Yusuf sûresi, 12/5

قَالَ يَا بُنَيَّ لَا تَقْصُصْ رُؤْيَاكَ عَلٰۤى إِخْوَتِكَ فَيَكِيدُوا لَكَ كَيْدًا إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْإِنْسَانِ عَدُوٌّ مُبِينٌ

“‘Yavrucuğum!’ dedi babası, ‘Sakın bu rüyanı kardeşlerine anlatma! Sonra (seni kıskandıklarından) sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.’”

Anlatılmaması Gereken Rüyalar ve Hazreti Yakub’un Tedbiri

Yakup (aleyhisselâm), oğluna olan şefkatinin gereği olarak ona tedbirli hareket etmesini ve rüyasını kardeşlerine anlatmamasını tembihliyor. Çünkü rüyayı dinlediklerinde bunun onların kıskançlıklarını daha da arttıracağını çok iyi biliyor ve bir kötülük planlamalarından endişe ediyor. Zira Hazreti Yusuf, fizikî ve ahlakî özellikleri itibariyle oldukça dikkat çeken bir güzelliğe sahipti. Kardeşleri de babalarının Yusuf’a olan alâkasını görüyor ve bundan dolayı kıskançlık duyuyorlardı. Yusuf, bunun yanında bir de gördüğü o güzel rüyayı anlatırsa bu belki bardağı taşıran son damla olur ve ona bir kötülük düşünebilirlerdi.

Kur’ân’da, Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm) rüyasını kardeşlerine anlattığına dair bir bilgi bulunmaz. O, sadece babasına anlatıyor. Fakat muhtemelen kardeşleri, Yusuf’un (aleyhisselâm) daha önce gördüğü bazı rüyaların aynen gerçekleştiğine şahit olmuşlardı. Bu rüyayı da duyarlarsa kıskançlıkları daha da artacaktı. Hazreti Yakub’un (aleyhisselâm) hassasiyeti belki biraz da bundan kaynaklanıyordu. Bununla beraber Hazreti Yusuf’un, rüyasını kardeşlerine anlatmış olması da ihtimal dahilindedir.

Söz konusu ihtimalin gerçekleştiğini düşündüğümüzde, içimizden “Keşke rüyasını anlatmasaydı!” şeklinde bir düşünce geçebilir. Fakat olaya şu taraftan da bakmak mümkündür: Eğer rüyasını anlatmasaydı, anlatmanın tetiklediği olaylar zinciri meydana gelmezdi: Kuyuya atılmazdı, pazarda satılmazdı, Mısır’a yerleşmezdi, hapse girmezdi, sonra Mısır’a aziz olamaz, ailesini ve İsrailoğulları’nı Mısır’a getiremez ve en nihayet hayatının gayesi olan mesajlarını oraya ulaştıramazdı. Yani “Anlatmasaydı!” dediğimizde bu, kaderin cilveleri içinde zincirleme gelişecek uzun vadedeki hayırların olmamasını istemek mânâsına da gelebilir.

Yakup (aleyhisselâm) Hazreti Yusuf’a rüyasını anlatmamasını söylerken endişe duyduğu şey, diğer çocuklarının rüyada olanların tevilini anlama ihtimalleriydi. Zira sûrenin bazı yerlerinde de görüldüğü üzere, o dönemde rüya yorumu çok yaygındı. Rüyayı yorumlayarak Yusuf’un (aleyhisselâm) ilerideki konumunu görebilirlerdi ve ona duydukları haset duyguları iyice kabarabilirdi. Bu aslında beşerin her zaman yaşayabileceği bir imtihandır. Sizin aranızda da bu türlü şeyler olabilir. Birisi güzel bir rüya görür, gelip anlatır. Orada bulunanlardan bazıları bundan dolayı mutlu olurlarken, vicdanında tam duruluğa erememiş bazı ham kimseler, “Neden ona göründü de bana görünmedi!” diye düşünüp durumu hazmedemeyebilirler. Hatta bu, talebe ile hoca arasında bile olabilir. Talebesi hocasının, mürit de şeyhinin gördüğü rüyayı hazmedemeyebilir. Bunun tersi de olabilir. Bu sebeple, mazhar olunan sair lütuflarda olduğu gibi, rüyaların anlatılıp anlatılmaması konusu da bir hassasiyet gerektirir.

Allah Resulü’nün rüya ile alâkalı beyanlarından, rüyanın anlatılıp anlatılmamasına dair bazı ölçüler çıkarmak mümkündür. Hadis-i şeriflerde, kötü rüya görenin üç defa eûzü billâhi mineşşeytanirracîm diyerek sol tarafına tükürür gibi yapması ve sadaka vermesi tavsiye edilir.36 Ayrıca kötü rüyanın anlatılmaması, anlatıldığı zaman da iyiye yorumlanması gerektiği hatırlatılır. Çünkü rüyanın yorumlandığı gibi gerçekleşeceği ihtimali göz önünde bulundurulur. Güzel rüyalar ise, kibir, kıskançlık gibi olumsuz duygulara sebebiyet vermeyecekse, anlatılmasında bir mahzur yoktur. Ayrıca güzel rüyaların onları yorumlayabilecek temiz kalpli, salih insanlara anlatılması tavsiye edilir.37 Rüya yorumlarken de şahıs, zaman ve hâllerin göz önünde bulundurulmalıdır.

Üzerinde durmaya çalıştığımız bu âyet-i kerime aynı zamanda, kalb gözü açılmış insanların gördükleri rüyaları başkalarına anlatmamalarına dair bir işaret olarak da değerlendirilebilir. Çünkü görülen şeyler birer sırdır. Sır açığa çıkarılınca kaybolur, bir daha da görünmez. Üstad Bediüzzaman’ın yaklaşımıyla,38 gösterilen şeyler birer ilahî ikramdır. Bunlar sağda solda anlatılırsa kesilir ve bereketi gider. Bunları gören kişi, lütuf ve nimeti görüp kendi içinden Allah’a şükretmelidir.

Burada, –yukarıda da değinildiği üzere– Hazreti Yakup’taki (aleyhisselâm) hassas tedbir anlayışına da şahit oluyoruz. Çocuklarındaki kıskançlık damarının onlara yaptıracaklarına karşı bir tedbir geliştiriyor. İman, tevekkül ve teslimiyetinin yanında tedbiri de elden bırakmıyor. Sadece kıssanın bu kısmında değil, Hazreti Yusuf’u kıra, Bünyamin’i Mısır’a kardeşleriyle beraber gönderirken, çocuklarını Mısır’a uğurlarken onlara hep tedbirli olmalarını sıkı sıkı tembih ediyor. Bu açıdan denebilir ki, tedbir konusunda onun ayrı bir hassasiyeti vardı. Kur’ân’da işaret buyurulduğu gibi peygamberler arasında derece farklılıkları vardır.39 Nitekim bazı peygamberler hususi bir kısım faziletleriyle diğerlerinin önüne geçebilir. Bu yönüyle Hazreti Yakub’un peygamberler arasında tedbir konusunda temayüz etmişlerden biri olduğu söylenebilir.

Kıskançlık ve haset duygusunu tahrik edip besleyen birçok faktör vardır. Bunlardan biri de aşırı övgüdür. Bir kimseyi gereğinden fazla nazara vermek, abartarak anlatmak, başkalarıyla kıyaslayıp onlardan üstünlüğünü ifade etmek etrafındaki insanlarda o kimseye karşı bir kıskançlık ve düşmanlık hissi uyandırır. Bunu yapan iyi niyetli olsa bile farkına varmadan, övdüğü kişiye karşı kendi eliyle düşman toplamış olur. Bu sebeple, insanları övme, nazara verme ve takdir etmede çok dikkatli ve dengeli olmak gerekir. Âyette, ailevî ve toplumsal terbiye adına bu noktaya da işaret yoluyla bir temas vardır.

İnsanları kıskandırıp düşman hâline getirmeye sebep olan bir diğer faktör ise insanın kendi ideallerini, gaye-i hayallerini uzak yakın herkese anlatmasıdır. Bunlarla muhataplarını hasede, kıskançlığa sevk edebilir. Günümüzde bizim de kendimizi bu açıdan bir daha kontrolden geçirmeye ihtiyacımız var. Acaba insanlardan gördüğümüz eziyetlerin, başımıza gelen zulümlerin, haset kaynaklı düşmanlıkların sebeplerinden biri de ideallerimizi ehil olmayanlara anlatmış olmamız mıdır? Gereksiz yere insanları tahrik mi ettik? Vakıa biz hiçbir karşılık beklemeden hep dinimize, milletimize ve insanlığa hizmet etmeyi düşündük. Kimseye bel bağlamadık, kimseden bir çıkar elde etmeyi düşünmedik. Ancak biz ne kadar iyi niyetli olursak olalım acaba bazılarının içinde düşmanlık hislerinin boy atıp gelişmesine mi sebep olduk? Şahsen bu sorularla iç sorgulama yapıp durmaktan kendimi alamıyorum. Evet, belki de bu cürmü işledik. İşledik de insaftan mahrum bazı kimse ve kesimlerin bize karşı kan donduran komplolar kurmasına sebebiyet verdik. Cenab-ı Hak bizi affetsin, onlara da –liyakatleri varsa– iz’an, insaf ve adalet ihsan eylesin.

Şeytanın Hilesi ve İnsanın Aldanması

Hazreti Yakup, peygamber fetanetiyle, kardeşlerinin Hazreti Yusuf’a kurabilecekleri tuzağı önceden seziyor. Üzerine titrediği oğlunu bu konuda ikaz ederek “Kardeşlerin sana tuzak kurar.” diyor. Ardından şeytanın düşmanlığını hatırlatıp إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْإِنْسَانِ عَدُوٌّ مُبِينٌ“Şeytan, insanın besbelli düşmanıdır.” ikazında bulunuyor.

Kur’ân’ın başka yerlerinde إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا “Hiç şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.”40, يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلَّا غُرُورًا “Şeytan onlara sadece vaatlerde bulunur, onları birtakım kuruntularla oyalar. Şeytan aslında onlara kuru bir aldatmadan başka ne vaat eder ki!”41 şeklinde beyanlar vardır. Burada, apaçık düşman olan şeytanın hilesi zayıfsa insanın neden sürekli ona yenildiği sorusu akla gelebilir. Denebilir ki şeytan, insana olan düşmanlığını ortaya koyarken aslında onun zaaflarını kullanıyor. Şeytanın oyunları zayıf olsa da insanın zaaflarından dolayı pek çok zaman güçlü çıkıyor. Bu durumu Kur’ân, şeytanın günahları allı pullu gösterip aldatması olarak ifade ediyor: وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَŞeytan yaptıkları bu kötü işleri kendilerine güzel gösterdi de onları yoldan çıkardı, bu yüzden de hak yolu bulamıyorlar.”42 Şeytan yalnızca günahları şirin gösterir, vesvese verir, belli dürtüleri tetikler. Bunun neticesinde de iradesinin gücünü bilmeyen, bilse de onu kullanmasını beceremeyen insan günah işler. Meseleye böyle bakmak ve şeytanı yenilmez, mukavemet edilmez bir varlık olarak tasavvur etmemek gerekir.

Şeytanın nöronlara nasıl tesir ettiğini, korteksteki bilgi yığınlarını nasıl harekete geçirdiğini, onları belli bir yöne nasıl sevk ettiğini tam izah edemeyebiliriz. Fakat bilebildiğimiz bir şey var ki o da şudur: Şeytanın işi sadece süsleyip tahrik etmekten ve aldatmaktan ibarettir. Kur’ân-ı Kerim’in değişik yerlerinde, şeytanın günahları allandırıp pullandırarak güzel gösterdiği beyan edilir. Nefs-i emmarenin, insanın içinde şeytanı dinleyen bir mekanizma olduğunu düşündüğümüzde, onun yaptığı/yaptırdığı kötülüklerin de dolaylı olarak şeytana mal edilmesi mümkündür. Demek oluyor ki, kaymalar, sürçmeler, düşmeler söz konusu olunca –netice itibariyle, yaratılmaları Allah’a ait olsa da– bunlara sebep olan şeytandır. Fakat bunlar hep sebep olma, ayartma, tahrik etme, aldatma şeklinde anlaşılmalıdır. Hakiki iktidar ve gücün şeytanda olduğu zannedilmemelidir. Çünkü az önce de geçtiği üzere şeytanın hilesi gerçekte çok zayıftır. Şeytan aldatmaya çalışır ama insana, buna mukavemet edebilecek, bunun karşısında duracak bir irade verilmiştir. Her şeyi yaratan, her şeyin üzerinde hükümran olan ise yalnız Allah’tır.

Ayrıca Hazreti Yakub’un (aleyhisselâm) Hazreti Yusuf’a yaptığı bu ikazı suizan veya gıybet olarak görmek hata olur. Bu olsa olsa, “hüsn-ü zan, adem-i itimat” prensibinin gereği olarak düşünülebilir. Hazreti Yakub’un (aleyhisselâm), “Şurada temkinli ol, şu konuda dikkat et, şu şahsa karşı tedbiri elden bırakma, ona sırtını dönme!” gibi tembihlerde bulunup insanları uyarma konumunda bulunduğu da unutulmamalıdır.

Yakın Körlüğü ve Yakınlarla İmtihan

Yakın körlüğü, yakınında olanı görememe hastalığıdır. Hazreti Yusuf’un kardeşlerinde, ona karşı bir yakın körlüğü oluşmuştu. Bunun iki sebebi vardı. Birincisi, Bünyamin’in dışındaki kardeşlerin Yusuf’tan büyük olmasıydı. Yani Yusuf ile Bünyamin, bir açıdan abilerinin elinde yetişmişti. İkincisi ise Yusuf ile Bünyamin’in farklı anneden olmasıydı. Bu iki sebepten dolayı kardeşleri, aynı evde doğup büyüdükleri hâlde, Hazreti Yusuf’un faziletlerini görüp takdir edememişlerdi. Tıpkı Mekkelilerin yıllarca Efendimiz’i görememeleri gibi.

İlerdeki âyetlerde de görüleceği üzere, Hazreti Yusuf’un kardeşleri yıllar sonra ona muhtaç olacak ve ancak o zaman, dûçâr oldukları bu hastalıktan kurtulup onun değerini anlayacaklardır. Ancak bunun için uzun bir zamanın geçmesi gerekecektir.


36 Müslim, rü’ya 5; Ebû Dâvûd, edeb 96; İbn Mâce, tabir 4.

37 Buhârî, ta’bir 46; Müslim, rü’ya 4.

38 Bediüzzaman, Mektubat, s. 417 (Yirmi Sekizinci Mektup)

39 Bkz.: Bakara sûresi, 2/253.

40 Nisa sûresi, 4/76.

41 Nisa sûresi, 4/120.

42 Neml sûresi, 27/24.

-+=
Scroll to Top