Yusuf sûresi, 12/88

فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَيْهِ قَالُوا يَۤا أَيُّهَا الْعَزِيزُ مَسَّنَا وَأَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُزْجَاةٍ فَأَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَۤا إِنَّ اللهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّقِينَ

“Onlar Mısır’a varıp Yusuf’un huzuruna girerek ‘Aziz vezir!’ dediler, ‘Kıtlıktan dolayı biz ve ailemiz darlığa düştük. Bu sefer değeri düşük çok az bir sermayeyle geldik. Bize tahsisatımızı tam ölçek verseniz; üstüne biraz da sadakanız olsun! Şüphesiz ki Allah tasadduk edenlerin karşılığını fazlasıyla verir.’”

Hazreti Yusuf’un Kardeşleri Üçüncü Kez Mısır’da

Babalarının talimatı üzerine Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm) kardeşleri gelip onun huzuruna çıktılar. O kadar perişan durumdaydılar ki itizarda bulunacak, özür beyan edecek hâle gelmişlerdi. “Ey Aziz!” diye hitap ederek konuşmaya başladılar. Aziz, kelime anlamı itibariyle “yegâne galip, yüce, üstün” demektir. Hazreti Yusuf’u tanımadıkları hâlde böyle diyorlardı. Demek ki onun herkese kucak açması, fevkalade yardımsever olması onlarda böyle bir hitap ihtiyacı doğurdu. Ayrıca o dönemde, melik neredeyse unutulmuş, artık Hazreti Yusuf konuşulur olmuştu. Çünkü icranın başında bizzat o vardı. Planları o yapıyor, o uyguluyor, denetimi de kendisi yapıyor ve yaptırıyordu. Âdeta tek güç hâline gelmişti. Fakat bütün gücünü, konumunu şahsı için değil, tevhid inancının duyulması, hak ve adalet düşüncesinin gerçekleşmesi ve refahın yayılması yolunda kullanıyordu. Bu yüzden de bir aziz olarak biliniyor ve kendisine aziz diye hitap ediliyordu.

Kardeşleri, aziz olan Hazreti Yusuf’a kayda değer olmayan bir sermayeyle geldiklerini söylediler. İfadelerinde kullandıkları müzcât kelimesi, “kaldırılıp atılacak, değersiz şey” demektir. Böyle bir şeyle gelmişlerdi ancak Hazreti Yusuf’tan bekledikleri civanmertlikti, keremdi. Gönlünden geldiği şekliyle bol bol vermesini, üstüne bir de tasaddukta bulunmasını istediler. Sonra da Allah’a olan iman ve itimatlarını ortaya koyarak “Allah, tasaddukta bulunan, bol bol verenleri mükâfatlandırır.” dediler. Nitekim sadaka, sadakatin ifadesidir. Hazreti Yusuf’un bir sıfatı da sadakatte çok ileri anlamında “sıddîk”tir.

O anda yaşanan manzara aslında bir insanın dünyadaki amelleriyle ebedi cennet arasındaki bağlantıyı hatırlatan bir prova gibiydi. İnsanın, cennet gibi ebedi bir saadet yurdunu kazanmak isterken ortaya koyduğu sermaye de aslında bir ‘bidâatün müzcât’tan, yani kayda değmeyen, pazarda piyasada geçerli olmayan, hele ebedi cennete hiçbir şekilde karşılık olamayacak bir şeyden ibarettir.

Biz kendimizi tamamen Allah’a vererek O’nun yolunda ölesiye bir performans ortaya koysak da yapmaya çalıştıklarımız hep bir ‘bidâatün müzcât’ olarak kalacaktır. Fakat buna rağmen bizi ahirette azizlerden aziz bir Kerem Sultanı karşılayacaktır. Ona sunacağımız sermaye minicik bir şey olacaktır ama bu sermayenin karşılığında O (celle celâluhu) bize ebedi cennet nimetlerini lütuf buyuracaktır. Daha da fazlasını istediğimizde rü’yetini ihsan edecek ve bize Kendini gösterecektir. Daha yok mu dediğimizde ise “Ben sizden razı oldum.” deyip rızasını bahşedecektir. Evet O, kulunun o değersiz sermayesine göre değil, Kendi izzet ve keremine yakışır şekilde muamelede bulunacaktır.

-+=
Scroll to Top