Yusuf sûresi, 12/92

قَالَ لَا تَثْرِيبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ يَغْفِرُ اللهُ لَكُمْ وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

“Yusuf şöyle cevap verdi: ‘Bugün sizin için hiçbir kınama yok! Allah sizi affeder. Zira O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.’”

‘Size Bugün Kınama Yok!’

Kerim oğlu kerim Yusuf (aleyhisselâm), karşısında şaşırmış, mahcup olmuş vaziyette duran kardeşlerine kerimane cevap veriyor: “Bugün size hiçbir şekilde kınama yok!” diyor. Kur’ân’ın beyan gücünü nazara alarak değerlendirdiğimizde, sadece “Kınama yok!” demiyor, bir şeyin bütün türlerini nefyeden ‘lâ edatını kullanarak kınamanın her türlüsünü reddediyor, geçersiz kılıyor. Yani “Bugün hatalarınız yüzünüze vurulmayacağı gibi kınamanın en küçüğüne bile maruz kalmayacaksınız.” diyor. Bununla da kalmıyor, daha o andan itibaren sözlerini seçerek konuşuyor. يَغْفِرُ اللهُ لَكُمْ “Allah sizi affeder.” diyerek Allah’ın onları affedeceğini, kendinden emin bir tarzda ifade ediyor. “Mağfiret buyuracaktır.” şeklinde sadece geleceğe dair bir temennide bulunmuyor. Belki o anda böyle bir ifade bile onları incitirdi. O yüzden hâli de geleceği de içine alan geniş zamanlı bir ifade kipi kullanıyor. Ayrıca “Hakkımı helal ettim.” bile demiyor. Çünkü bu da onları, bir hakkı ihlal ettikleri düşüncesine sokar ve rahatsız ederdi. Hazreti Yusuf o kadarlık bir rahatsızlığı bile onlara yaşatmıyor. Ardından Allah’ın merhametini hatırlatarak onların içinde ayrı bir inşiraha vesile oluyor.

Demek ki Yusuf (aleyhisselâm), kardeşlerinde bir pişmanlık eseri arıyordu ki o anda aradığını bulmuştu. Pişmanlıklarını görünce bunu bir fırsat olarak değerlendiriyor ve onları Allah’ın af ve merhametine emanet ediyor. Bir diğer açıdan, kardeşlerinin “Allah seni bize tercih etti, üstün kıldı.” itiraflarına, Hazreti Yusuf çok civanmertçe karşılık veriyor ve “Bugün size hiçbir kınama yok!” diyor. Öyle bir pişmanlık ve itirafa böyle bir mukabelede bulunuyor. Peygamberler (alâ nebbiyyina ve aleyhimüsselâm) Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmış zatlardır. Hazreti Yusuf’taki bu engin müsamaha elbette Allah’ın bütün varlığa gösterdiği sonsuz merhamet ve affının bir yansımasıydı. Allah, pişmanlık yaşayıp günahlarını itiraf eden kulunun yönelişini karşılıksız bırakmadığı gibi, Hazreti Yusuf da pişmanlık yaşayan kardeşlerini affetmiş ve onlara yeni bir başlangıcın yolunu göstermişti. Tıpkı peygamber atalarında olduğu gibi Hazreti Yusuf’ta da görünen bu civanmertlik, keramet ve mürüvveti Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şu şekilde yâd etmiştir: اَلْكَرِيمُ ابْنُ الْكَرِيمِ ابْنِ الْكَرِيمِ ابْنِ الْكَرِيمِ يُوسُفُ بنُ يَعْقُوبَ بنِ إِسْحَاقَ بْنِ إِبْرَاهِيمَ عَلَيْهِمُ السَّلَامُ “Kerim oğlu kerim oğlu kerim oğlu kerim; Yusuf İbn Yakup İbn İshak İbn İbrahim’dir (aleyhimüsselâm).”155

Hazreti Yusuf, kardeşlerini affettiğine göre demek ki onların işledikleri günah, affedilmeyecek bir şey değildi. Bu açıdan müminlerin de onlara karşı içlerinde olumsuz duygular beslememesi gerekir. Hem bu günahı işlediklerinde belki pek çoğu daha çocuk yaştaydı. Belki büluğa erenler de vardı ancak henüz bu işin ne büyük bir zulüm ve günah olduğunu idrak edecek durumda değillerdi. Bu tür mülahazalarla onların yaptıklarını zihinlerde tolere etmek gerekir. Aksi takdirde Hazreti Yakup gibi mübarek bir peygamberin evine ve aile efradına karşı akıllarda olumsuz bir düşünce oluşur. Bu da o peygambere karşı gösterilmesi gereken saygının ihlal edilmesine sebep olur. Bununla beraber meseleyi insana ait bir problem olarak görmekte fayda var. Evet, dünya problemi insanla tanıdı. İnsan, realiteler çerçevesinde ele alınıp terbiye edilmedikçe de bu problem çözülmez.

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) de Mekke’ye girdiğinde kendisine karşı yirmi yıl mücadele etmiş, onunla savaşmış olan Mekkelilere, Yusuf (aleyhisselâm) gibi hitap etmişti. “Gidin, hepiniz hürsünüz.” buyurmuştu. Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm) muhatapları olan kardeşleri, müminlerdi; Allah’a ve ahirete inanıyorlardı. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) muhatapları ise henüz Müslüman değillerdi. Bu açıdan Efendimiz’in yaptığı civanmertlik daha büyük görülebilir ve bu cihan sulhü adına önemli bir mesaj ifade eder.

Her devirde olduğu gibi günümüzde de benzer durumlar yaşanıyor. Şimdi de haksız hukuksuz şekilde işlerinden, eşlerinden, evlatlarından, yerlerinden yurtlarından, mallarından makamlarından mahrum bırakılmış, çeşitli zulümlere maruz kalmış insanlar var. Öyle zannediyorum ki bunlar, o zulmedenlerle veya zulme ortak olanlarla karşılaştıkları zaman Efendimiz’den ve Hazreti Yusuf’tan farklı davranmayacaklardır. Elbette meselenin hukukullaha bakan veya toplumun genelini ya da bir kısmını ilgilendiren yönleriyle ilgili konuşmak doğru olmayabilir. Zira orada Allah ve kul hakkı vardır. Hiç kimse de bir başkasının hakları konusunda karar veremez.

Fakat şahsi haklar için affedici olmak, her zaman için tavsiye edilen ahlakî bir tutumdur. Gönülleri inşa etmeye azmetmiş gönül erleri, kendi şahsi haklarıyla alâkalı civanmertçe davranacak ve hep edep çerçevesinde mukabelede bulunacaklardır. İsteyen, kendi şahsi hakları için de mahkemeye başvurabilir, hukuka taalluk eden meselelerde hukuk çerçevesinde hakkını arayabilir. Fakat hem bu haklarında hem de kanunların sahasına girmeyen mevzularda affedici olmaları, onların düşünce çizgilerine daha çok yakışır. Öyle zannediyorum ki iç içe gailelerin yaşandığı şu dönemde, onlar daha fazla ayrılığa ve kutuplaşmalara sebebiyet verenlerden olmayacaklardır. Kendilerine rağmen de olsa meseleleri hazmedeceklerdir. Hatta o zulmedenler, Hazreti Yusuf’un kardeşleri gibi, “Allah sizi bize üstün kıldı, biz hata ettik.” demeyebilir ya da diyemeyebilirler. Diyemeyenlere karşı nazar-ı müsamaha ile bakılmalı, diyebilenlerle karşılaşınca, onlara kulak vermeli ve neticede hepsine birden “Bugün size kınama yoktur. Allah affeder.” diyebilmelidir.

Bilindiği gibi yakın geçmişte de kaç defa masumlara saldırdılar, hukuku hiçe saydılar, diş gösterdiler. Sonra da bazıları özür dilediler, özür mektupları gönderdiler, “Hakkınızı helal edin.” dediler. Onlar “Hakkınızı helal edin.” desinler, siz de “Helal ettik.” deyin. Siz de kurtulun onlar, da kurtulsunlar. Böylesi daha iyi değil mi! Bir de “Hakkınızı helal edin.” demeyenler var. Acınacak bir durumda, veballeriyle Allah’ın huzuruna gidecekler. Fakat orada bile affedici olmalı. “Veren el, alan elden üstündür.”156 hadisince, veren el olmalı, alan el olmamalı. Hep veren olmalı, alma peşinde koşmamalı. Enerjiyi almaya sarf etmemeli. Siz almadan gidin. Elinize ne geçerse verin. Şahsî onurunuz, gururunuz, malî imkânlarınız, fonksiyonunuz ve misyonunuz adına hep verici olma yollarını kullanın. Onlar kendi karakterlerine, siz de kendi karakterinize göre davranmış olursunuz. Beklentiye girerseniz, kırılmalar, gönül koymalar olur. İsteyeceğinizi Allah’tan isteyin. Allah’tan isteyenler hiç mahrum kalmamışlardır. Yusufîlik, aynı zamanda sofîlik demektir. Yusufîlik de sofîlik de engin dervişlik ruhunu ifade eder.

Vakıa, gerçekler ortaya çıkmaya başladığında ve kaybedilen hakları hukukî yollarla geri alma imkânı doğduğunda, elbette herkesin hukuk çerçevesinde kendi hakkını alması, araması tabiî bir haktır. Bu konuda usulünce mücadele verilebilir. Fakat böyle bir mücadelede bile intikam ve nefret hisleriyle hareket etmemek gerekir. Aksi takdirde hak ararken haksızlığa düşülebilir, adaleti ikame edelim derken ayrı bir adaletsizlik yaşanabilir. Bu açıdan, hak ve adalet arayışında hukukun kurallarına göre hareket etmenin yanında kalbi selim, saf ve duru tutmak da çok önemlidir. Hukukun sahasına girmeyen incinme, dargınlık, küskünlük gibi konularda ise affedici olmak daha isabetlidir. Kaldı ki Kur’ân, alınabilecek hakların söz konusu olduğu yerlerde bile affedip sabretmeyi, takva dairesinde hareket etmeyi bir ideal olarak önümüze koyar.157

Evet, bir gün sizin kardeşleriniz de cürümlerini itiraf ederek gelirlerse, Hazreti Yusuf’un kardeşlerine, Efendimiz’in de Mekkelilere dediği gibi “Size kınama yoktur, Allah sizi affeder.” demek sizin ahlakınızın gereği olacaktır. Vâkıa çok çektik; çektiklerimiz karşısında ölüm daha hafif gelir. Şahsen, şu son yaşananlar karşısında elli defa ölümü tercih ederdim. Fakat her şeye rağmen bunları yapanlar bir gün mahcubiyetle, başları önlerinde, iki büklüm, hicaplarından kıvrım kıvrım kıvranarak geldiklerinde, bize düşen şey, karakterimizin gereği olarak “Bugün size kınama yoktur.” demek ve affetmektir.

Öte yandan, yaşadıklarımızdan ders çıkararak, bundan sonra adem-i itimat prensibini hatırda tutmayı da ihmal etmemeliyiz. Yani daha müteyakkız olmalı, aynı delikten tekrar sokulmamak için dikkat etmeli, üstümüzde taşıdığımız emaneti koruma hassasiyetiyle yaşamalı ve bir daha aldanmamaya çalışmalıyız. Bu kadar hassasiyet bazılarına biraz mübalağalı gelebilir. Fakat şunu unutmamalı ki bir defa aldatan bir daha aldatabilir. Bir defa yalan söyleyen, zulmeden, gasp eden bunları tekrar yapabilir. Bu tür insanlara sırt dönülmez ve dönülmemeli.

Tekrar ifade etmek gerekirse, bu denilenler, başkalarına ya da umum halka ait hakların görmezlikten gelinmesi şeklinde anlaşılmamalıdır. Haklar konusunda kimse bir başkası adına karar veremez. Burada ifade edilen hususlar, herkesin kendi şahsî haklarıyla alâkalıdır. Bu konuda inanan ve inancını başkalarına taşımaya çalışan insanların takınacağı tavır Efendimiz’in tavrından farklı olamaz. O (sallallâhu aleyhi ve sellem), şahsına ait bir hak söz konusu olduğunda affediyordu. Başkalarının veya umumun hakkı –ki umumun hakkı aynı zamanda Allah hakkı demektir– söz konusu olduğunda ise mücadele ediyor, o hak yerini buluncaya kadar uğraşıyordu.

Sûrenin bu kısmında da görüldüğü gibi Yusuf (aleyhisselâm) kıssası, inişli çıkışlı ve kıvrımlı bir hayatı gözler önüne seriyor. Her iniş çıkışında, her kıvrımında bizlere ibret ve hikmet dolu sahneler sunuyor.


155 Buhârî, enbiyâ 18-19; menâkıb 13; Tirmizî, tefsir (12) 1.

156 Buhârî, zekât 18, vesâyâ 9; Müslim, zekât 94-97

157 Nahl sûresi, 16/126; Bakara sûresi, 2/194; Maide sûresi, 5/45.

-+=
Scroll to Top