Yusuf sûresi, 12/7
لَقَدْ كَانَ فِي يُوسُفَ وَإِخْوَتِهِ اٰيَاتٌ لِلسَّائِلِينَ
“Gerçekten Yusuf ile kardeşlerinin kıssasında sorup öğrenmek isteyenlere nice ibretler vardır.”
Sûreye giriş mahiyetindeki ilk fasıldan sonra burada Hazreti Yusuf kıssasına başlanıyor. Âyette, Hazreti Yusuf ve kardeşlerinin yaşadığı hâdiselerin, içinde pek çok ibret barındırdığı söylenirken, sonu لِلسَّائِلِينَ ile bağlanıyor. Bu ifade, ‘isteyenler için’ veya ‘soranlar için’ mânâsına gelir. Birincisini dikkate aldığımızda âyet şu anlamı taşır: İnsanın aklı ve kalbi neyi istiyor ve arzu ediyorsa ona göre bu kıssada âyetler, deliller ve alınacak ibretler vardır. Özelde bu sûre, genelde de bütün Kur’ân ihtiyaç hissiyle, bir şeyler bulacağı düşüncesiyle, isteyerek, arayarak, sorarak okunmalıdır ki ondan hakkıyla istifade edilsin. Kur’ân’daki ibret, delil ve sırlar onu ancak böyle okuyanlara açılır.
İkinci mânâya göre düşündüğümüzde ise bu, sûrenin sebeb-i nüzulüne dair yapılan rivayetlerden birine de uygun düşer. Daha önce zikrettiğimiz ilgili rivayete göre, sahabe efendilerimiz, o âna kadar inmiş olan âyetlerdeki ikaz ve mükellefiyetler karşısında âdeta canları gırtlaklarına gelmiş ve “Biraz farklı, rahatlatıcı, teselli edici bir şey yok mu?” diye sormuşlardı da bu sûre inmişti. Fakir, her ne kadar sûrenin sebeb-i nüzulüne dair bu görüşü isabetli bulmasam da, kaynaklarda bu rivayetin yer almasına ve tefsircilerin bu rivayeti nakletmesine binaen, âyetteki “sorup talep edenler için” ifadesinin bu rivayetle açıklanmasına da itiraz etmem.
Bu rivayete göre, Efendimiz’e gelip soru soranlardan kastedilen öncelikle sahabe efendilerimizdir. Başkaları da sorular sormuşlardır. Mesela Beyhakî’deki bir rivayete göre Medine’deki Yahudiler Efendimiz’e gelip Yusuf kıssasını nereden öğrendiğini sormuşlar, Allah Resulü de Allah’ın öğrettiğini söylemiştir.48
Allah Resulü, Yusuf sûresini okuyunca bu, Yahudilere o zamana kadar duydukları ve okudukları kıssadan çok farklı gelmişti. Zira anlatılanlar Eski Ahit’teki gibi değildi. Kıssaya çok farklı bir eda hâkimdi. Yahudiler bunu fark ettikleri hâlde yine de inat ettiler ve inanmadılar. Aslında tam da teslim olacakları noktaya geliyor ama yine de kabul etmemekte ısrar ediyorlardı. Hâlbuki onların bakış açısıyla düşündüğümüzde, Efendimiz onlara çok hakperestçe, hakikatperestçe davranıyordu. Yahudiler O’nun peygamberliğini kabul etmemelerine rağmen O, onların peygamberlerinden bahsediyordu. Yani onlara karşı bir garazı yoktu. O bir peygamberdi. Fakat onlar bunu anlamak istemiyorlardı. Anlamak istemedikleri için de Kur’ân’ın verdiği dersi almıyor, onun mesajından istifade edemiyorlardı. Hâlbuki Kur’ân, az önce de geçtiği üzere, ihtiyaç tezkeresiyle, insaflı olarak, anlamak ve ibret almak için ona yönelenlere sırlarını açıyordu.
Hazreti Yusuf kıssasına sadece bir kıssa nazarıyla değil örnek bir hayatın anlatımı olarak bakıldığında, onda hemen herkesin kendisine ait bir şeyler bulacağı sahnelerin olduğu görülecektir. Her sahnede imana dair, insana dair ayrı bir hakikat işlenmekte, bütün hâdiseler hep bir maksadın etrafında cereyan etmektedir. Sûredeki olaylara yukarıdan geniş bir nazarla bakabilsek, olan biten hâdiselerin hikmetlerini merak edip üzerinde düşünsek kim bilir bize daha ne dersler verecektir. Merak etmeyince, sormayınca, araştırma aşkı ve öğrenme şevkiyle konunun üzerine gitmeyince bunlar ortaya çıkmaz. Bu açıdan, kıssaya, isteyip soranlar için ibret, işaret, delil ve derslerin olduğu vurgusuyla başlanması dikkat çekicidir.
48 Bkz.: el-Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, 6/276.