Yusuf sûresi, 12/94

وَلَمَّا فَصَلَتِ الْعِيرُ قَالَ أَبُوهُمْ إِنِّي لَأَجِدُ رِيحَ يُوسُفَ لَوْلَۤا أَنْ تُفَنِّدُونِ

“Kafile daha Mısır’dan ayrılır ayrılmaz, babaları etrafındakilere: ‘Şayet ‘Bunadı!’ demezseniz, doğrusu, ben Yusuf’un kokusunu alıyorum!’ dedi.”

Hazreti Yakub’a Ulaşan Koku

Hazreti Yakub’un, Hazreti Yusuf’un kokusunu alması nasıl bir keyfiyetti? Bu maddî şeylerle izah edilebilir mi? Yoksa tamamen bir mucize midir?

Bunu telepatiyle açıklayanlar olsa da mesele telepatiden öte bir şeydir. O, bir hiss-i kable’l-vukû da (önsezi) değildir. Bu tamamen Cenab-ı Hakk’ın duyurması ile gerçekleşen bir mucizedir. Allah’ın Hazreti Yakub’un vicdanında yarattığı bir hâldir. Polenler, hava zerrecikleri, elektrik dalgaları gibi maddî sebeplerle izahı mümkün olmayan bir hâdisedir. Maddî âlemde belki bu hâdiseye yakın örnekler verilebilir. İnsanlık koku nakline dair çalışmalar da yapabilir. Fakat burada asıl olan şey, bunun Allah’ın kudretiyle gerçekleşen ve peygamberin üzerinde görünür hâle gelen bir mucize olmasıdır. Allah o kokuyu Mısır’dan almış Kenan’a ulaştırmış ve o seçkin kulunun ruhuna, vicdanına duyurmuştur.

Diğer bir ihtimal, Hazreti Yakub’un bir anda hem Kenan’da hem de Mısır’da bulunmasıdır. Bazı Allah dostlarının aynı anda birkaç yerde bulunması, görülmesi gibi bir hâl zuhur etmiş olabilir. Zamanı ve mekânı dürüp katlayan Allah, o sevgili kulunu hem orada hem de burada bulundurmuş olabilir. Bu durum da yine objektif olmasa bile buna benzer yaşanan pek çok vaka vardır. Mesela bazı Allah dostları hapiste bulundukları aynı anda Kabe’yi tavaf ederken görülmüşlerdir. Üstad Hazretleri, hapisteyken Cuma namazında camide görülmüştür.164 Hapishane görevlileri çok şaşırmış ve “Kim bıraktı onu?” diye birbirlerine sormuşlardır. Bu bir temessüldür. Buradaki kişi, aynı anda başka yerde de bulunabilir. Allah’ın has kullarına ayrı bir lütfudur bu.

Diğer yandan meseleye sebepler açısından baktığımızda şu da söylenebilir: Mısır’da uzun dönem putperestlik hâkim olduğundan belki orada o kokunun kanatlanıp Kenan’a ulaşmasını sağlayacak bir manevî zemin yoktur. Fakat beri tarafta Kenan’da o kokuyu alabilecek biri vardır, bir peygamber mevcuttur. O, değil Mısır’dan, gökler ötesinden haber almaktadır. Verici ve ulaştırıcı Allah, alıcı da Yakup (aleyhisselâm) gibi kuvvetli bir alıcı olunca, alınacak şey nerede olursa olsun Allah’ın izni ve kudretiyle alınır. Nitekim Allah Resulü de (sallallâhu aleyhi ve sellem) alacağı şeyleri ya doğrudan Cenab-ı Hak’tan ya da melek vasıtasıyla semaların ötesinden, Arş’tan, Kürsî’den, Sidretü’l-Müntehâ’dan alıyordu. Bu alıp vermeler, tamamen vericinin vermesine, alıcının da açık olmasına ait bir durumdur.

Pek çok defa yaşandığı üzere, bazı arkadaşlarımız manevî ortamlarda Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelişine şahit olmuşlardır. Gerçek hayatta yaşadıkları hâllerdir bunlar. Efendimiz’in gelişinden önce etrafı bir gül kokusu sarar. Demek ki Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) temessül buyurmadan önce O’nun bir remzi, bir özelliği olarak ortalığa gül kokusu yayılıyor. İşte bu da bir alıcı-verici meselesidir. İkisi arasında uygunluk, sağlam irtibat sağlanınca gelip gitmeler, görmeler, duymalar, konuşmalar olur.

İleride koku nakli yapılabilecek midir? İnsanoğlu bunu başarabilir mi? Bunu tabii ki zaman gösterecektir. Üstad’ın mucizelerle alâkalı genel olarak dediği gibi belki insanlık o mucizeye yaklaşacak, onu tamamen elde edemese de –çünkü o, peygambere has bir keyfiyettir– ona çok yakın bir buluş yapabilecektir.165 Maddenin naklinde olduğu gibi koku nakli üzerinde de çalışmalar yapılabilir.

Kur’ân’da Hazreti Yakub’a dair başka bir mucize bilmiyoruz. Elinde çok mucize zuhur etmemiş olabilir. Bu yüzden hitap ettiği halk arasında mucizeler belki tam olarak anlaşılamıyordu. Özellikle uzaktan bir gömleğin kokusunu almak, o zaman için hemen anlaşılacak bir mucize değildi. O yüzden etraftaki insanların meseleyi yanlış algılayacaklarını düşünerek önceden bir ön alma düşüncesiyle diyor ki “Şayet ‘Bunadı!’ demezseniz, doğrusu, ben Yusuf’un kokusunu alıyorum!” Âyetteki تُفَنِّدُونِ kelimesinin kökü olan فَنْد, bir zaaf ve yetersizlik demektir. Burada bunama, aklın zaafa uğraması, alzheimer olma gibi mânâlara gelir. Buna göre, Hazreti Yakup, “Aklımı, zihnimi, muhakememi kaybettiğim, bunadığım vehmine kapılmazsanız, bana böyle bir ithamda bulunmazsanız…” demiş oluyor. Yani “Bana böyle yakıştırmalarda bulunmazsanız, size önemli bir şey söyleyeceğim: Ben Yusuf’un kokusunu alıyorum.” demek istiyor.


164 Bkz.: Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat, s. 211 (Eskişehir Hayatı).

165 Bediüzzaman, Sözler, s. 270 (Yirminci Söz, İkinci Makam).

-+=
Scroll to Top