Yusuf sûresi, 12/54
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُونِي بِهِ أَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْسِي فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ إِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَكِينٌ أَمِينٌ
“Kral: ‘Onu bana getirin, yakınıma alıp has adamım yapayım!’ dedi. Sonra onunla konuşunca: ‘Sen artık nezdimizde sağlam konum sahibi, emin birisin!’ dedi!”
Kralın Yanında Bir Peygamber
Kral, Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm) yorumunu dinledikten sonra, henüz onu görmediği hâlde yanına almak ve has adamı yapmak istedi. Daha sonra onunla yüz yüze konuştu. Onun kendinden emin ve temkinli hâlini görünce ne denli yüksek bir karaktere sahip olduğunu anladı. Demek ki kral insan kalitesinden anlayan, kadirşinas, firasetli biriydi. Hazreti Yusuf’a özel danışmanlık makamı verdi. Bir kimseyi tecrübe edip tanımadan özel danışman olarak tayin etmek normal şartlarda çok makul değildir. Bu, ayrı bir firaset ister. Nitekim kral, Hazreti Yusuf’u (aleyhisselâm) tanıdıkça teklifinin ne kadar yerinde olduğunu, kararında ne derece isabet ettiğini görecektir.
Kralın “Onu yakınıma alıp has adamım yapayım!” diye meal verdiğimiz أَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْسِي ifadesinden, Hazreti Yusuf’u tamamen kendine tahsis ettiğini, ondan sadece kendisiyle istişare etmesini, kendisine fikir vermesini, başkalarıyla görüşmemesini istediğini çıkarmak mümkündür. Çünkü firasetiyle keşfettiği bu kaliteli insanın, saraydaki vezirlerin ya da ülkede ağırlığı olan tapınak yetkililerinin tesirinde kalmasını ya da onların kontrolünde olmasını istememiştir.
Kralın, dışarıdan gelmiş biri olan Hazreti Yusuf’a devletin zirvesinde önemli bir makam vermesi, bize onun karakteri ve idare anlayışı hakkında önemli ipuçları sunar. Demek ki kral öyle biriydi ki ırkçılık yapmıyordu, idareyi oligarşik bir yapıya çevirmek istemiyordu. Yüksek mevkiye gelecek kişiler sadece benim ailemden, sülalemden olsun demiyordu. Etrafında sürekli kendisini dinleyip ona itaat edecek birileri olsun arzusu taşımıyordu. Onun aradığı, güvenilir ve kabiliyetli insanlardı. Aile dışından hatta şehir dışından birinde o güven ve kabiliyeti görünce onu yanına almakta ve ona geniş yetkiler, teminatlar vermekte tereddüt etmiyordu. Ona çok rahatlıkla, “Sen artık buraya aitsin, burada devamlı kalacaksın, yetki ve salahiyetin olacak, sana mâni olunmayacak.” diyebiliyordu. Zira o bu güvenceyi vermeliydi ki, ondan tam verim alabilsin. Görevden alınma ve müdahale edilme endişesi taşıyan biri kendinden beklenen performansı ortaya koyamaz. Bu yüzden onu sürekli ve tam bir yetkiyle özel danışman yapmıştı. Âyetteki مَكِينٌ أَمِينٌ sıfatlarından bu neticeleri çıkarmak mümkündür.
Yirmi birinci âyette geçen مَكَّنَّا “imkân verdik, yerleştirdik” ifadesi de ‘mükne’ kelimesiyle ifade edilen bu özel yetki ve imkânları ifade ediyordu. Orada Allah tarafından müjdesi verilen bu olay, şimdi kralın eliyle fiilî olarak gerçekleşiyordu. Sebepler dairesinde bu mesele kralın eliyle gerçekleşse de hakiki fail sadece Allah olduğundan, araya giren bir âyetten sonra aynı ifade bir kez daha zikredilecektir.