Yusuf sûresi, 12/28-29

فَلَمَّا رَأٰى قَمِيصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ إِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّ إِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظِيمٌ ۝ يُوسُفُ أَعْرِضْ عَنْ هٰذَا وَاسْتَغْفِرِي لِذَنْبِكِ إِنَّكِ كُنْتِ مِنَ الْخَاطِئِينَ

“Kocası, Yusuf’un gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce: ‘Öyle anlaşılıyor ki bu, sizin (kadınların) bir hileniz! Gerçekten sizin hile ve komplolarınız çok yamandır!

Yusuf! Sakın bunu kimseye söyleme! (Kadına dönerek) Sen de günahından ötürü af dile.
Zira yanlış yapan, günah işleyen sensin.’”

İffetin Tescili

إِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظِيمٌ “Siz kadınların fendi/hilesi pek müthiştir.” Burada iki noktayı mülahazaya alabiliriz: Birincisi, bu âyette kadının hilesi söz konusudur. Ancak erkek de kadına hile yapabilir, onu baştan çıkarabilir. İkincisi, hileyi yapan tek bir kadın olduğu hâlde onun şahsında bütün kadın cinsine izafeten “Sizin hileniz pek müthiştir.” denilmiştir. Sûre boyunca beş defa hile kelimesinin kadınlara izafeten kullanıldığını görüyoruz. Bu da gösteriyor ki onların hilesi, ayartması erkeğin hilesinden daha büyük ve daha kuvvetlidir. Nitekim pratik hayatta da bu böyledir.

Burada bir kadının kendi arzularına ulaşmak için erkek hakkında olmadık planlar çevirmesi, hilelere başvurması, komplolar düzenlemesi söz konusudur ve bu öyle dehşetli bir hâldir ki şeytanın hilesini bile geçer. Nitekim Kur’ân, şeytanın hilesi için إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا “Şüphesiz, şeytanın hilesi zayıftır.” buyururken, burada kadınların hilesinin büyük olduğunu ifade etmektedir. Çünkü şeytanınki bir tesvil ve tezyinden, bir süsleme ve güzel göstermeden ibarettir. Kadın ise erkeğin üzerine üzerine gider, arzusuna ulaşmak için fırsat kollar, fırsat yakaladığında da onu kaçırmaz, kıssada olduğu gibi onun üzerine atılır. Allah böyle bir akıbetten müminleri muhafaza buyursun.

Genelde kadının erkek için bir imtihan unsuru olduğu üzerinde durulsa da aslında kadın da erkek de birbiri için bir imtihan sebebidir. Diğer yandan, imtihana kadının sebep olduğu yerde bile erkeğin zaafı söz konusudur. Bu açıdan, biz duada sabah akşam “Allahım bizi kadınların imtihanından koru!” diye dua ederken kadını aşağılamış ve onu bir şer kaynağı gibi göstermiş olmayız. Zaten bu bizim inanç değerlerimizle bağdaşmaz da. Bu ifadeyle kadının erkek için imtihan olma gerçeğiyle beraber erkeğin kadın karşısındaki zaafı vurgulanmış olur. Bu dua ile şu ifade ediliyor “Bir kadının teklifiyle karşı karşıya kalırsan, bir kadınla imtihan olursan Yusuf ol, kaç! Varsın gömleğini arkadan yırtsın, ama sen kaç. Sakın gömleğin önden yırtılmasın! Yani sen ona meyletme! Kazanacağın yerde kaybetme!”

Erkek zaafını ortaya koymasa, zaafına yenilmese ona kimse musallat olamaz. Fakat bu zaaf öyle zayıf bir şey, kadın da o zaafı yenecek öyle güçlü bir muhatap ki pek çok insan bu imtihanı kaybetmektedir. Kanaatimce, Cennet’te Hazreti Âdem’e zelle yaşatan şey de böyle bir imtihandı. Yani orada mesele elma, armut, darı, buğday değildi. Mesele, insan cinsinin zaafını ortaya koyan güçlü bir imtihan unsuruydu. İftar vaktinden evvel yemek gibi, zamanı gelmeden ve izin verilmeden önce bir el uzatma, imtihanı kaybettirmişti.

Söz konusu zaafa karşı koyup bir kadın karşısında iffetini korumak, hele hele makam ve güzellik sahibi bir kadının teklifi karşısında nefsi dizginlemek o kadar zordur ki bu zorluğu aşıp Yusuf’ça davrananı, bir hadiste ifade edildiği gibi, Allah adil bir idareci ile aynı seviyeye çıkarır.92 Evet nefsine isyan edip iradesinin hakkını veren böyle bir kahraman bir anda, büyük işler yapmış olan sultanlarla aynı dereceye erişir. Nitekim, sahabeden bir genç böyle bir imtihanla karşı karşıya kalmıştı. Bir kadının teklifi karşısında, Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm) burhan görmesine benzer şekilde âyet diline dolanmış, âyeti okurken olduğu yerde düşüp ruhunun ufkuna yürümüştü. Hazreti Ömer, mezarının başına varıp “Rabbinden korkana iki cennet vardır.” mealindeki âyeti okuyunca mezardan şu cevap gelmişti: “Ben onun iki katını buldum.”93

Zamanımızda kadınla imtihan meselesi daha bir hassasiyet kazanmış durumdadır. Zira her vesileyle kadın kullanılmaya, bir meta gibi pazarlanmaya, onunla insanlar avlanmaya çalışılıyor. Kadınla hiç alâkası olmayan ürünlerin reklamlarında bile kadın kullanılıyor. Böyle bir dünyada elbette daha dikkatli ve temkinli olmak gerekiyor. Sedd-i zerâi94 açısından insan, ihtiyaç ve vazifelerinin haricinde, günahların bulunduğu ortamlara girmemeye özen göstermelidir. Özellikle günümüzde internet ortamı gerçek hayatın çok ötesinde günahlara açık bulunuyor. Halvet, nikah düşen bir kadınla aynı ortamda baş başa kalmak ve günaha açık hâle gelmek demektir. Tam mânâda olmasa bile internet ortamı da bir nevi halvettir. Orada insan kendisiyle ve günahlarla baş başa kalır. Eğer Allah’la irtibatı zayıfsa, iradesi sağlam değilse, günahlara karşı dayanıksızsa orada her türlü günahı görme, duyma ve işleme imkânı bulabilir. İnterneti kullanarak pratik hayatta bir kısım fiilî günahlara sürüklenebilir. İzleyen yoktur, takip eden yoktur, kontrol eden yoktur.

Aslında bir müminin halvet hâlinde yaşaması gereken keyfiyet, Allah’la beraberliktir. Bu keyfiyeti yaşayabilen kişi, hadis-i şeriflerde mahşerde, hararetin, baskının, korkunun, heyecanın, hesabın, sorgunun ağır olduğu o yerde, Allah’ın gölgesinde gölgelenecek insanlardan biri olarak sena edilmiştir.95 Evet, insan yalnız hâllerinde Allah’a teveccüh eder; kalbi ürperir, gözü yaşarırsa o, dehşetli manzaraların yaşanacağı mahşerde Allah’ın gölgesinde gölgelenecektir. Şimdi önümüzde böyle bir hedef varken, internet ortamında bu hedef ne kadar korunabilir? İnsan orada iradesine ne kadar sahip çıkabilir? Mümin bütün bunları düşünerek hareket etmek zorundadır. Allah Resulü, “Tek yolcu şeytandır.” buyuruyor. Yani tek başına yolculuğa çıkanın şeytana kanma ve günah işleme riski çok yüksektir. Ardından “İki yolcu da şeytandır.” diyor. Yani iki kişinin aldanması, yanlış iş yapması da her zaman mümkündür. Sonra da “Üç kişi cemaattir.” buyuruyor.96 Yani üç kişinin kötü bir işte anlaşması, günah işlemesi genellikle zordur. Orada cemaat ruhu vardır. Allah’ın inayeti, rahmeti onlarla beraberdir.

İfadelerden internet karşıtı olduğumuz gibi bir netice katiyen çıkarılmamalıdır. Doğru ve yerinde kullanılırsa internet büyük bir nimettir. Çok hızlı bir şekilde faydalı bilgilere ulaşma, İslamî ilimleri elde etme, hızlı iletişim sağlama, ânında dünyadan haberdar olma açısından bir melek gibi vazife görür. Zamanı kısaltır, mekânı yaklaştırır ve insana az zamanda çok iş yaptırır. Ancak sisi, dumanı, kiri de çoktur. Öyleyse onu dikkatli kullanmak gerekir.

يُوسُفُ أَعْرِضْ عَنْ هٰذَا “Yusuf! Sakın bunu kimseye söyleme!” Yusuf (aleyhisselâm) bütün dikkat ve temkiniyle iffetini korumasına ve masumiyeti ortaya çıkmasına rağmen o günkü idareciler işin içinden çıkmak için ondan feragat göstermesini istediler ve ona, “Bu meseleyi görmezlikten gel, üzerinde durma!” dediler. Çünkü söz konusu kadın sıradan bir kadın değil, sarayda bir bakanın hanımıydı. Mesele hem kadın için hem de kocası için büyük bir ar ve ayıp sebebi olacaktı. Nasıl olmasın ki onu bir evlatlık gibi almış, terbiyesiyle ilgilenmiş, ona kol kanat germiş, kendi elleriyle büyütüp belli bir yaşa getirmişlerdi. Sonra da evin hanımı ona göz koymuştu. Her ne kadar o toplumda bohemce hayat kanıksansamış olsa da söz konusu kişi azizin hanımı olduğundan bunun o toplumda bile normal karşılanması mümkün değildi. Bu konuda bir krizin çıkmaması için Hazreti Yusuf’un meseleyi kapatması isteniyordu.

Burada bir açıdan güçlülerin hukuku işleyip Hazreti Yusuf’a karşı bir gadir, bir haksızlık yapılmışsa da diğer taraftan bakanın ve meseleye hakemlik yapan kişinin insafı görülüyor. Zira problemi güç kullanarak, kara propaganda yaparak, farklı yorumlarda bulunarak tamamen Hazreti Yusuf’un üzerine yıkabilir, onu suçlu gösterebilirlerdi. İdare ve güç ellerinde olmasına rağmen bunu yapmadılar, konumlarını suistimal etmediler ve Hazreti Yusuf’un masum, kadının da suçlu olduğunu itiraf ettiler. Fakat problemin çözümü adına ve kendilerince bir maslahat gereği Hazreti Yusuf’u hapse koymayı tercih ettiler. Vakıa o da kadınların hilelerinden kurtulmak için hapse girmeyi istemiş ve bunun için dua etmişti. Neticede duası kabul oldu ve hapse girdi.

وَاسْتَغْفِرِي لِذَنْبِكِ “Sen de istiğfar et!” İlk etapta bu sözü söyleyenin, olaya hakemlik yapan kişi olduğu düşünülse de kadının kocasının olma ihtimali de söz konusudur. Ayrıca bu ifadenin “Allah’tan af dile!” mânâsının yanı sıra “Kocandan affını iste!” şeklinde anlaşılması da mümkündür. Sözün sahibi kim olursa olsun, bu ifadeden o toplumda şöyle böyle bir inancın olduğunu anlamak mümkündür. Sözün sahibinin saray eşrafından biri olduğunu düşünürsek, o günkü idareci kesimin inançlarına dair de ipuçları çıkarabiliriz. Nitekim Mısır’ın idaresinde bulunan ailenin oraya dışarıdan, Şam ya da Hicaz taraflarından geldiğine dair rivayetler vardır. Bunun neticesinde toplumda metafizik düşünceye kapılar aralanmış olabilir. Âyetlerde geçen konuşmalar da söz konusu rivayetleri doğrular mahiyettedir.


92 Buhârî, ezân 36, zekât 16, rikak 24, hudûd 19; Müslim, zekât 91.

93 el-Beyhakî, Şuabü’l-îmân, 1/468; İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk, 45/450.

94 Sedd-i zerâi, sakıncalı sonuçlara götürmesi kesin veya kuvvetle muhtemel olduğunda mubah fiillerin yasaklanması anlamında fıkıh usulü terimidir. Tehlikeye karşı önceden tedbir almayı ifade eder.

95 Buhârî, ezân 36, zekât 16, rikak 24, hudûd 19; Müslim, zekât 91.

96 Ebû Dâvûd, cihâd 87; Tirmizî, cihâd 4.

-+=
Scroll to Top