Yusuf sûresi, 12/23

وَرَاوَدَتْهُ الَّتِي هُوَ فِي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِهِ وَغَلَّقَتِ الْأَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَ قَالَ مَعَاذَ اللهِ إِنَّهُ رَبِّي أَحْسَنَ مَثْوَايَ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ

“Derken, bulunduğu evin hanımı, Yusuf’tan kâm almak istedi ve kapıları sıkı sıkıya kapatarak ‘Haydi yaklaş bana!’ dedi. O: ‘Allah’a sığınırım! (Nasıl böyle bir şey teklif edersin.) Doğrusu O, benim efendim, bana çok iyilik yaptı. (Hal böyleyken ona nasıl ihanet ederim.) Gerçek şu ki zalimler asla iflah olmazlar.’ diye karşılık verdi.”

Günaha Çağrı Karşısında Yiğitçe Duruş

Hazreti Yusuf, kendi elinde yetiştirdiği bir çocuğa kendisini teklif edecek kadar rahat, cüretkâr ve nefsinin esiri bir kadınla karşı karşıya kalıyor. Bu tekliften önce geçen süreyi düşündüğümüzde, kadının uzun bir zaman aslında Hazreti Yusuf’ta gözü olduğunu, fakat teklif için uygun yaşı ve zamanı beklediğini tahmin edebiliriz. Bu durum, o günün toplumunda böyle şeylere cesaret edecek kadar bir rahatlığın ve bohem hayatının yaşandığını gösteren delillerden biridir. Kapıların çoğul kullanılmasından sarayın çok kapılı olduğu anlaşılıyor. Bu durum riski de beraberinde getiriyordu. Çünkü her an birilerinin içeri girmesi ihtimali vardı. Kadın, yakalanma riskinin yüksek olduğu öyle bir yerde bütün ihtimalleri hesaba katarak kendini sağlama almak istemiş ve bütün kapıları kapatmıştı.

Hazreti Yusuf’un “Doğrusu, efendimin çok iyiliğini gördüm.” mânâsına elen إِنَّهُ رَبِّي أَحْسَنَ مَثْوَايَ cümlesindeki rab kelimesi ile kimi kastettiği üzerinde farklı fikirler ortaya atılmıştır. Bir görüşe göre Hazreti Yusuf, bu kelimeyle Allah Teâlâ’yı kastetmiştir. Bu durumda cümlenin mânâsı şöyle olur: “O benim Rabbim, benim konumumu, mevkiimi, imkânlarımı, konaklayacağım yeri çok güzel hazırladı.” Böyle demekle o, kadına da bir ikazda bulunmuş ve “Böyleyken ben nasıl O’na karşı gelirim, nasıl böyle bir günahı işlerim!” demek istemiştir. Şahsen bu görüşün daha isabetli olduğunu düşünüyorum.

Diğer bir görüşe göre ise o, “maazallah” deyip Allah’a sığındıktan sonra bu ifadeyi kullanmış ve bununla evin sahibi olan Mısır azizini kastetmiştir. Buna göre cümlenin mânâsı şöyle olur: “Ev sahibi olan aziz, benim efendimdir. O, bana baktı, güzel ikramda bulundu.” Mânâyı bu şekilde düşündüğümüzde burada aynı zamanda harika bir üslup inceliğiyle karşı karşıya kalırız. Şöyle ki; Hazreti Yusuf bir taraftan ev sahibine olan sadakatini, vefasını ve saygısını ifade ederken diğer taraftan kadına, eşine sadakatli olması gerektiğini hatırlatmış ve demek istemiştir ki: “Ben ev sahibime ihanet edemem, böyle bir densizlik yapamam. Sen de ona ihanet etme, çünkü o senin kocan!” Bu, oldukça yerinde ve güzel bir üsluptur. Yoksa burada Yusuf (aleyhisselâm) haram olan bir şeyi Allah’tan dolayı değil de ev sahibinden dolayı terk ettiğini kastetmemiştir. Diğer bir ifadeyle Allah korkusu yerine ev sahibine olan sadakatini ve ondan gördüğü izzet ve ikramı vurgulamış değildir. Orada bir açıdan kadının anlayacağı dilden konuşmuştur. Kadın, yaptığı teklifin yasak ve çirkin olduğunun farkındadır ama o anda kadının gözünü şehvet bürüdüğünden yasağı, çirkini düşünecek durumda değildir. Böyle birine Hazreti Yusuf düşünebileceği bir kapı açmış, kocasına sadık olması ve ihanet etmemesi gerektiğini hatırlatmış ve böylece sözleriyle onun vicdanına dokunmak istemiştir. Bu bir peygamber firaseti ve maharetidir. Kullanacağı üslubu çok iyi seçmiştir. Hatta şöyle de denebilir: Hazreti Yusuf bu ifadeyle aslında Allah Teâlâ’yı kastetmiştir ama cümleyi, kadının kendi kocasını ona hatırlatacak şekilde kurmuştur.

Diğer bir ifadeyle burada olay, isim vermeden zamirler üzerinden anlatılmıştır. Böylece hem hassas, riskli, yanlış anlamaya müsait bir konu, özlü olarak ve tam ifade edilmiş hem de zihin ve hayallerde yanlış anlamaya, olumsuz bir resmin oluşmasına meydan verilmemiştir. İşte bu, kitabın giriş kısmında da dikkat çekildiği üzere Arapçanın ayırıcı bir özelliğidir.

-+=
Scroll to Top