Zaman Muamması

Bizim, ileri ülkelerden, ne fizikî güç ne de mânevî değerlere sahip olma bakımından herhangi bir eksiğimizin olduğu kat’iyen söylenemez. Ne var ki, zamana sözünü geçirme, onunla içli-dışlı olma ve onun her parçasını bir pırlanta gibi değerlendirmeden yana, onlardan geri, hem çok geri olduğumuz da bir gerçektir.

Zaman, üzerinden geçilip gidilen bir boşluk değil; o, yakalanıp kullanılacak bir cevher, her günkü piyasa ve pazarın en kıymetli metâı ve dünya ticarethânesinde insanoğluna bahşedilmiş bir anapara ve sermayedir. Dün ve bugün, zamanın sırrını kavrayanlar, eşyâ ve hâdiselere nüfuz ede ede onda var olmanın özünü keşfettiler. Zamanı bir boşluk telâkki edenler ise, onun öğütücü dişleri arasında eriyip gittiler.

Eğer mazideki şerefli yerimizin yeniden kazanılması, ihtişam dönemimizin bir kere daha yaşanması ve milletler arası işlerde, muvazene unsuru olmamız arzu ediliyorsa; evvelâ; zamana hâkim olmanın yolları araştırılmalı, bu ilâhî sermayenin zerresi dahi heder edilmemeli ve onu, en iyi şekilde değerlendirme usûl ve metodu nesillere öğretilmelidir.

Geçmişimizin sımsıkı elde tutulması; geleceğe ait plân ve projelerin bu düşünce üzerinde gerçekleştirilmesi; bunlar yapılırken de her şeye, içinde yaşadığımız zamanı idrak adesesiyle bakılması bu yolun biricik esasıdır. Yoksa dün mutlu ve şanlı imişiz; bugüne faydası ne? Hâlihazır ve umumî durum, rahat ve saadet bahşediciymiş; yarınlara bundan ne kalacak? Gelecek, hayaller üzerinde sırça saraylarsa, bugünün bedbahtlarına kazandıracağı nedir? Evet, geçmiş, başlarda bir tâk gibi görülüp onunla övünülmelidir; ama gelecek için de ölesiye gayretlerle, o seviyede hazırlanılmalıdır ki; o şanlı maziler, kitapların güve düşmüş sayfalarında birer süslü üstûre olarak kalmasın..!

Her zerresi bir hikmet dünyası, her lâhzası bir ders alma devresi olan varlık -ona dikkatle bakan uyanık ruhlar için- teşhir edilen her sayfasıyla gönüllere ilham kaynağı bir kitap; ondan duyulacak her ses de, mârifet aşılayan bir hitaptır.

Pırıl pırıl güneşi, masmavi semayı, sonsuzluk düşüncesiyle kaynayıp duran uçsuz-bucaksız denizleri seyretmek; yer yer zirveler ve ovalar arasında, yerin halifesi şuuruyla çevreyi temâşâ edip durmak; teleskoplarla mekânın derinliklerini gözetleyerek uzak yıldızlarla yüz yüze gelmek; mini mini böcekler âlemine inerek onlarla içli-dışlı olmak; baharların, yazların, sonbaharların, kışların peşi peşine akıp gitmesi içinde tabiat hâdiselerini sezmeye ve tanımaya çalışmak; göz ve kulakların muhteşem dünyası üzerinde tekrar tekrar durup düşünmek; ormanların derinliklerindeki vahşî gürültüleri, rüzgârların tatlı esişini, ağaç hışırtıları ve yaprak sesleriyle beraber duymaya çalışmak; ağaçların dallarında taht kurmuş gündüzün yanık bağırlı gazelhânlarını, gecenin beliğ hatiplerini dinlemek; mâbetler ve başka sanat eserlerinin simalarında, dâhîyâne çehreleri görmeye çalışmak; sıcağı-soğuğu, acıyı-tatlıyı, güzeli-çirkini peşi peşine seyredip zıtlardaki bütünleştirici ruhu görmek; hayatın her saniye, her salise, her âşiresine… başka başka tefekkür tabloları takarak geleceğin dünyalarını, ruh ikliminde ve dış âlemde ortaya koyacağımız yeni terkip, yeni tahlil, yeni buluş ve yeni keşiflerle selâmlamak… Evet, bütün bunlarla var olmak, varlığın akışına hız kazandırmak, sonra da bir hiç gibi sıyrılıp devreden çıkmak… İşte zamanla bütünleşmenin aydınlık yolu..!

Zamanın kısalığından dem vuranlar, çalışıp düşünmeye vakit bulamamadan şikâyet edenler ve hep zamana sövüp ondan dert yananlar varsın gaflet ve dalâletlerinde bocalaya dursunlar; zamanın her parçasına ruhunun ilhamlarını işleyen büyük ruhlar, onu olduğundan daha fazla ve daha geniş bulmuş ve bu ilâhî armağanı değerlendirerek eşyâ ve hâdiselerin her yanını didik didik etmişlerdir. Gazzâlîler bu dikkat ve teyakkuzla varlığın verâsındaki gerçeği sezerek, onda ikinci bir varlığa ermiş; Mevlânalar, zamanın coşturucu soluklarıyla kendilerinden geçmiş ve bir velvele olarak cihanın her yanını sarmış; Nevtonlar, bir elmanın yere düşmesi gibi en küçük hâdiseleri dahi değerlendirerek, kâinat kitabının sinesindeki “çekim kanunu”nu keşfetmiş ve zamanın her şeye yetebileceğini ispatlayıp ortaya koymuşlardı. Zamanla bütünleşmiş bu üstün kametler, geçmişin mirasını en iyi şekilde değerlendirmiş, yaşadıkları devri tekrar tekrar hallaç etmiş; görünüp bilinecek noktaya çıktıkları andan itibaren de dünyanın dört bir yanında saygıyla selâmlanmış ve en sert kayalar üzerinde yeşeren tohumlar gibi en iptidaî toplumların vicdanlarında dahi kök salmışlardır.

Geleceğin bahtiyar nesilleri, zamanı en iyi şekilde değerlendirecek; düşünürken çalışmayı, çalışırken okumayı, okurken de idealleri uğrunda hizmet vermeyi ihmal etmeyecek; daima canlı, daima renkli olmasını bilecektir.

-+=
Scroll to Top