Yusuf sûresi, 12/77
قَالُۤوا إِنْ يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ أَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُ فَأَسَرَّهَا يُوسُفُ فِي نَفْسِهِ وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ قَالَ أَنْتُمْ شَرٌّ مَكَانًا وَاللهُ أَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ
“Onlar: ‘Eğer çalmışsa zaten daha önce onun kardeşi de çalmıştı.’ dediler. Yusuf bu sözden duyduğu üzüntüyü içine attı ve onlara belli etmedi. İçinden de dedi ki: ‘Asıl kötü durumda olan sizsiniz. İleri sürdüğünüz iddiaların hakikatini Allah pek iyi biliyor ya, o yeter!’”
Kardeşlerdeki Suçlama Psikolojisi
Su kabı Bünyamin’in yükünden çıkınca, kardeşleri o esnada suçluluk psikolojisinden kurtulma refleksiyle hemen Bünyamin’i ve onun öz kardeşi Yusuf’u suçluyorlar. Bu, onların geçmişten beri getirdikleri hasedin neticesidir. Zira onların kardeşlik ilişkilerinde aynı anneden olma meselesi çok etkiliydi. Bünyamin’i suçlamalarının bir diğer sebebi, o anda ortaya çıkan manzaradır. Hazreti Yusuf’u suçlamalarının özel bir sebebi ise, –bazı kaynaklara göre– onun geçmişte yaşamış olduğu şu hâdisedir:
Rivayete göre küçükken Hazreti Yusuf’u çok seven ve çocuğu olmayan bir halası vardır. Bu sebeple annesi öldükten sonra Yusuf’un bir müddet kendi evinde kalması için Hazreti Yakup’tan izin almaya çalışır. Fakat Hazreti Yakup, Yusuf’a bir zarar gelebileceği endişesiyle buna pek taraftar olmaz. Nihayet bir gün Hazreti Yakub’un gönlünü eden halası Yusuf’u alıp evine götürür. İzin aldığı süre bitince de geri getirir. Aradan çok geçmeden de babası Hazreti İshak’tan kalan kuşağın çalındığı iddiasıyla Hazreti Yakub’un yanına gelir. Kuşağı Hazreti Yusuf’un aldığını iddia eder. Aramada kuşağı Yusuf’un beline sarılmış vaziyette bulurlar. Hazreti Yusuf’un kardeşlerinin de söylediği gibi, o zamanki kanunlara göre çalıntı mal kimin üzerinde çıkmışsa o, hak iddiasında bulunan kişinin hizmetçisi oluyordu. Bu olay neticesinde Hazreti Yusuf, bir müddet halasının evinde kalır. Fakat bu, tamamen halasının planladığı bir şeydir.
Kardeşlerin “Zaten daha önce kardeşi de çalmıştı.” ifadeleri, muhtemelen yıllar önceki bu olaya bir göndermedir. Bu söz, onların içindeki haset duygusunun hâlâ canlı olduğunu gösteriyor. Aradan geçen uzun zamana rağmen içlerindeki o güçlü duygu azalmamıştır. Bugün de çağrışımlara dayalı yapılan bir kısım suçlamalara rastlıyoruz. Hiç alâkası olmayan iki şey arasında, sırf zahiri benzerlikten, bir kısım çağrışımlardan dolayı irtibat ve iltisak kuruyor ve olmadık zulümler işliyorlar. Aynı memleketten olma, aynı soy ismi taşıma, aynı aileye mensup olma gibi hukukta ve ahlakta asla yeri olmayan irtibatlar kuruyorlar. Masum insanları suçluyor, o da yetmezmiş gibi, suçun şahsiliği prensibine aldırmaksızın sağda solda suçlu arıyorlar. Aslında özelde bu sûre, genelde de bütünüyle Kur’ân-ı Hakîm, günümüzdeki hâdiseler nazara alınarak okunsa, insanlık tarihinde değişen çok bir şeyin olmadığı rahatlıkla görülecektir. Evet Hazreti Yusuf, Bünyamin ve kardeşleri arasında geçenler aynıyla olmasa bile misliyle bugün de yaşanmaya devam etmektedir.
Yusuf (aleyhisselâm) onların bu haset dolu suçlamalarına karşılık içinden “Asıl kötü durumda olan sizlersiniz!” diye geçiriyor fakat bu düşüncesini dışa vurmuyor. Çünkü açıktan söylemesi, hatta mimikleriyle de olsa bu duygusunu belli etmesi uygun olmazdı. Kendine yakışanı yapıyor ve kardeşlerinde bir tepki ve cepheleşme oluşturmuyor. Kelâm-ı nefsî dediğimiz bu tür iç konuşmalardan dolayı insan sorumlu olmaz, hesaba çekilmez. İçinden geçirip duygusunu dışa yansıtmaması, o anda hırsızlıkla itham edildiği hâlde bir tepki vermemesi Hazreti Yusuf’taki (aleyhisselâm) hazm-ı nefsi ve olgunluğu gösteriyor. Yani olumsuz bir davranışa karşı içindeki duygularını ortaya koyarak daha ciddi olumsuzluklara sebebiyet vermiyor. Duygusunu davranışına yansıtıp onlara soğuk ve suçlayıcı davransaydı, kardeşleri suçluluk psikolojisiyle uzaklaşıp giderlerdi. Hatta dalalet ve küfre düşme riskleri bile söz konusu olabilirdi. Çünkü o günkü ortam buna müsaitti. Hâlbuki tevbe kapısı her zaman açıktır. Bir peygamber, insanları tevbe kapısından uzaklaştırmaz. Bilakis onları her fırsatta o kapıya yönlendirmeye çalışır.
Aynı tedbirli ve olgun duruşu Hazreti Yakup’ta da görüyoruz. O da çocuklarının yıllar önce yaptıkları kötü plandan çektiği ve yıllarca Yusuf’una hasret yaşadığı hâlde çocuklarına cephe almadı, sürekli onları suçlayıp durmadı, onları tamamen yalnız bırakmadı ve onlarla ilgisini belli bir seviyede devam ettirdi. İki peygamber de bunu konum ve karakterlerinin gereği olarak yapıyordu fakat bir taraftan da onların bir gün pişman olup tevbe edeceklerini, sonrasında yararlı işler yapacaklarını ümit ediyorlardı. Çünkü ne de olsa peygamber hanesinde yetişmişlerdi ve diğer insanlara göre daha avantajlı bir konumda bulunuyorlardı. Dolayısıyla gelecekte görecekleri misyon hatırına onlara katlanmak, olumsuz tavırlarını hazm-ı nefs ile karşılamak gerekiyordu.
Hazm-ı nefs etmek, yani olumsuz söz ve davranışları olgunlukla karşılamak, sevilmeyen tavırlara aynısıyla karşılık vermemek oldukça zor bir iştir. Bu, insanda ciddi bir karakterin oturmuş olmasına bağlıdır. Bu zorluğundan dolayıdır ki Allah nazarında böyle bir duruşun çok büyük kıymeti vardır. Allah olgun davrananların, kötülükleri iyilikle savmaya çalışanların bu yönlerine kıymet üstü kıymet bahşeder. Ötede bu kıymetleri büyük mükâfatlarla ödüllendirir. Öyleyse insanların olumsuz davranışlarına maruz kalınca, işin hem dünyevî hem de uhrevî yönünü hesap ederek olgunlukla karşılık vermek gerekir. Böylece hem muhataplar uzaklaştırılmamış, soğutulmamış hem de Allah’ın sevdiği, razı olduğu bir özellik ortaya konarak ahirete yatırım yapılmış olur. Hazreti Yakup, evlatlarının, Hazreti Yusuf da kardeşlerinin ahiretini düşünerek, onlar adına bu yatırımı yapıyorlardı.
Hazreti Yusuf’un kardeşleriyle alâkalı şu hususu da göz önünde bulundurmak gerekir: Daha önce de izah ettiğimiz üzere, Yusuf’u (aleyhisselâm) öldürme ya da kuyuya atma planları yaptıklarında muhtemelen hepsi aynı fikirde değildi. Bazı rivayetlerde en büyükleri olduğu ifade edilen kardeşin, öldürme planına itiraz edip kuyuya atma fikrini verdiğini Kur’ân’dan öğreniyoruz.139 Onun dışında da insaflı olan vardı mutlaka. Fakat onlar da cerbeze yapan, kafaları karıştıran, akılları çelen birkaç çığırtkanın tesirinde kalarak seslerini çıkaramamış, fikirlerini açıklayamamış olabilirler. Onlar öyle çığırtkanlardı ki babalarını bile açıktan suçlayabiliyorlardı. Dolayısıyla, Kur’ân’ın da verdiği bir kısım ipuçlarına binaen, kardeşlerin hepsini aynı kefeye koymamak gerekir. Ama aynı zamanda şu gerçeği de görmek icap eder: Demek ki hakkın, hakikatin, doğrunun farkında olanlar, onları tasdik edenler, yapılan kara propagandanın tesirinde kalarak sessiz kalabiliyorlar. Haklı oldukları hâlde ezilen, dışlanan, haksız yere suçlanan insanların yanında duramıyorlar. Canlarının, konumlarının, aile fertlerinin tehlikeye maruz kalmasından korkarak mazluma destek olma cesareti gösteremiyorlar. Ne var ki, haksızlık karşısında sessiz durmanın da kendine göre bir vebali vardır. Allah Resulü’nün beyanlarına göre, kötülüklere karşı el ve dil ile mücadele etmek gerekir. Bunlara gücü yetmeyen, en azından kalbiyle buğz etmelidir. Bu da imanın en zayıf derecesidir.140 İmkânı olduğu hâlde eliyle diliyle kötülüklere karşı koymayanlar mesul olurlar.
139 Bkz.: Yusuf sûresi, 12/10.
140 Müslim, îmân 78; Tirmizî, fiten 11; Ebû Dâvûd, salât 239.