Yusuf sûresi, 12/47-49
قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِنِينَ دَأَبًا فَمَا حَصَدْتُمْ فَذَرُوهُ فِي سُنْبُلِهِ إِلَّا قَلِيلًا مِمَّا تَأْكُلُونَ ثُمَّ يَأْتِي مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ سَبْعٌ شِدَادٌ يَأْكُلْنَ مَا قَدَّمْتُمْ لَهُنَّ إِلَّا قَلِيلًا مِمَّا تُحْصِنُونَ ثُمَّ يَأْتِي مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ عَامٌ فِيهِ يُغَاثُ النَّاسُ وَفِيهِ يَعْصِرُونَ
“Yusuf: ‘Peş peşe yedi yıl ekin ekin. Ama biçtiğinizi, yiyeceğiniz az miktar dışında, başağında bırakıp depolayın. Sonra, bunun peşinden yedi kurak yıl gelecek. O zaman tohumluk olarak saklayacağınız az bir miktar dışında, önceden o yıllar için biriktirdiklerinizi tüketin. Sonra onun arkasından bir yıl gelecek ki halk bol yağmura kavuşacak, sıkıntıdan kurtulacak, bol meyve sıkıp, hayvanları sağacak.’”
Hazreti Yusuf, Kralın Rüyasını Yorumluyor
Yusuf (aleyhisselâm), burada tarım alanında son dönemde keşfedilen bir tekniği ortaya koymaktadır. Yıllar önce ilmî bir dergide okumuştum. Bir araştırmaya göre Hazreti Yusuf’un tavsiyesi deney olarak tatbik edilmiş ve buğdayın başak hâlinde depolandığında bozulmadan senelerce bekleyebildiği tespit edilmiştir. Bu işlemde buğday hem nişasta değerini koruyor hem de haşerata karşı daha iyi muhafaza ediliyor. Bu teknik, özellikle kıtlık ve savaş durumlarında önemli bir tedbir olarak düşünülebilir. Özellikle çöl ortamında haşeratın hububata dadanması, korunmasız olan buğdayın kısa sürede yok olmasına sebep olur. Başak hâlinde saklamada ise bu risk asgariye iner. Başak hâlindeki ürünleri yiyen hayvancıklar da bulunabilir, ancak ürün büyük oranda muhafaza edilir.
Bu mesele ziraat ve gıda sektöründe üzerinde durulması gereken bir husustur ve bilimsel araştırmalarda ele alınmalıdır. Çeşitli tip silolarda buğday saklamanın tarihi eski olsa da modern silolara geçiş süreci yaklaşık yüz elli-iki yüz yıllık bir geçmişten ibarettir. Bu durum göz önüne alındığında, bundan yaklaşık dört bin yıl önce bu meselenin bir peygamber tarafından gündeme getirilmiş olması, olayın vahyin tezahüründen başka bir şey olmadığını göstermektedir. Kaldı ki bugün buğday dane hâlinde çeşitli silolarda saklansa da henüz onun başak hâlinde saklanmasına –bazı küçük denemelerin dışında– geçilebilmiş değildir. Yani işin ne kadar isabetli olduğu tespit edilmiş olsa da bu henüz pratiğe dökülüp yaygınlaştırılamamıştır. Bu arada belirtmemiz gerekir ki âyette ‘ekersiniz’, ‘hasat ettiğiniz’ gibi ifadelerden her ne kadar ilk olarak buğday anlaşılsa da bizzat buğday zikredilmediğinden, üzerinde durduğumuz saklama yöntemi sadece buğdaya has olmayıp bütün hububatı içine alır.
Hububatın başak hâlinde saklanması dışında peygamberlerin öncülük ettiği saat ve geminin yapılması, demirin eritilip ondan eşya imal edilmesi gibi daha pek çok keşif ve icat vardır. Normal insan aklıyla bulunamayacak ya da bulunması uzun zaman alacak bu tür yenilikler, peygamberler sayesinde herhangi bir tecrübeye dayanmadan hemen ortaya konabilmiş ve bunlar çağları etkileyecek yeni çığırlar açmıştır. Sadece taneli bitkilerin saklanması ve kültüre alınmasını düşündüğümüzde, konunun peygamberlerle irtibatı tahmin edilebilir. Çünkü binlerce yıl önce verimli Nil bölgesinde ve Mezopotamya topraklarında uygulanan bu tecrübe ile Kur’ân’da adı geçen peygamberlerin bu coğrafyalarda gelmiş olması meselenin vahyin ışığında geliştiğine dair önemli ipuçları sunar. Çünkü böyle bir tekniğin, hiçbir tecrübeye dayanmadan birden ortaya konulması imkânsız denecek kadar zordur. Zira bu, uzun araştırmalara ve çok büyük tecrübelere ihtiyaç duyar. Hâlbuki Yusuf (aleyhisselâm), uzun araştırma ve tecrübelere ihtiyaç duymadan bunun yapılabileceğini söylemiş ve bizzat uygulamıştır. Hazreti Yusuf’un bu tatbikinden yola çıkarak denebilir ki peygamberler hiçbir tecrübenin olmadığı zaman ve zeminlerde birden bir fikir ortaya atarak veya bir şey icad ederek uzun asırlar insanlığı etkileyecek çığırlar açmışlardır. Bu da ancak, onların her şeyi yaratan ve bilen bir Zât’a bağlı olmalarıyla açıklanabilir.
Burada Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin konuyla alâkalı yaklaşımını hatırlamakta fayda vardır. O, özetle şöyle der: Kur’ân, peygamberlerin hayatından çeşitli sahneler sunar ve onların mucizelerini nazara verir. Böylece bizi onların yaptığı işlerin ve gösterdiği mucizelerin benzerini yapabilme konusunda teşvik eder. Allah Teâlâ, peygamberlerin elinde mucizeler yaratarak, o sahada ulaşılabilecek en son sınırı gösterir ve insanların eline o sınıra ulaşmak için bir program sunar. Dolayısıyla sanat ve teknolojinin üzerine bina edildiği esas prensipler, geçmiş zamanlarda peygamber eliyle tesis edilmiştir. Geçmiş ise geleceğin aynasıdır. Öyleyse ey insan, kalk, seni o mucizelerin bazılarına ulaştıracak vesileleri elde etmek için durmadan çalış ve uğraş! Görmez misin ki saati ve gemiyi en evvel beşere hediye eden o el, mucizevî bir eldir!115
115 Bkz.: Bediüzzaman, Sözler, s. 269-270. (Yirminci Söz, İkinci Makam, Mukaddime).