Yusuf sûresi, 12/87
يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَأَخِيهِ وَلَا تَيْئَسُوا مِنْ رَوْحِ اللهِ إِنَّهُ لَا يَيْئَسُ مِنْ رَوْحِ اللهِ إِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ
“Evlatlarım, haydi gidin, var gücünüzle Yusuf ve kardeşini araştırın. Allah’ın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyin. Zira kâfirler güruhu dışında hiç kimse Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez!”
Hazreti Yakub’un Firaset ve Ümidi
Firaset kaynaklı sezgileriyle beklemeyi sürdüren ve bildiği bir kısım şeyler olduğunu söyleyen Yakup (aleyhisselâm), sadece ızdırabı içine gömerek yutkunup durmuyor, aynı zamanda çözüm adına yeni stratejiler üretiyordu. Çocuklarını suçlamıyor, suçluluk psikolojisi içine itmiyor, onları yapacakları işe yönlendiriyordu. Başta yumuşak bir üslupla “Siz benim bildiklerimi bilmezsiniz, o yüzden en iyisi siz gidin, dikkatli bir şekilde etrafa kulak kesilin, gözlerinizi açın ve Yusuf ile Bünyamin’i araştırın, tahassüs edin.” diyor. Âdeta bir casus gibi karinelerden iz sürerek bilgi toplamalarını ve iki oğlu hakkında katî kanaat sahibi olmalarını istiyordu. Bilinmeyen bir şeyin tetkik edilmesine tecessüs denir. Fakat burada tahassüs kelimesi kullanılıyor. Tahassüs de bir aramadır. Fakat o sıradan bir arama değil, fevkalade gayretle âdeta bir dedektif edasıyla araştırma yapmaktır. Aynı zamanda onun içinde hisler de vardır. Dolayısıyla Yakup (aleyhisselâm), “Ararken, kardeşlik hislerinizi de işin içine katarak, o hissi derinlemesine kullanarak arayın. Hiç bilmediğiniz birini arar gibi değil, yakından bilip tanıdığınız o kardeşlerinizi arayın.” demek istiyordu.
Sonra da Allah’ın ravhından ümidinizi kesmeyin diye tembihliyor. Ravh, insana inşirah ve huzur veren esintiye denir. Bu kelimeyi biz revh u reyhan şeklinde de kullanırız. Bir de rîh vardır ki, ravh ile aynı kökten gelse de daha ziyade kötü ve olumsuz sonuçları olan rüzgâr için kullanılır. Mesela Kur’ân’da رِيح صَرْصَر “azgın rüzgar/kasırga” ifadesi birkaç yerde geçer.148 Bu yüzden Allah’ın rahmeti mânâsına rîhullah değil de ravhullah ifadesi kullanılır.
Bu âyet-i kerimeyi biz de pek çok zaman sohbet ve vaazlarımıza konu ediniriz. Hep “Cenab-ı Hakk’ın ravh u reyhanından, size olan teveccühünden, iltifatından, vekaletinden ümidinizi sakın kesmeyin.” deriz. Zira Allah’tan ümit kesmek küfür sayılır. Evet, insan kendini detaylı bir muhasebeye tabi tuttuğunda ümidi kırılabilir. Gözünün kulağının, dilinin dudağının, elinin ayağının işlediği günahları tek tek ele alsa, baktığı, işittiği, düşündüğü, tuttuğu, yöneldiği haramları hesap etse kendisi hakkında ümidi kalmayabilir. Fakat her şeye rağmen Allah’ın rahmetinden ümit kesmemek gerekir. Çünkü O’nun af ve merhameti, her şeyi aşkındır, bütün günahları içinde eritecek kadar engindir.
Ümit, işlenen günahlardan sıyrılmaya da vesile olur. O, iyi şeyleri araştırma, güzel işler yapma, doğru yolda azim ve kararlılıkla yürüme konusunda önemli bir güç kaynağı ve büyük bir dinamiktir. Öyleyse insanlara hitap etme konumunda olanlar daima ümit soluklamalı, ümit yazmalı, ümit konuşmalı, hep ümitten bahsetmeli, çevresine ümit aşılamalı, onların geleceğe ümitle bakmalarını sağlamalıdırlar. Çünkü insanın maddî manevî duyguları ümitle dirilir. İnsanlar ümitle ayağa kalkıp harekete geçer, ümitle canlanır, ümitle hak ve hakikati anlatmaya çalışırlar. Etraflarına duygu ve düşüncelerini ümitle yayarlar. Bununla insanların ışığa uyanmasına, hakkı bulmasına vesile olurlar. Nitekim Allah Resulü, ümit verici bir beyanında, bir insanın hak ve hakikate uyanmasına, doğruyu bulmasına vesile olmanın dünyadaki her şeyden daha değerli olduğunu söyler.149
Ümit, içten yapılan bir dua; ümit edilen şey de kalpteki bir niyet gibidir. Allah bu dua ve niyeti alıp kabul eder ve onu bereketlendirir. O yüzden duada olduğu gibi ümidi de umumileştirmek gerekir. Ümitler artıp yayıldıkça dua gibi kabule karîn hâle gelir. Hele bir de bunlar yazıyla, sesle, görüntüyle kayda geçerse daimi bir dua olur. Öyleyse hep ümitle oturup kalkmalı ve bir an olsun Allah’ın rahmetinden, affından, yardımından ümit kesmemeli. Allah’tan ümit kesenler, Allah’a inanmayanlardır. Bu söz, şu mânâya gelir: Ümitsizlik bir kâfir sıfatıdır. Mümin, ümitsiz olmaz. Çünkü o, kudreti ve rahmeti sonsuz Yüce Allah’a inanır, dayanır ve tevekkül eder. Âyette iki defa kullanılan ‘ravhullah’ ifadesi bize işte bu mânâları çağrıştırır.
Görüldüğü gibi kıssa, alınacak ibretlerle, derslerle dolu. Sadece insanın dinleyip rahatlayacağı mutlu sonla biten bir hayat hikâyesinden ibaret değil. Onda hayatın her alanına hitap eden bir zenginlik var. Aslında Kur’ân’ın her âyet ve sûresi böyledir. Öyleyse bir mümin, Kur’ân’ın her âyetini kendisine inmiş gibi okumalı, bunlardan ibret ve ders almaya, istifade etmeye ve bunlarla istikamet kazanmaya çalışmalıdır. Her âyetin içinde kendini görmeye, onu bütün derinlikleriyle kavramaya gayret etmelidir. Hatta müşrik, kafir ve münafıklardan bahsedilen yerlerde bile kendine bir ders, bir tembih aramalıdır. Bu da ancak Kur’ân’ın her bir âyetini doğrudan kendine inmiş gibi ve ona gönlünü açık tutarak okumakla mümkündür.
Bugüne kadar derin ve dikkatli bir nazarla Kur’ân’a bakan, bir dalgıç gibi onun derinliklerine dalan nice müfessirler gelip geçmiş ve nice kıymetli eserler ve görüşler ortaya koymuşlardır. Bu zatların son örneklerinden biri olan Bediüzzaman Hazretlerinin Kur’ân’dan nasıl istifade ettiği, ondan neler çıkardığı, ne düsturlar elde ettiği meydandadır. Fakat bütün bu kıymetli eserlerle ve devasa çalışmalarla Kur’ân hazinesi yine de tamamen ortaya konmuş değildir. Geçmiş asırda o günün ilham ve verileriyle ondan elde edilenler edildi. Fakat bulunduğumuz asırda ona yeniden yönelenler olacak ve daha ne tefsirler yazılacaktır. Kendine inmiş gibi okumaya muvaffak olabilenler kim bilir ondan daha ne cevherler çıkacaklardır.
Her çağın kendine ait bir dili ve anlayışı vardır. Kur’ân-ı Azîmüşşan ise bütün çağlara konuşan bir kitaptır. Üstadın yaklaşımıyla Kur’ân’ın her bir asra bakan yüzü vardır.150 Geçmişteki her bir asrın insanı kendi dili ve anlayışıyla onu anlamaya çalışmıştır. Günümüzün insanı da ona kendi diliyle yaklaşacak ve onu kendi zamanına göre anlamaya çalışacaktır. “Selef, anlaşılacak şeyleri anlamış, bize bir şey bırakmamış.” diye düşünmek ancak ufuksuzluk, uyuşukluk, düşünce tembelliği, gayretsizlik, gelişmeye ve yenilenmeye kapalı olmanın ifadesi olabilir. Onlardan Allah razı olsun, onlar Kur’ân’dan anlaşılacak mânâları o günün şartlarına göre anlamış, bugünü aydınlatan yorumlar dahi yapmışlardır. Ancak bugün “Bu yüce kitaptan daha neler anlayabiliriz?” diye düşünmek elzemdir. Evet, bugün zamanın ihtiyaçlarına göre Kur’ân’ı yeniden anlayacak himmet ve gayret ehline ne kadar da çok ihtiyaç var. Kur’ân, onun hakkında konuşurken, sanki geçmişteki kavimlere inen bir kitapmış gibi hep mazi sigasıyla konuşup düşünen değil, onun günümüze dair ne dediğini anlayabilecek, geniş zamanlı düşünen cins dimağları bekliyor.
148 Hâkka sûresi, 69/6; Fussilet sûresi, 41/16; Kamer sûresi, 54/19.
149 Buhârî, cuma 29; cihad 102, 143; fezâilu’s-sahabe 9; meğâzî 38; libâs 38; et’ime 1; Müslim, fezâilü’l-Kur’ân 32, 34.
150 Bkz.: Bediüzzaman, Sözler, s. 821 (Konferans).