Yusuf sûresi, 12/33
قَالَ رَبِّ السِّجْنُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَنِۤي إِلَيْهِ وَإِلَّا تَصْرِفْ عَنِّي كَيْدَهُنَّ أَصْبُ إِلَيْهِنَّ وَأَكُنْ مِنَ الْجَاهِلِينَ
“Yusuf, ‘Ya Rabbi!’ dedi, ‘Bu kadınların beni çağırdıkları şeyi yapmaktansa zindanı tercih ederim. Eğer sen onların komplosunu benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve cahilce davranırım.’”
Güvenli Bir Sığınak Olarak Zindan
Kıssanın bu bölümünde Hazreti Yusuf’un, iffeti için neleri göze aldığını görüyoruz. Bu âyet-i kerimeyi ne zaman okusam gözlerim dolar ve “Keşke gençliğimde bir zaruret veya ihtiyaca binaen çıktığım çarşıda pazarda dolaşırken daha hassas olabilseydim!” diye düşünürüm. Diğer yandan da Rabbimin bu konudaki inayet ve yardımlarını da düşünür ve O’na karşı hamd ü sena hisleriyle dolarım. Evet, bizim için önemli olan, Rabbimizin koyduğu kıstaslar ve düsturlardır. O (celle celâluhu) eğer “Bana gelen yol böyle iffetli olmanızdan, iffetiniz için hapsi dahi göze almanızdan geçer.” diyorsa bu bizim için çok önemlidir.
Günaha düşmektense zindanı tercih etmek ne büyük bir kahramanlıktır! Hazreti Yusuf, dışarıda olsa ne tür imtihanlar yaşayacağını tahmin ediyor, bu yüzden de hapse girmeyi günahlara karşı en emin bir sığınak olarak görüyordu. Aslında her türlü günah karşısında Hazreti Yusuf gibi düşünmek gerekir. Bir mümin, “Keşke zindana atılsaydım da bu günahı işlemeseydim. Allahım bir daha böyle bir günah çukuruna düşmektense hemen oracıkta canımı al.” diyebilmelidir. Daha önce de zikrettiğimiz üzere böyle bir teklif karşısında bir sahabinin kalbi durup ölmüştü. Hakiki müminin duruşu budur. Bu şuurlu duruş, Müslümanlığı şeklen yaşayanların değil, İslam’a yürekten inananların kârıdır. Bir göz kaymasını, bir dudak büküşünü, bir mimiğini bile kendine yakıştıramayıp, keşke zindanda olsaydım da bu cahilliği yapmasaydım, diyenlerin kârıdır. Günümüzde bunlar ne kadar da zor şeyler! Allah Teâlâ bütün müminlere, özellikle de dine hizmet yolunda bulunan herkese bu duyguyu ihsan etsin. Âmin.
Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm) hapse girmeyi tercih etmesi, yadırganacak bir şey değildir. Zira bohemliğin yaygın olduğu bir dönemde iffetlerine düşkün insanlar, iffet ve izzetlerinin yara almasından, kirlenmesinden korkar ve böyle bir zillet yaşamamak için hapse girmeyi bile göze alırlar. Harama bakmamak için “Allahım gözlerimi alsan!” diye dua bile edebilirler. Bu türlü durumlarda onların söylediklerine değil, söyleyiş niyetlerine bakmak gerekir. Zira onların tek derdi, gözlerinin harama kaymamasıdır. Aslında günah karşısında eğilmeden dimdik durmak çok zordur. Hele günahı rahatlıkla işleme imkânı varken Allah ile irtibatı bir adım öne çıkarıp o günaha teslim olmamak zorlardan zordur. O anda ismet ve iffetini düşünmek, “Böyle bir günaha girip Allah’a isyan etmektense hapse girmeyi tercih ederim.” diyebilmek büyük bir yiğitliktir. Bu yüzden inanan insan, bir yandan gözlerin içine günahın hayalinin bile girmesine müsaade etmeme gayreti içinde olmalı, diğer yandan da her an düşüp kaymaktan Allah’a sığınmalıdır.
Hazreti Yusuf’un hapse girmesine kader açısından bakıldığında ise şu mülahaza akla gelebilir: Hapse girmek zahiren bir imtihan belki bir ceza gibidir. Ancak bu, kader planında bir misyonu eda etme adına önemli bir adım olabilir. Yüksek bir yere tırmanmak için insanın biraz patika yollardan yürümesi ve meşakkat çekmesi icap eder. Hazreti Yusuf günahlardan korunmak için hapsi istemişti. Fakat orası sadece onu günahlardan korumakla kalmadı, aynı zamanda onun geleceğe hazırlandığı bir medrese oldu. Aynı şeyler bugünün peygamber mirasçıları için de söz konusudur. Allah o mirasçıları aramayanlara, arayış içinde olmayanlara duyurmak ve onları o mirasçıların temsil ettiği değerlere celbetmek için cebrî hapisler ve sürgünler yaşatabilir. Bu durumda yapılması gereken şey, Hazreti Yusuf gibi bulunulan konumun ve yerin hakkını vermeye gayret etmektir.
Peygamberler dünyalık herhangi bir şeye gönüllerini kaptırmayacakları gibi, günaha az dahi olsa meyil göstermezler. Zira onlar, Allah tarafından günahın her türlüsünden korunmuşlardır. Meseleyi böyle kabul ettikten sonra Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm),أَصْبُ إِلَيْهِنَّ وَأَكُنْ مِنَ الْجَاهِلِينَ “Onlara meyleder ve cahilce davranırım.” sözünü nasıl anlamalıyız? Çünkü burada o açıkça “Bir cahillik yapar da günaha meylederim.” diyor. Aslında o bu ifadesiyle tevazuunu, kulluğunu, aczini ortaya koyuyor, iç muhasebesini yapıyor ve demek istiyor ki: “Allahım Sen korumazsan, burhanını göstermezsen bir beşer olarak günaha meyledebilirim. Beni kendi hâlime bırakma, muhafaza eyle!” Her insanın içindeki bir duyguyu, bir temayülü dile getirerek ondan Allah’a sığınıyor.
Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm) bu ifadelerinden karşı cinse meyil duygusunun kendisinde normal insanlardan daha fazla olduğu neticesini çıkarmak da mümkündür. Fakat kendisindeki bu kuvvetli duyguya rağmen Hazreti Yusuf da günaha en ufak bir meyil göstermedi. Çünkü o bir peygamberdi, bir misyon insanıydı. Vazifesini eda etmenin derdindeydi. Fakat bir insanda ne gibi zaafların olduğunu da bilmekteydi. Bir beşer olarak, içindeki o güçlü duygunun tesirinde kalarak misyonuna ters bir davranış sergilemekten endişe ediyordu. Böylece bizim gibi sıradan insanların nelere meyledebileceğine ve nelerden Allah’a sığınması gerektiğine dair bir örnek ortaya koyuyordu.
Hazreti Yusuf sarayda büyümüştü. Orada kanının kaynadığı bir dönemde, delikanlılık ve gençlik çağında kadının oyunlarıyla karşı karşıya kalmıştı. O yaşta, nefsin en çok isteyeceği haramlara karşı direnmek bir babayiğitliktir. Yusuf (aleyhisselâm) işte o babayiğitliği göstermiş ve hep bir iffet abidesi olarak kalmıştı. Şimdi ise muhtemelen kadınların kendisine sarkıntılık yapmalarından korkuyordu. Belki bir tanesi değil, daha başkaları da onun peşine düşebilirdi. Birinden kurtulsa diğeri, ondan kurtulsa bir başkası önüne çıkabilirdi. Zaten âyette kadınları ifade eden kelime ve zamirlerin çoğul olarak gelmesinden de bu anlaşılıyor. Hatta kadınlardan bahsedilen yerde, cem-i gâib kalıbında hem kadınlar hem de erkekler için kullanılan يَدْعُونَ “davet ediyorlar” ifadesinin gelmesi, o günün kadınları gibi erkeklerinin de bu tür günahlara açık olduklarına dair bir işaret olabilir. Dolayısıyla Yusuf (aleyhisselâm), “Kadınlar benimle alâkalı değişik arzulara kapılır, erkekler de bunu gayet normal görürler. Böylece aileler yıkılıp perişan olur. Bütün bu muhtemel akıbetlerden kurtulmanın yolu, benim hapiste kalmamdır.” demek istiyordu. Hazreti Yusuf hapsi daha emniyetli gördü, idareciler de bu durumu maslahata uygun buldular ve sonunda onu hapse attılar. Bu durumda onu yaka-paça içeri almalarına gerek yoktu. Zira o, zindana aziz bir misafir gibi girecek, girdiği gibi de oradan aziz olarak çıkacaktı.
Hem bu son âyette hem de sûrenin genelinde Hazreti Yusuf’un adı açıkça zikredilirken kadının adı söylenmiyor. Çünkü Hazreti Yusuf masumdur, onun adının zikredilmesinde bir sakınca yoktur. Günah işlemiş olan kadının adının söylenmemesi ise bize iki yönden ders veriyor: Birincisi, günaha karşı tavır konulurken günahın ifşa edilmemesi gerekir. İfşa edilirse, toplumda o günaha karşı bir özenti, kanıksama ve cesaret oluşur. Diğer yandan pek çok insanın zihni ve hayali günahla kirletilmiş olur. İkincisi, günah işleyen insanın ifşa edilmemesi gerekir. Çünkü bu şekilde ifşa edilen kişi ve onun yakınları toplum içinde mahcup edilmiş olur. Ayrıca ifşa edilen kişi, yaptığı günahının bilinmesinden dolayı tevbe etmeye gerek duymayıp o günaha devam etmeyi düşünebilir.
Görüldüğü üzere, kıssada anlatılanlar sadece dizi hâlinde olayların resmedilmesinden ibaret değildir. Kıssanın her satırı, her kelimesi –anlattıklarıyla da anlatmadıklarıyla da– bize nice sırlı dersler ve ibretler sunmaktadır. Dini anlatma ve temsil etme konumunda bulunanlar bu ders ve ibretlerden kesinlikle bigâne kalmamalıdırlar.