Yusuf sûresi, 12/31
فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ أَرْسَلَتْ إِلَيْهِنَّ وَأَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَاً وَاٰتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكِّينًا وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّ فَلَمَّا رَأَيْنَهُۤ أَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلهِ مَا هٰذَا بَشَرًا إِنْ هٰذَۤا إِلَّا مَلَكٌ كَرِيمٌ
“Kadınların dedikodularını işitince, konağına davet etmek üzere onlara haber gönderdi. Onlar için mükellef bir sofra hazırlattı. Sofrada, ikram edilen meyveleri soysunlar diye her misafir için bir de bıçak koydurmuştu. Onlar meyvelerini soyup kesmekle meşgul oldukları sırada, beriden de Yusuf’a: ‘Çık şimdi onların karşısına!’ dedi. Kadınlar onu görünce güzelliği karşısında hayran kalıp kendilerinden geçtiler. Farkında olmadan kendi ellerini kestiler ve ‘Aman Allahım! Bu bir insan olamaz! Bu ancak bir melek olabilir!’ dediler.”
Hazreti Yusuf’un Güzelliği ve Mısır Kadınlarının Tepkisi
مُتَّكَاً kelimesi dayanacak yer anlamındadır. Burada koltuk, kanepe gibi üzerine oturulan şeyler kastedilmektedir. Kelimede, o zamanın kültüründe, yerden biraz yukarıda kurulan sofra başında oturma gibi bir âdetin varlığına dair ipuçları vardır. Demek ki o günün insanları, özellikle saray sakinleri misafirlerini yerdeki sofrada değil, yukarıda yaslanıp rahatça yemeklerini yiyecekleri koltuk ve kanepe gibi yerlerde ağırlıyorlardı. Aynı kökten gelen ‘mütteki’ kelimesi de Kur’ân’da bu çerçevede kullanılmıştır. عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِئُونَ “Kanepelerde geriye yaslanıp otururlar.”97 âyeti buna bir misaldir.
Kadınlar rahatça oturacakları yere kurulmuş ve arkalarına yaslanıp yiyip içmeye başlamışlardı. Karşılarına birden Yusuf (aleyhisselâm) çıkınca, ona hayran kaldılar. Öyle ki ellerindeki bıçaklarla meyveleri de ellerini de kestiler. Demek ki Hazreti Yusuf’ta (aleyhisselâm) öyle büyüleyici bir güzellik vardı. Görenler kendilerinden geçiyordu.
Kadınların Yusuf’u (aleyhisselâm) görür görmez büyülenmeleri ve ellerini kesecek kadar kendilerinden geçmeleri, Hazreti Yusuf’un saray çevresinden dışarı çok çıkmadığını, hep belli bir alanda bulunduğunu ve dolayısıyla insanlar tarafından fazla bilinmediğini gösteriyor. Aksi takdirde, tanınıp bilinen bir insan karşısında bu kadar şaşırılmazdı.
Hazreti Yusuf’a (aleyhisselâm) fevkalade bir güzellik verilmesinin elbette bazı hikmetleri vardır. Belki misyonu icabı gittiği Mısır’da bir ilgi uyandıracaktı. Belki o günün insanını en çok etkileyen şeylerden biri dış güzellikti. Genelde insan yabancı birini görünce başta biraz yadırgar. Fakat Hazreti Yusuf’u görenler güzelliğinden dolayı onu yadırgamayacak, hatta onu hemen seveceklerdi. Böylece, anlatacağı şeyleri kabule onun güzelliği önemli bir zemin hazırlayacaktı. Daha önce de dikkat çektiğimiz gibi, elbette meseleyi sadece Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm) dış güzelliğine bağlamamak gerekir. Evet, o ilk etapta güzelliğiyle arz-ı endam etmişti fakat o oranda da iffetliydi, başka bir ifadeyle iç güzelliğine sahipti. Tam güçlü ve alımlı olduğu bir dönemde, günah karşısında dik durup Allah’a sığınması ve günaha düşme korkusuyla hapsi tercih etmesi onun iffetine ne kadar düşkün olduğunu gösteriyordu. İnsanların nazarında güzelliğiyle elde ettiği krediyi iffetiyle pekiştirmiş ve gönüllerde taht kurmuştu. Bu açıdan, Allah vergisi olarak sahip olunan şeyler önemlidir fakat onları esas değerine ulaştıran şey, insanın iradesiyle işleyeceği güzel amellerdir. Verilen o nimetleri yerli yerince kullanmaktır. Allah korusun, insan bazen Cenab-ı Hakk’ın verdiği güzellik, boy, endam gibi şeyleri dünyalık şeyler için kullanır, böylece şeytanın ağına takılıp kendini çok ucuza pazarlayabilir.
Kadınların Hazreti Yusuf’un güzelliği karşısında حَاشَ لِلهِ “Aman Allahım!” ve مَلَكٌ كَرِيمٌ “Bu bir melek!” gibi ifadeler kullanmaları o günün insanında –daha önce de dikkat çektiğimiz gibi– şöyle böyle bir metafizik inancın ve medenî anlayışın olduğunu gösteriyor. Bazı tarihçi ve tefsircilerin dediğine göre, putperestliğin hâkim olduğu o dönemde kendilerini gizleyen müminler vardı. Hatta o günkü Mısır melikinin konuşmalarına bakılırsa idaredeki bazı insanların belli bir inanca sahip oldukları kanaatine varılabilir. Mesela melik, rüyaya ehemmiyet veriyor ve onun yorumunu merak ediyor. Ayrıca kendisine melik sıfatıyla hitap ediliyor, firavun denilmiyor. Tarihçiler Mısır’ın kaderine her dönemde farklı aile ve hanedanların hükmettiğini belirtirler. Daha önce de geçtiği üzere, bir kısım rivayetlere göre o günkü yönetici kadro Hicaz bölgesinden gelmişti ve elli yıldır idareye hâkim idiler. Yönetimin farklı aileler arasında el değiştirdiği o dönemde böyle bir şeyin olması makul görünmektedir. Rivayetlere göre o günkü kralın isminin Arapçadan gelen “Reyyan” olması da bunu gösteriyor. Reyyan, suya kanmış demektir ve aynı zamanda cennet kapılarından birinin de adıdır. Bazı tarihçilere göre ise o zaman Mısır’da yaşayan Amalikalılar, inanmış insanlardı.98
Ferdî ve toplumsal hayatta daha güzel olana karşı bir özenme, iç arzu ve hasret olur. Bu duygu normal zamanlarda ortaya konmayabilir. Fakat sıra dışı bir gelişme esnasında insanın tepki ve reflekslerine yansır. Bu açıdan, kadınların Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm) güzelliği karşısında bir anda “melekün kerîm” (yüce bir melek) demeleri o günün insanında farklı bir güzellik hasret ve arayışının ifadesi olabilir. Çünkü Mısır’da Kıptiler yaşıyordu. Onlar Sudanlılar gibi genelde esmer, kıvırcık saçlı idiler. Daha sonra bazı kavimlerin gelip kaynaşmasıyla genel görünüşleri değişmiş olabilir ama önceden öyle idiler. İşte bu durum onlarda Hazreti Yusuf’un cazip ve görkemli görüntüsüne karşı içten bir arzu uyandırmıştır.
Efendimiz’in Güzelliği ve Hazreti Yusuf
Hadis olarak rivayet edilen bazı sözlerde Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm) güzelliği kıyaslanır. Kaynaklarda görülemediği için bu tür sözler hadis olarak kabul edilmese de onların mânâsı üzerinden bir değerlendirme yapılabilir: Efendimiz’in dış güzelliği elbette Hazreti Yusuf’tan geri değildi. Fakat O (sallallâhu aleyhi ve sellem), başka bir peygamberle beraber anıldığında her zaman tevazuunu ortaya koyar ve o peygamberi nazara verecek beyanlarda bulunurdu. Bahsi geçen sözlerde Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Hazreti Yusuf’u güzellikte öne çıkarıyor, fakat Allah’ın kendisine lütfettiği o iç ve dış güzelliği, o eda ve endamı da tahdis-i nimet babından zikretmeden geçmiyor.
Âişe validemiz, Efendimiz’in güzelliğine hayrandı. Kadınların Hazreti Yusuf’un fevkalade güzelliği karşısındaki hayretinin zikredildiği yerde o, Efendimiz’in güzelliğine olan hayranlığını şu sözleriyle dile getirir:
لَوَاحِي زَلِيخَا لَوْ رَأَيْنَ جَبِينَهُ … لَآثَرْنَ بِالْقَطْعِ الْقُلُوبَ عَلَى الْأَيْدِي
“Yusuf’un güzelliği karşısında ellerini kesen kadınlar,
Eğer benim Efendimin güzelliğini görselerdi bıçakları ellerine değil kalplerine saplarlardı.”99
Molla Câmi de bu hayranlık senfonisine benzer seslerle şöyle eşlik eder:
“Mısır kadınları Hazreti Yusuf’un cemalini gördüklerinde kendilerinden geçmiş ve o dehşet içinde kendi ellerini kesmişlerdi.
(Ey gözümün nuru Efendim!)
Eğer onlar Senin cemalini görselerdi, ellerindeki hançerleri kalblerine saplarlardı. Senin güzelliğinin bahsedildiği yerlerde; Yusuf’un güzelliğinden söz etmek efsaneden ibaret kalır.”
Evet, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) eda, endam ve güzelliği tamdı, ölçülüydü. Ancak iş bununla bitmiyordu. Bunların ötesinde O’nun benzersiz bir iç güzelliği vardı. Rivayet edildiği üzere “İnsanların hem simaca hem de ahlakça en güzeliydi.”100 Bu iki güzellik kendisinde birleştiğinden dolayı olağanüstü bir çekicilik, bir kutsî cazibe oluşturuyordu. Öyle ki bu kutsî cazibeyi fark eden Hatice validemiz ilk fırsatta O’na evlilik teklifinde bulundu. O zamanlar Mekke’nin hemen hemen en zengin kadınıydı ama Efendimiz’deki o iç ve dış güzelliğine bütün servetini feda etmeye hazırdı ve etti de.
97 Yasin sûresi, 36/56. Ayrıca bkz.: Kehf sûresi, 18/31; Sâd sûresi, 18/51.
98 Bu bilgiler Buhârî ve Müslim’in kriterlerine göre çok sağlam rivayetlere dayanmamakla beraber önemli kaynaklarda yer almakta olup Mücahit, İbn Cerir, Said İbn Cübeyr gibi selefin büyüklerinden nakledilmektedir. Bkz.: Mukatil İbn Süleyman, Tefsîr, 2/339; Beydavî, Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl, 3/159; İbnü’l-Mülakkin, et-Tavdîh li şerhi’l-Câmii’s-sahîh, 3/368; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh, 1/126.
99 Hüseyn b. Muhammed Bekrî, Târîhu’l-hamîs fî ahvâl-i enfesi’n-nefîs, 1/358.
100 Buhârî, cihad 24; Müslim, fezâil 48.