Yusuf sûresi, 12/61-64

قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ أَبَاهُ وَإِنَّا لَفَاعِلُونَ ۝ وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ فِي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَهَۤا إِذَا انْقَلَبُۤوا إِلٰۤى أَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ۝ فَلَمَّا رَجَعُۤوا إِلٰۤى أَبِيهِمْ قَالُوا يَۤا أَبَانَا مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَأَرْسِلْ مَعَنَۤا أَخَانَا نَكْتَلْ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ ۝ قَالَ هَلْ اٰمَنُكُمْ عَلَيْهِ إِلَّا كَمَۤا أَمِنْتُكُمْ عَلٰۤى أَخِيهِ مِنْ قَبْلُ فَاللهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

“Onlar: ‘Bizimle göndermesi için onu babasından isteyeceğiz. (Endişeniz olmasın) Biz bu işin üstesinden geliriz.’ dediler. Yusuf, zahire tartan görevlilerine de dedi ki: ‘Onların, zahire karşılığında verdikleri bedellerini de yüklerinin içine koyun! Böylece belki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varıp yine gelirler.’ Babalarının yanına dönünce: ‘Sevgili babamız, dediler, bize erzak verilmedi! Gelecek sefer, öbür kardeşimizi de bizimle beraber gönder ki onu vesile ederek tahsisatımızı alabilelim. Ayrıca onu gözümüz gibi koruyacağımıza kesin söz veriyoruz!’ Yakup dedi ki: ‘Daha önce onun kardeşini size emanet ettiğim gibi bunu da size inanıp emanet edeyim, öyle mi! (Ben size değil yalnız Allah’a güvenirim). Çünkü Allah, en hayırlı koruyandır ve O, merhametlilerin en merhametlisidir.’”

Kardeşleri, Bünyamin’i Babasından İstiyorlar

Daha önce Hazreti Yusuf’un kardeşleri, onu koruyacaklarını söylerken güç ve kuvvetlerine güveniyor, onunla övünüyor, kendilerini bu özellikleriyle anlatıyorlardı. Aradan yıllar geçmiş ve belli bir yaşa gelmişlerdi ama bu mizaçları değişmemişti. Bünyamin’i almak için de yine aynı taktiklere başvuruyorlardı. Vurgulu ifadelerle ve ısrarla “Biz hepimiz bir grubuz, onu mutlaka koruruz.” diyorlardı. Nitekim babalarını nasıl etkileyeceklerini biliyorlardı. Bu yüzden Mısır’da yaşananları sanki kendilerine hiçbir şey verilmemiş gibi anlattılar. Hâlbuki alacaklarını almışlardı. Sadece Bünyamin’in payını alamamışlardı ya da bir dahaki sefere onu getirmezlerse onun payını alamayacakları kendilerine söylenmişti. İşin bu tarafını söylemeden konuşmaya bu şekilde olumsuz haberle başlamak suretiyle babaları üzerinde psikolojik baskı kurmak ve Bünyamin’i göndermesi için onu ikna etmek istiyorlardı.

Yakup (aleyhisselâm) çocuklarına “Daha önce Yusuf’u size emanet etmiştim, koruyamadınız. Şimdi Bünyamin’i de alıp götürmek istiyorsunuz, size nasıl güvenebilirim?” şeklinde karşılık verdi. Arkasından, “Allah en iyi koruyandır!” diyerek Allah’ın himaye ve yardımına sığındı. Çektiği acılara rağmen çocuklarının bu yeni taleplerini keskin bir tavırla reddetmiyor, onlarla iletişimini devam ettireceği açık bir kapı bırakıyordu. Aslında onlara güvenemiyordu. Fakat o, bir peygamberdi. Meydana gelen olaylardaki esrarengiz yönleri görüyor, bazı şeyleri seziyor, bunların boş, mânâsız olmayacağını biliyordu. Ayrıca çocukları ve torunlarıyla beraber oldukça geniş bir aileye sahipti. Onların rızkını da düşünerek çocuklarına tamamen kapıyı kapatmıyordu. Bünyamin’e izin verecek gibiydi ama teyide de ihtiyaç duyuyordu. Ne var ki güvenmek için yeterli gerekçe bulunmuyordu. Zira bir defa Yusuf’a (aleyhisselâm) yaptıkları hile ile emniyet ve güven kaybına uğramışlardı. İkinci olarak da bu günahlarından pişman olup döndüklerine dair bir emare görünmüyordu. Dolayısıyla güven vaadetmiyorlardı.

Evet, insan bir kere emniyet duygusunu kırınca, muhataplarında güven hissini yok edince, ondan sonra elli türlü argüman oluştursa da insanları inandıramaz. Bu sebeple işin en başında çok sağlam durmalı, insanlar nazarındaki itibar, güven ve krediye toz kondurmamalı, inandırıcılığı korumalıdır. Özellikle toplumda güven ve emniyet adına bir yer edinmesi gerekenler bir tek kelimeyle dahi itibar sarsıntısı yaşarlarsa daha sonra ortaya dünya kadar cevher de dökseler insanları inandıramazlar. Çünkü artık rastgele konuşulup yalana girildiği, yanlış teşhislerde bulunulduğu ve böylelikle yanlış kararlara imza atıldığı düşünülür hâle gelmiştir.

Diğer yandan Yakup (aleyhisselâm), alacağı tedbirlere, yapacağı ikazlara ve çocuklarının verdiği teminata rağmen Allah’a olan itimadını فَاللهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَAllah, en hayırlı koruyandır ve O, merhametlilerin en merhametlisidir.” diyerek vurguluyor. Bununla çocuklarına “Onu siz değil Allah koruyacaktır.” mesajını veriyor. Biz de sebepler planında yapılacakları yaptıktan sonra Allah’a sığınır ve bu duayla O’na olan itimadımızı ilan ederiz. Evet, ne kadar dikkat edersek edelim, canlarımızı mallarımızı ne kadar korumaya alırsak alalım, ne kadar bir işe vekil olursak olalım, teminatlarımız ne kadar kuvvetli olursa olsun, gerekenleri yaptıktan sonra bütün bunları bir kenara koyup فَاللهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ demeli, her zaman O’na sığınmalı ve her zaman tevhid hakikatini soluklamalıyız.

Cenab-ı Hak, hakikatleri olduğu gibi anlamaya muvaffak kılsın. Onları hayata geçirme, realize etme imkânları bahşetsin. Ardından da bütün güzel işleri tamamen Kendisinden bildirsin, kendimizden bilmekten bizi muhafaza buyursun! İnsan okur, bilir, öğrenir, bir şeyler başarır ama önemli olan hak ve hakikatleri olduğu gibi içte duymaktır. Onları yudumlama, mahiyete yerleştirme ve sonra da hep onları mırıldanmaktır. Nice çok bilenler, çok iş yapanlar ve fakat yaptıklarını kendinden bilenler geldi geçti. Hepsinin yaptıkları ortada. Meseleyi Allah’a bağlamayınca her şey güdükleşiyor, bereketi gidiyor ve nihayet bir yerde bitiveriyor. Allah böylesi bir hüsrandan bizleri muhafaza eylesin.

Âmin.

-+=
Scroll to Top