalışır ve neticesinde bir ekin veya saman yığını oluşturursunuz. Fakat esen bir muhalif rüzgâr sizin ortaya koyduğunuz bütün ürünü alıp bir tarafa savuruverir. Veya maruz kaldığınız bir dolu, bütün başaklarınızı döküverir. Cenab-ı Hak, muhafaza etsin. Böyle bir akıbete maruz kalmamak için her şeyi geniş bir yelpazede ele almalı, kendi hissiyatınızın yanında başkalarının hissiyatını da doğru okuyabilmelisiniz. Yani yaptığınız işler insanlar ve topluluklar tarafından nasıl algılanır? Kabul mü edilir, tepkiye mi sebebiyet verir? Muhtemel tepkiler ne şekilde tezahür eder? Sadece haset ve kıskançlık hâlinde mi kalır yoksa fiilî bir engelleme hareketine mi dönüşür? Bu hisler oluşmadan, oluşup da harekete dönüşmeden önce bunların önünü almak için ne yapabiliriz? Çeşitli kesimlerden insanlarla nasıl diyaloğa geçebilir, onlarla ne türlü müşterek işler yapabiliriz. Sertlikleri yumuşatmak için daha neler yapabiliriz? İşte bu düşünce ve arayışların hepsini “basiret üzere” kategorisi içinde mütalaa edebilirsiniz.

Hâsılı; çağın gerektirdiği akla mantığa uygun düşünüp uygun davranmak, hep meşru zeminde yürümek, alternatifli hareket etmek, yapılacak işler için önceden zemin hazırlamak, temkinli hareket edip kimseyi rahatsız etmemek, kimseyi ötekileştirmemek, hizmet için gidilen yerlerdeki insanların işe sahip çıkmalarını sağlamak için yeni usuller keşfetmek gibi pek çok mevzu, “basiret üzere” tabirinin kapsamında düşünülebilir.

-+=
Scroll to Top